Kriz sadece Fransa'da mı yoksa Avrupa'da mı?

"İşgal edip sonra beraat ile bundan kaçamazsınız"

Frans'da gerçekleşen şiddet olaylarında şu ana dek 600 araç ve 74 bina yakıldı / Fotoğraf: Reuters

Geçen günlerde Fransa'da yaşanan talihsiz olaylar kusurun yalnızca Fransa ile mi sınırlı olduğuna yoksa belli başlı yıkım ve inşa dönemlerinden geçen bir dünyada, derin krizler yaşıyor gibi görünen Avrupa kıtasının geri kalan ülkelerine de mi uzandığına dair soru işaretlerini gündeme getirdi.

Ekim ayı sonlarında, AB Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, Belçika'daki yeni Avrupa Akademisi'nin açılışı sırasındaki konuşmasında "Avrupa dünyanın bahçesidir. Dünyanın geri kalanının çoğu ise ormandır" demişti.

Borrell'in bu sözleri o zamanlar, geçen yüzyılın ilk yarısında dünyaya, özellikle Nazizm ve faşizm gibi cani totalitarizm örnekleri ihraç eden bir kıtaya yakışmayan bir tür Avrupa merkezi üstüncülüğü gibi göründü.

Borrell, ekonomik refah zamanlarının desteklediği birlik arzusunun ardından, dağılmaya çok yaklaşan AB'nin kaderinden kaçıyor gibiydi.

Birlik arzusu yerini daha fazla ekonomik korumacılığa ve milliyetçiliğe yol açacak ekonomik ve finansal çalkantıya bırakmış görünüyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Geçen yılların ve özellikle de korona salgınının, yaşlı kıtanın ekonomik geleceği üzerinde pek çok olumsuz etki bıraktığı ölçüde, Rusya-Ukrayna savaşı da çeşitli Avrupa ülkeleri arasında var olan derin fay hatlarını ortaya çıkardı.

Söz konusu fay hatları, birleşik Avrupa'nın, bir Avrasya fikri ortaya atma ve geliştirme, Rusya ile karşı karşıya gelme yerine onunla iş birliği köprüleri kurma arzusunu kaybetmesinin ardından açığa çıktılar.

Bunun sonucunda Avrupalılar iç dengelerinin çoğunu kaybettiler ve birçok sürdürülebilir kalkınma stratejilerini değiştirdiler.

Militarizm geri döndü ve son yüzyılda iki dünya savaşının bedelini ödemiş topraklar üzerinde yeniden deklare edildi.

Macaristan Başbakanı Viktor Orban, AB'nin Rusya karşıtı duruşu ve Zelenski rejimine verdiği destek ile yol açtığı enerji krizi hakkında bol bol alaycı yorumlarda bulunuyor.

Zira enerji krizi, geri kalan AB ülkelerini olumsuz etkiledi, savunmasız, kırılgan ve özellikle de Avrupa burjuvazisi tarafından yarı dışlanmış göçmen gruplar arasında daha fazla iç hayal kırıklığına yol açtı.

Borrell yukarıda bahsi geçen konuşmasının devamında bu konuda şöyle demişti:

Biz sadece cüceleriz, Ruslar ise dev. Bu yüzden bir cüce bir devi cezalandırmaya kalktığında, özellikle cücenin ölümüne şaşırmamalıyız.


Avrupa bahçesini umut verici bir demografik gelecek bekliyor gibi görünmüyor, aksine demografi başının üzerinde sallanan Demokles'in kılıcı gibi.

Nedeni de nüfusun azalması, çok azı dışında gençlerinin evlilik tarafından kısıtlanma fikrini reddederek birlikte yaşamakla yetinmesi.

Bu iki neden demografik olarak Avrupa'yı can evinden vurdu. Bu nedenle gözlemcilerin çoğu, nüfus sayısındaki gerilemenin Avrupa'daki ekonomik gelişme düzeyini gerçek bir çıkmaza sokacağını düşünüyor.

2008'den 2018'e kadar Avrupa, "demografik olarak kayıp 10 yıl" diyebileceğimiz bir döneme tanık oldu. 2018'den 2028'e kadarki dönemin de daha iyi olması beklenmiyor.

Örneğin Finlandiya gibi bir ülkeyi ele alalım, 2016 yılında ölüm sayısı 53 bine ulaşırken, doğum sayısı ise 52 bine ulaştı.

Ünlü Finlandiyalı iktisatçı Timo Hirvonen, yaşananların şok edici bir şekilde Avrupa'nın nasıl bir yaşlı bahçeye dönüştüğünü, demografik ikilemin önümüzdeki on yıllarda Avrupa ekonomisi üzerine tüm ağırlığıyla çökeceğini anımsattığını düşünüyor.

Bu genel bağlamda, Fransa'da olup bitenlere Avrupa'nın ekonomik ve toplumsal krizlerinin şu ya da bu şekilde bir uzantısı olarak bakılabilir.

Elbette Fransa'ya özgü sorumluluklar, sonuçlar ve kazanımlar ile Akdeniz çevresindeki tarihi de akılda tutulmalı. Bir Sisifos efsanesi gibi görünen bu miras ne duruyor ne de bitiyor.

Özellikle son yıllarda Avrupa'nın tanık olduğu daha geniş çaplı krizlerden Fransa da pay aldı mı?

Evet, öyle oldu. Kapitalist karaktere sahip tüm büyük ülkelerde olduğu gibi Fransa da pandemi sürecinde büyük krizler yaşamamak için devasa meblağlar harcadı.

Şimdi herkesin bedeli kimin ödeyeceğini sorguladığı an geldi ve kabarık faturanın Fransız işçi sınıfının boynuna asılacağı açıkça görüldü.

Bu ekonomik eğilim, siyasi çatışmayı günden güne derinleştiriyor. Fransa, tabiri caizse, sanki Mélenchon tarafından temsil edilen sol ile Le Pen'in bayrağını taşıdığı sağ arasında kutuplaştırıcı bir halat çekme oyunu içinde. Macron'un mensubu olduğu merkez sol ise açıkça zayıflıyor.

Göreve geldikten 1 yıl sonra patlak veren Sarı Yelekliler hareketine karşı koyamaması bunun en açık kanıtı.

Bugün ülkenin tanık olduğu ve kimsenin ne zaman duracağını bilmediği yıkıcı şiddetin ortasında ise Macron açıkça eskisinden daha zayıf görünüyor.
 


Fransa'nın 2005'ten beri tanık olmadığı bu tehlikeli şiddeti kimse haklı gösteremez. Fransa'nın solcu medyası, tüm Fransız şehirlerine ve köylerine uzanan yıkımı yansıtmakta ihmalkar davranıyor olabilir.

Bu nedenle üst düzey bir Fransız polis yetkilisi "Şiddet yakında azalacak çünkü artık çalmaya değer hiçbir şey kalmadı" dedi.

Tüm bunlara gerekçe olarak eski Fransız sömürgecileriyle hesaplaşma gösterilemez.

Ancak Fransa'nın iç siyasi sentezinde yapısal bir bozukluk olduğu kesin. Zira başkanlık seçimlerinden sadece birkaç ay sonra yapılan parlamento seçimlerinde artan bir huzursuzluk hali ortaya çıktı.

Macron parlamentoda tam bir çoğunluk elde edemedi ve sonuç, bölünmüş bir parlamentoya dayanan, Fransız kapitalist sınıfın talep ettiği programı uygulamak için muazzam bir baskı altında olan zayıf bir hükümet oldu.

Bugün Fransa'da yaşananların felaket yönü, Fransız sağının iktidara gelmesine kapıyı aralamasıdır. Nitekim olaylar kapsamında geleneksel söylemler su yüzüne çıkmaya başladı.

Farklı din, kültür ve medeniyetlere mensup kişiler arasında diyaloğu teşvik etmek yerine, dogmatik mücadelenin geri dönüşüyle birlikte ​​bu söylemler, dünya barışını tehdit edebilir.

"Barındırdığımız yeni barbarlar" gibi ifadeler ve "Puvatya" Savaşı'nın komutanı Charles Martel'i uykusundan uyandırma çağrıları ayyuka çıktı.

Özetle: Bulgar asıllı Fransız filozof Tzvetan Todorov bir keresinde şöyle demişti:

İşgal edip sonra beraat ile bundan kaçamazsınız.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU