Cumhuriyetin 100. yılında küresel yönetişime yön vermek ve Mahatma Gandhi

Ali Oğuz Diriöz Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 100. yılı vesilesiyle şu sıralar çok sayıda değerlendirmeler ve analizler yapılmaktadır.

Bu analizlerin önemli bir kısmı, tıpkı bu yazıda olduğu gibi, geçmişteki hadiseleri incelerken, o dönemden günümüze miras kalan değerler üzerinden geleceğimize ışık tutmayı amaçlar.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, atalarımızla beraber Milli Mücadele'yi verirken, yurt dışında da bu mücadele yankı bulmaktaydı.

Sömürgeciliğin yaygın olduğu dönemde Türkiye'deki Milli Mücadele, aynı zamanda emperyalizm karşıtı bir egemenlik mücadelesi olmasından ötürü bir yandan Sovyet Rusya, diğer yandan da İngiliz sömürgesi olan Hindistan alt kıtası topluluklarınca desteklenmekteydi.

Moskova Anlaşması'nın Ankara Hükümetini tanınmasını sağlayan ilk uluslararası ikili antlaşma olmasının yanı sıra, emperyalizm gölgesinde yaşayan topluluklar da organize olup Türkiye'de Gazi Mutafa Kemal Atatürk önderliğindeki egemenlik mücadelesine destek olmuşlardır.

Türkiye'de kamuoyunca bilinen bir hadise, daha sonra İş Bankası'nın da kurulmasına vesile olacak Hint Müslümanlarının maddi yardımda bulunmuş olmalarıdır.

Daha az bilinen ise, Kurtuluş Savaşı'nın Gandhi'nin düşüncelerine olan etkisi ve Türkiye'ye o dönem bütün Hindistan'ın ve Mahatma Gandhi'nin de destek olmasıdır.

Bu bağlamda Gandhi'nin barışçıl mücadeleye dayanan manevi değerler mirası ile Türkiye Cumhuriyeti'nin dünya görüşü arasındaki benzerlikler de göz ardı edilmemelidir.

Cumhuriyetin 100. yılı vesilesiyle ve dış politikamızda önümüzdeki yüzyıl için bu değerleri yeniden hatırlamakta, özellikle de çatışmaların eksik olmadığı küresel politikaya hala 'Yurtta Barış, Dünya'da Barış' ilkesiyle ilerlemekte büyük yararlar var. 


Bu ilkeler bağlamında Türkiye'deki Milli Mücadele'nin, başta Gandhi olmak üzere, Hindistan'daki bağımsızlık hareketlerini etkilemesi söz konusudur.

Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalayan Sevr Anlaşması'nın, Gandhi üzerinde önemli etkileri olmuştur.

Aslen avukat olan ve uzun yıllar Güney Afrika'da avukat olarak ırkçılığa karşı, sistem dâhilinde hukuki mücadeleler veren Gandhi, amaçlarına İngilizlerle işbirliği yaparak hukuki mücadelelerle ulaşabileceğini öngörürken, Sevr Anlaşması ve akabinde Türkiye'nin Milli Mücadele veriyor olmasından etkilenmiştir.

Bu bağlamda Young India'da 1919 yılında yazan Gandhi, Dr. Mukhtar Ahmad Ansari'nin Türk Kurtuluş Hareketi ile ilgili aktardıkları sayesinde ufkunun açıldığını ve emperyalizme karşı direnerek mücadele edilmesi gerektiğini belirtmiştir.

Kurtuluş Savaşı öncesi, Gandhi mevcut İngiliz hukuk sistemi içerisinde mücadele verebileceği görüşüne daha yakındı.

Sevr Anlaşması'ndaki haksız hükümlerle Osmanlıyı parçalamaya yönelik olarak öne sürülen ağır şartlar adil değildi.

Sevr Anlaşması, sömürgeci imparatorluklarla mücadele etmeden bir şey elde edilemeyeceği gerçeğiyle Gandhi'nin gözlerinin açılmasını sağlamıştır.

Gerçi, Gandhi mücadelesini şiddete başvurmayan ancak sivil itaatkarsızlıkla sürdürmekten yanaydı.

Dolayısıyla yöntemler barışçıl olsa dahi prensipte bir mücadele etme ihtiyacını özellikle Türk Kurtuluş Savaşı sonrasında benimsemiştir.

Kurtuluş Savaşı süresince, yazılarıyla ve yardım toplanmasına verdiği destekle Gandhi de Ankara Hükümetine ve Bağımsız Türkiye'nin milli mücadelesine destek olmuştur.  


İlerleyen yıllarda, özellikle de Hindistan'ın İkinci Dünya Savaşı sonrası bağımsızlığına gider süreçte, Hindistan'ın sivil direnişine önderlik ederken Gandhi, şiddetten yana değildi ama kesinlikle pasif bir tutum da sergilememiştir.

Bütün zorluklara karşın haklı davalarından vazgeçmeyen, barışçıl yollarla haklarını savunan ve bütün güçlüklerle mücadele edenler hakikaten cesur insanlardır.

Bu bağlamda Mahatma Ghandi ve ondan sonra genel ABD'deki sivil haklar savunucusu Martin Luther King Jr., hatta ülkemizde de çok sevilen sporcu Muhammed Ali'nin mücadeleleri savaş alanında değil, duruşlarıyla olmuştur.

Ülkeler arasındaki meselelerin, karşılıklı egemenlik haklarını da gözetirken, daima barışçıl yollarla hallolmasını ve diplomatik çözüm aranmasını desteklemek, Türk dış politikasınca ve köklü Hariciye geleneğince yürütülen bir itidalli ve rasyonel yaklaşımlardan biridir. 


Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Lozan Barış Anlaşması'yla ve akabinde cumhuriyetin ilanıyla birlikte Türkiye, başta Yunanistan olmak üzere, geçmişte savaştığı birçok ülkeyle dostane ve barışçıl ilişkiler yürütme prensibi benimsemiştir.

Bu prensip ne bir Batı düşmanlığı veya rövanş arayan maceracı dış politikayı benimsiyordu, ne de mandacı emperyalizm yanlısı bir politikayı.

Ulusal egemenliği muhafaza ederken uluslararası sistemin de parçası olarak muasır medeniyetlerin hem teknolojilerini hem de evrensel hukuk ve özgürlük değerlerini benimsiyordu.

Bu sayede Türkiye Cumhuriyeti Devleti uzun yıllar birçok meselede 'Güven Veren Aktör' konumunda olmuştur.

Günümüzde Rusya ve Ukrayna arasında tarafsız değildir (NATO üyesi Türkiye, NATO kararlarına imza atmıştır ve Kırım'ın İlhakını tanımamaktadır).

Ancak geçmişte İran-Irak savaşında olduğu gibi, günümüzde de hem Rusya hem de Ukrayna ile görüşebilen ender aktörlerdendir.

Eksiklerine rağmen, Türkiye Cumhuriyeti, Doğu ile Batı arasında önemli roller üstlenmeye devam etmektedir.

Türkiye'nin amacı sadece Dünya ticaretinde bir lojistik üs olmakla sınırlı kalmamalıdır. Türkiye, aynı zamanda cumhuriyetimizin ve demokrasimizin değer yargılarını koruyarak ve bunlara dayanarak yeni dünya düzeninde etkin yönetişim için de işbirliği ve dostluk köprüleri oluşturmalıdır; ticaret bu bağları pekiştirecektir.

Egemenliğimizden ödün vermeden çatışmadan ve maceradan uzak rasyonel dış politika, Atatürk'ten günümüze önemli bir mirastır.

Bu da aslında Gandhi'nin Satyagraha ilkesiyle, yani şiddete başvurmadan sivil direniş ve mücadeleler ve boykotlar ile yürütülecek barışçıl politikalarıyla uyumludur.

İşbirliği olması demek egemen ulus devletlerin aralarında görüş farklılıklarının bulunmayacağı anlamına gelmez, ancak farklılıklara takılı kalmadan barışçıl işbirliklerinin ilerletilmesi burada esas olandır.

Türkiye, Yunanistan, Hindistan, İsrail, Sırbistan gibi ülkelerin, eksikliklerine rağmen demokratik değerleri savunması, kamu kurumlarının güçlü olması, Devlet yapılarının adalete dayanan hukuk devleti olması (Adalet mülkün temelidir), sosyal ve demokratik yapıda devletler olması önemli ortak paydalardır.

Bu durum, bu ülkelerin, birbirleriyle ve bölgeleriyle olan ticaretle beraber kültürel işbirliklerinin, ikili siyasi ilişkilerden bağımsız olarak toplumsal, kültürel ve ekonomik boyutlarda hızla gelişebilmesinin de önemli sebeplerindendir. 


Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana Türkiye daima eski hasımlarına zeytin dalı uzatmasını bilmiştir ve bu gelenek, Yeni Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın atıfta bulunduğu 'Köklü Gelenekleri' olan Hariciye Teşkilatı'nın da cumhuriyet devrindeki en köklü geleneğidir.

Günümüzde Hem Rusya hem de Ukrayna ile görüşebilen, her ikisini çatışmalar devam ederken Antalya ve İstanbul'da bir araya getirip, Dünya gıda güvenliğini yakından ilgilendiren tahıl sevkiyatı ile ilgili geçici anlaşmalarda uzlaştırabilen Türkiye'yi önümüzdeki yüzyıl bu bağlamda büyük sorumluluklar beklemektedir.

Bu yıl itibarıyla Dünya'nın en kalabalık ülkesi olan Hindistan'la da bu küresel ve bölgesel amaçlar doğrultusunda daha fazla işbirliği yapma imkanları aranmalıdır.

Özellikle de geçmişten gelen bu ortak değer yargılarıyla pozitif işbirliği ajandalarına öncelik verilip bir yandan iktisadi kalkınma, diğer yandan da küresel ekonomi ve ortak küresel amaçlar doğrultusunda yeni işbirliği imkanları doğal olarak gelişecektir.

Bu bağlamda Dünya Bankasının yeni Başkanı'nın da Hint kökenli bir ABD vatandaşı olduğunu unutmamak gerekir.

Hindistan Diasporası'nın özel sektör üzerindeki ve Asya üzerindeki etkileri göz önünde bulundurulursa, işbirliği olanaklarının azımsanmayacak derecede olabileceği ortaya çıkmaktadır.

Dünya'da başta İngiltere Başbakanı Rishi Sunak ve ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris olmak üzere, Hint asıllı çok sayıda üst düzey yönetici ve siyasetçinin olması da Hint diasporasının Hindistan'ın hızlı büyüyen nüfusuna ilaveten, küresel ekonomide önemli bir avantaj unsuru oluşturacağını göz önünde tutarak bu ülkeyle değerler birliği çerçevesinde ortak bölgesel ve küresel barışçıl politikaların imkanları da özellikle örtüşen konularda, geliştirilmelidir. 
 


Orta Asya Türk Cumhuriyetleriyle ilişkiler geliştirilirken de sadece AB'nin değil bütün insanlığın ortak değer yargısı olan insan haklarına saygı ve demokrasi gibi prensiplerde, eksiklerine ve eleştirilere rağmen yeni işbirlikleriyle ilerleme kaydetmek mümkündür.

Ortak ilkeler ışığında ilerleme kaydedilmesi durumunda da tıpkı 100 yıl önce verilen egemenlik mücadelesinde olduğu gibi, kurumların güçlü olduğu, demokratik, laik, sosyal hukuk devletlerinin, küresel yönetişimde ortak değer yargılarını evrensel biçimde yansıtarak bir umut meşalesi olmaları, çatışmalarla dolu küresel rekabet ortamında istikrar abideleri niteliği kazanmaları mümkün olacaktır.

Demokratik barış kuramının fikir babası olarak kabul edilen Immanuel Kant'ın Daimi Barış (Perpetual Peace) çalışmasında yer alan 'Hür Cumhuriyetler Birliği' bir coğrafi, dini veya ırksal bir kısıtlamadan ziyade ortak değer yargılarıyla bir araya gelen ve birbirleri arasında barışçıl ilişkileri benimseyen cumhuriyet rejimiyle yönetilen bağımsız egemen devletlerden bahsetmektedir.

Dolayısıyla, cumhuriyetimizin 100. yılında 'Yurtta sulh, cihanda sulh' prensibiyle hareket eden Türkiye, benzer barışçıl manevi bir mirası olan Mahatma Gandhi'nin barışçıl mücadele ilkelerini de Gandhi'nin kendi mücadelesinde Türkiye ve yeni cumhuriyetten cesaret aldığını da unutmamak gerekir.

Bu bağlamda ilişkilerin rasyonel, makul, dengeli ve istikrarı yayan prensiplerle devam etmesinin önemi, hızla gelişmekte olan Türk Devletleri Teşkilatı bakımından da mühimdir. 


Demokrasi ve insan hakları gibi değerler sadece Batılı ülkelerle (AB ve NATO üyeleri gibi) olan mevcut bağın muhafaza edilmesi için değil, aynı zamanda 'Yeniden Asya' ve Orta Koridor ile Yeni İpek Yolu politikalarında olduğu gibi, Doğu'ya yönelik politikalarda da önemlidir.

Hindistan örneğinde olduğu gibi, benzer ilkeleri benimseyen Doğu ülkeleriyle birlikte ilkeler ekseninde işbirliğini geliştirmek isteyeceğini unutmamak gerekir (Bilhassa Orta Asya Cumhuriyetleri ve Moğolistan'la, Japonya, Güney Kore ve diğer Asya-Pasifik ülkeleriyle bağları güçlendirmek mümkün olabilir).

Sonuç olarak, cumhuriyetimizin 100. yılında, ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'ü saygıyla anarken, Atatürk'ün 'Yurtta barış, dünyada barış' ilkesine benzer prensipleri benimseyen, insanlık tarihine olumlu örnek teşkil eden, önemli toplumsal liderlerden biri olan Mahatma Gandhi'yi de bu vesileyle de yâd edip, savunduğu değerlerini gelecek yıllarda daha da iyi anlamak gerekir.

Küresel dünyanın zaten yeterince meselesi yokmuş gibi (iklim krizi, göç, hava ve deniz kirliliği, çatışmalar, siber güvenlik ve diğer küresel sorunlar) sadece güvenlik odaklı yaklaşımlarla, etkin uluslararası yönetişim mümkün olamaz, ulusal egemenliğe saygılı (yani emperyalizme karşı gelen) etkin uluslararası yönetişim de ancak etkin ortak barışçıl değerler etrafında oluşabilir.

Önümüzdeki yüzyılda bu yeni etkin ve değerler ışığındaki uluslararası sorumlu yönetişimi sadece AB ve NATO üyelerinin önderliğindeki Batılı ülkelerin değerleri ile değil, Türkiye ve Hindistan gibi barışçıl değerleri olan ülkelerin de bu değerleri Asya geneline yayarken Batı'nın değerleriyle insanlığın ortak evrensel değerleriyle buluşturmanın yollarını araması gerekmektedir.

Neo-liberal düzenin eleştirildiği bu dönemde, yeni jeopolitik ve jeo-ekonomik düzende, ortak değerler birliği ile yönetişim elzemdir.

Türkiye hem Doğu'da hem Batı'da güven veren aktör olmak için NATO müttefikleriyle uyumlu ilişkilerini yürütürken diğer yandan Orta Asya'da (Türk Devletleri Teşkilatını da geliştirerek), Güney Asya, Hindistan, Güneydoğu Asya ve Pasifik bölgesiyle de olan ilişkilerini de diğer taraftan ortak ilkeler ışığında geliştirerek güvenilir aktör olma iddiasını güçlendirme imkânı bulabilir.

Sorumlu bir aktör olarak Türkiye'nin Orta Asya, Ortadoğu, Günay Asya, Hindistan ve Güneydoğu Asya'yla gelişen ilişkileri, Batılı müttefikleriyle olan ilişkilerinin pahasına veya alternatifi olmamalıdır. 


Dolayısıyla, küresel kriz, zorluklar, iklim krizi pandemi, göç ve çatışma ortamlarının mevcut olduğu bir dünyada rasyonel, itidalli ve sorumluluk sahibi barışçıl işbirliğinin önemi de artmaktadır.

Bu bağlamda cumhuriyetin 100. yılında hem Atatürk'ün 'Yurtta barış, dünyada barış' ilkesinin hem de Gandhi'nin Satyagraha ilkelerinin değeri daha da anlaşılmaktadır.

Cumhuriyetimizin asırlık devlet geleneği ve öncesinden devam etmekte olan, asırlardır var olan Türk devlet gelenekleri hem Batı hem de Doğu ile ilişkileri birlikte yürütebilmiştir, günümüzde ve gelecekte de Batı ve Doğu ile olan özel konumu sayesine herkesle güçlü ve barışçıl ilişkiler yürütmeye devam edecektir.  

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU