Ortadoğu'da boşluk yok!?.

Biden bir kez daha Ortadoğu'da bir boşluk olduğunu ve bunu kimsenin doldurmasına izin vermeyeceklerini söylüyor

Fotoğraf: AFP

Ortadoğu'yu doldurulması için çaba gösterilmesi gereken, aksi takdirde rakiplerin ve düşmanların -ki o zaman Sovyetler Birliği, Çin ve benzeri "komünist" ülkelerdi- ele geçireceği bir "boşluk" (Vacuum) olarak tanımlayan eski ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles (1888-1959) olmuştu.

O sırada önerilen çözüm, ABD'nin rakipleri "çevreleme" (containment) ve kuşatma stratejisinin uygulanmasına katkıda bulunacak bölgesel askeri ittifakların kurulmasıydı.

Zaman, "Soğuk Savaş", dolayısıyla İkinci Dünya Savaşı'nda milyonlarca galon tüketildikten sonra, savaş ve barış zamanlarının vazgeçilmez bir emtiasına dönüşen petrolde önemli kaynaklara ve küresel stratejik konuma sahip bir bölge için yarış zamanıydı.

Dulles'ın fikri, eğer küresel denge kitle imhaya dayalı nükleer caydırıcılık stratejisine dayanıyorsa, o zaman bölgesel arenada da diğer tarafın yararlanabileceği boşluğu dolduran ittifakların kurulması gerektiğini baz alıyordu.

ABD'nin o zamanki önerisi daha sonra "CENTO" adını alan "Bağdat Paktı"nın kurulmasıydı.

O dönemde bölge ülkelerinin birçoğunda devrim rüzgarları esiyordu. Lider Cemal Abdunnasır'ın o zamanki pozisyonu, bölgede boşluk olmadığı çünkü halklarının ve sakinlerinin bölgeyi modernleşme ve ilerleme özlemleriyle doldurduğu, bir düşman varsa da, Sovyetler Birliği değil, bölgeye plansız bir şekilde gelen, saldıran, el koyan ve işgal eden İsrail olduğu yönündeydi.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Belki bugün de düne benziyor. Zira ABD Başkanı Joe Biden bir kez daha Ortadoğu'da bir boşluk olduğunu ve bunu kimsenin doldurmasına izin vermeyeceklerini söylüyor.

ABD'ye göre dünün Sovyetler Birliği'nin yerini Ukrayna'yı işgal eden Rusya aldı.

Çin ise ekonomik ve siyasi nüfuzunu her geçen gün artırıyor. Ama bugün bir de, kendi başına bırakılırsa, bölgeyi ve arkasından ABD'yi tehdit edecek bir nükleer silaha sahip olacak İran var.

Dahası tekrarlanan tarih çemberinin tamamlanması adına ortalıkta dolaşan sızıntılar, geçmişteki ittifaklar gibi daha sonra "Ortadoğu NATO'su" olarak anılan bir Arap "NATO"su kurulması önerisinde bulunulduğuna; ancak bölge ülkelerinin tereddüt ettiğine işaret ediyor.

Bölgede yine, ne ülkeler ne halklar ne de liderler ülkelerinin ve devletlerin üstün çıkarlarının ne olduğunu ve politikalarını buna göre nasıl inşa edeceklerini iyi bilmiyorlardı?

Bir hafta önce düzenlenen "Cidde Güvenlik ve Kalkınma Zirvesi" sırasında ortaya çıkan ve netleşen büyük gerçek, Ortadoğu'da bir boşluk olmadığıydı. Başkan Biden'ın konuşması ile dokuz Arap ülkesinin liderlerinin konuşması arasındaki fark çok büyüktü.

ABD Başkanı konuşmasına Irak ve Afganistan'da savaş alanlarında hayatlarını kaybeden Amerikan askerlerini selamlayarak başladı.

Bu, ABD'nin Başkomutanı için doğal olsa da yaşamını yitiren yüz binlerce bölge sakinine dair hiçbir atıfta bulunmaması doğal değildi. Çatışmalar ve ölüler konusu, Washington'ı dokuz Arap başkentiyle bir araya getiren istisnai ve benzeri görülmemiş bir zirvede, hakkında karar alınması istenen pozisyona dair Amerikan tanımının esasıydı.

Amerikan tanımı bu sefer Rusya, Çin ve İran ile yeni bir yüzleşme halini tanımlıyordu.

Diğer yandan, Suudi Arabistan'ın cömert misafirperverliği ile birlikte, belki de çağdaş Arap dünyası tarihinde ilk kez net bir Arap söylemi sunuldu.

Arap liderler arasında geçtiğimiz haftalardan zirvenin gerçekleştirilmesinden önceki son anlara kadar yürütülen iletişim, koordinasyon ve istişare süreçleri büyük ölçüde başarılı oldu.

Biden'ın Ortadoğu gezisinin İsrail'den başlaması belki de ek zaman tanıyarak bu söylem üzerinde daha derin düşünülmesini sağladı.

Zirvedeki Arap söyleminin üç payandası vardı:

İlki, Arap bölgesinde veya Ortadoğu'da boşluk yoktur.

Aksine, derin reformlar yapan ve ulusal çıkarlarını iyi bilen liderler, konferansın çeşitli alanlarından Cidde'ye bakan tüm pencere ve kapılardan görülebilecek bir kalkınma süreci ile bakışlarını geleceğe çevirmiş halklar vardır.

İkincisi, Amerikan tezi uluslararası sistemin kabul edilebilir hukuk kurallarına dayanması gerektiğine dayanıyor.

O halde 1648'deki Vestfalya Konferası'ndan bu yana konulan bu kuralların en önemlilerinden biri olan devletlerin içişlerine karışmama ilkesini bir kenara itemez.

Denildiği gibi "Mekke ehli, onun yollarını daha iyi bildiğinden" ABD, devletlerin işlerine karışmamalı.

Evi camdan yapılmışken insanlara "demokrasi" ve "insan hakları" taşları atabileceğini hayal etmemeli.

Üçüncü payandaya gelince; Araplar, ABD ile yakın ilişkiler içinde olmayı umuyor.

Ama aynı zamanda her ülke ulusal çıkarları temelinde dünyanın tüm ülkeleriyle karşılıklı yarara dayanan ilişkiler kurmaya da gayret ediyor.


Zirve, herkesin takip ettiği şekilde gerçekleşti. İlk önce Suudi Arabistan-ABD zirvesi düzenlendi.

Daha sonra dört Arap lider ve Amerikan Başkanı arasındaki daha küçük zirveler, ardından da Başkan Biden ve Arap liderlerin konuşmalar yaptığı büyük zirve yapıldı.

İlk zirve, İran'a odaklandığı için sınırlıydı. Şaşırtıcı olansa zirve ile İran'la bir anlaşma yapılması gerektiği açıklamalarının başa baş gitmesiydi.

İkinci zirvedeki açıklamalara gelince; sadece İran tehdidi değil, bölgedeki ve dünyadaki diğer tehlikelerle ilgili de ciddi bir farkındalığı ortaya koydu.

Bu tehlikelerin bazıları, Arap topraklarındaki İsrail işgalinin devamı, küresel ısınma ve su güvenliğinin sağlanmasıdır.

Filistin'in zor durumu hakkında çok fazla esneklik ve farkındalık vardı. Bir kenara bırakılamayacak küresel ve bölgesel meseleler hakkındaki farkındalık ise daha büyüktü.
 


Şaşırtıcı olan, söylenen ve yayımlanan her şeydeki tüm açıklığa rağmen Amerikan basınının, özellikle de "Washington Post" gibi liberallerin, zirveyi tek bir aktörün teatral bir performansı gibi ele almalarıydı.

Tek bir metin, tek jenerik ve ses efektleri varmış, öncesinde ve sonrasında ise yalnızca ıssız bir boşluk bulunuyormuş gibi davranmalarıydı.

Başkan Biden ile Veliaht Prens Muhammed bin Selman arasındaki ilk görüşmelerde yazar Cemal Kaşıkçı konusunda söylenenleri ve yaşananları aktarmaya cesaretleri yoktu.

Bu korkunç olayın acısı büyüktü ama aynı zamanda hukukun işlemesine ve suçluların cezalarını almasına da büyük özen gösterildi. Yaşananlar kuşkusuz büyük bir hataydı.

Ancak bu tür hatalar ABD dahil dünyanın tüm ülkelerinde meydana geliyor.

Nitekim ABD'nin hatalarının Vietnam'daki başlığı "My Lai katliamı" ile Irak'ta Ebu Gureyb'di. Filistin'de gazeteci Şirin Ebu Akile'nin gazetecilik görevini yerine getirirken bir kurşunla yaşamını yitirmesiydi…


Büyük gazetelerin ve televizyon ağlarının zirve ile ilgili haberlerinde profesyonellik yoktu.

Suudi Arabistan tarihindeki en büyük ekonomik ve sosyal reform devrimini gözlemleme farkındalığı eksikti.

Gerçek şu ki bu eksiklik kasıtlıydı, tamamen bir tesadüf ya da meşguliyet nedeniyle gözden kaçırma değildi.

Gerçeklerin peşinde koşan bir mesleğe itaatsizlikti. Başkan Biden dahi hedefe konmaktan kurtulamadı.

Gerçekçi olduğu için eleştirildi. Çok bir şey elde edememekle suçlandı.

Hem kendisi hem de ülkesi için Arap dünyasına dair tamamen bir yanılsama olan ve artık var olmayan bir imaj belirlemiş bir basının kendisine sunduğu tavsiyelere ve mesajlara uymadığı için mahkum edildi.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Sema Sevil

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU