Seçimlerin ardından, ekonomide köklü bir anlayış değişikliğine gidileceği az çok tahmin edilmekteydi.
Zira seçimleri kim kazanırsa kazansın ekonomide anlayış değişikliğine gidilmesi bir zaruretti.
Yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı uzunca bir süredir toplumsal hayatın bir numaralı gündemi haline gelmiş ve toplumun önemli bir bölümü için geçim derdi içinden çıkılmaz bir noktaya erişmişti.
"Peki bu noktaya nasıl gelindi?" diye düşündüğümüzde, ortada birden çok sebep olduğunu görüyoruz.
Bunlar 3 başlıkta sıralanabilir:
İlk olarak uluslararası etkenlerin altı çizilmeli:
Buna pandemi etkisi de diyebiliriz. Tüm dünyayı etkisi altına alan pandemi ve kapanma süreci, ekonomik yaşamı temelden etkiledi.
Ekonomik dengelerdeki bozulmalar, fiyatların küresel çapta artmasına neden oldu. Ancak bu artışlar her ülkede aynı biçimde zuhur etmedi.
Bu noktada ikinci sebepten söz edilmeli:
Bu, doğrudan Türkiye’de izlenen ekonomi politikası ile ilişkili olduğu için ulusal etken olarak da adlandırılabilir.
Hükümetin hızlı bir ekonomik atılım yapma amacıyla ekonomi politikasında köklü biçimde değişikliğe gitmesi, Türkiye’de ekonominin zora girmesinin temel sebebi oldu.
Düşük faiz-yüksek kur tercihi enflasyonun adeta patlamasına yol açtı. Türkiye uzun yıllardır unuttuğu üç haneli enflasyon rakamlarına tekrar geri döndü.
Üçüncü etken ise 14 Mayıs seçimleri nedeniyle uygulanan seçim ekonomisidir.
Hesapsız kamu harcamaları, karşılanması zor vaatler, dövizin yükselişini tutmak amacıyla farklı yollara sapılması ekonomideki kötüleşmeyi katmerledi.
Bu süreçte, seçimlerden farklı olarak, 6 Şubat depremlerinin ekonomik sonuçlarının etkili olduğunu da belirtmek gerekiyor.
Tüm bunların ama özellikle hükümetin ekonomi politikasının hem yurt içinde hem de yurt dışında ekonomiye duyulan güveni oldukça aşındırdığı söylenebilir.
Bunun açıkça farkında olan yeni ekonomi yönetiminin ilk işinin piyasalara güven aşılamak amacıyla liberal ekonomi teorisine bağlılık vaatleri vermesi bu çerçevede okunduğunda daha anlamlı hale geliyor.
Ne var ki bu denli zora girmiş ekonominin toparlanması için yalnızca güven telkin eden açıklamaların yeterli olamayacağı açıktır. Bu nedenle geçtiğimiz hafta içinde Hükümet acı bir fatura kesti.
Öte yandan, açıklanan zamlar önümüzdeki süreçte toplumun ekonomik açıdan rahat bir nefes almasının mümkün olmayacağını da ortaya koyuyor.
Ekonomide zor şartların belirgin olduğu bu ortamda maalesef gündelik yaşamda toplumsal ilişkilerin oldukça kötü bir noktaya sürüklendiğine şahit oluyoruz.
Özellikle kiracı-ev sahibi veya daha genel biçimiyle borçlu-alacaklı ilişkilerinde bir kriz yaşanıyor. Bu ilişki, toplumsal yaşamın odağında olan ve bu bağlamda hiç de küçümsenmemesi gereken bir konu.
Unutulmamalı ki, toplum diğer ilişki biçimlerinin yanı sıra, nihayetinde karşılıklı bir ekonomi ilişkisine dayanıyor.
Bu noktada ekonomi ve gündelik toplumsal yaşam arasında çok sıkı bir ilişki olduğu tekrar hatırlanmalı.
Ekonomide işlerin iyiye gitmesi, gündelik toplumsal ilişkilerde de daha huzurlu bir ortamın ortaya çıkmasını sağlıyor.
Bunun tam tersi olduğunda ise toplumsal huzur gözle görünür biçimde bozuluyor. Belki tüm toplumun değil ama geniş kitlelerin hayat kalitesi bir bütün olarak çöküntüye uğruyor.
Karşılıklı güvensizlik ve anlaşmazlıklar şiddet olaylarını doğuruyor. En nihayetinde ise toplumsal ilişkilerdeki yozlaşma nedeniyle toplumsal değerler ciddi biçimde aşınabiliyor.
Pasta küçüldükçe, yalnızca kendini düşünen çıkar odaklı bireysel yaklaşımlar, birbirine saygı duymayan ve şiddet odaklı bir ilişki biçimini doğuruyor.
Gelinen noktada ise karar alıcıların yani siyasilerin aldığı kritik kararların başta ekonomi olmak üzere, tüm toplumsal yaşamı nasıl kötüye götürebildiğinin açık bir tezahürünü müşahede ediyoruz.
İçinde yaşadığımız bu süreci, büyük ölçüde sonucu ön görülemeyen ve bilimi baz almayan hayalperest politika denemelerinin bir sonucu olarak değerlendirmek mümkün.
Hülasa, bu süreç bize karar alıcıların tüm toplumsal yaşamı etkileyecek ölçüde kritik kararlar alırken akıl ve bilimden uzaklaşmamaları gerektiğini bir kez daha açıkça gösteriyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish