Ölümsüzler galerisinden; Sakine Can'ın anıları yaşayacak, adı insanlık tarihine yazılacak

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Yıl 1984, aylardan haziran...

Elazığ Askeri Cezaevi, 1 No'lu bölümde süresiz açlık grevindeyiz (SAG).

1 No'lu bölüm iki katlı, alt katta daha çok direniş dışında kalan sol görüşlüler, üst katta ise kendilerini "Ülkücü" olarak niteleyen "faşizan" unsurlar kalıyordu.

Ancak bu kez durum farklıydı. Üst katta bulunan üç odada ayrı ayrı 13-15'er kişi bulunan faşizan unsurların arasına Elazığ Askeri Cezaevi, 2 ve 3 No'lu bölümlerden zorla getirilen üçer devrimci serpiştirilmişti.

'Neden' derseniz;

Tek tip elbise (TTE) operasyonu hazırlanıyordu. 


"Buradan kurtulmak mı istiyorsunuz? TTE giyeceksiniz!"  

Elazığ Askeri Cezaevi'nde, 1984 başlarından itibaren tutuklulara tek tip elbise (TTE) giydirme politikası gündeme getirilince, doğal olarak buna karşı direniş de başlamıştı.  

TTE operasyonu 1984 başlarında başlamış, mart-nisan aylarında şiddetlenmişti. Karda kışta coplu sopalı saldırılarla bütün elbiselerimiz toplanmış, üzerimizde sadece atlet-şort kalmıştı.

TTE giymediğimiz için hukuk dışı gıyabi yargılama başlamış, her fırsatta işkence buna eşlik etmişti.

Ağır baskı ve işkence karşısında halktan ve benzeri ilişkiler zorlanmaya başlayınca istenmediği halde, bir nokta gelmiş siyasi gruplar arasında süresiz açlık grevi (SAG) ve ölüm orucu tartışılmaya başlamıştı.

Tartışmaların kokusu cezaevi idaresine gitmiş olmalıydı ki, önce içimizden nispeten zayıf diyebileceğim bir arkadaşı "1800 Evler"de bulunan "Bölge Trafik Müdürlüğü" örtüsü altında kamufle edilen işkencehaneye aldılar.

Sonra onun ifadesine dayanarak beni sorguya aldılar.

Sorgulamanın daha ilk anlarında anlaşıldı ki, sorguda bana TTE giydirip cezaevine göndermek istiyorlardı. Amaç moral bozmak, direnişi kırmaktı. 

Kaçıncı gün oldu bilmiyorum, bu arada cezaevindeki tartışmalara bağlı olarak SAG'ne başlamıştım. 

Epey uğraştılar, sanırım 15 gün kadar sürdü. En sonu TTE ile bir fotoğrafımı dahi çekemeyince cezaevine geri gönderdiler.

Cezaevine getirildim ama kaldığım cezaevinin 3 No'lu bölümüne değil, "faşizan" unsurların kaldığı 1 No'lu bölüme getirilmiştim. 

Henüz kapıdan girerken o ne karşılamaydı… Ardından sözde saldırıyı engellemek isteyen askerlerin faşist saldırıyı kolaylaştıran tutumları…

Neyse ki 3-4 devrimci arkadaş da vardı, yara bere içinde de olsa saldırıdan sağ salim çıkabildik.

Ben sorguya alındıktan hemen sonra, nisan ayının üçüncü haftası olmalı, cezaevinde tek tip elbise (TTE) direnişi süresiz açlık grevine dönüşmüştü.

Cezaevi idaresi kendi ölçülerince öncü kabul ettiği bir grup devrimciyi 2 ve 3 No'lu bölümlerden zorla alıp, üçer üçer üçer 1 No'lu bölümün odalarına ayrı ayrı koyarken, onlara tek bir koşul dayatmıştı;

Buradan kurtulmak mı istiyorsunuz? TTE giyeceksiniz!


Cezaevi idaresi, sabah-akşam "er altı" sayım vermemizi istiyordu. Biz tutuklular cezaevi idaresinin istediği biçimde onur kırıcı sayım vermediğimizden dolayı onlarca asker copla sopayla saldırıyor, adeta linç ediyorlardı bizi.

Yetmiyor, sabahtan gece yarılarına kadar "faşizan" unsurlar fırsat buldukça saldırıyor, asker sözde araya giriyor ama ne araya girme…  

"TTE giymediğiniz için bunlar oluyor, sizin inadınız yüzünden size dayak atmak zorunda kalıyoruz, üstelik sabah-akşam dinlenemiyoruz bile" vb. diyerekten her seferinde ağır bir coplu, sopalı dayak faslından geçiriyorlardı.

Bağırıp çağırma, küfür, hakaret gırla…  

Can güvenliği nedeniyle geceleri nöbet tuttuğumuzdan açlığa eşlik eden uykusuzluk hali perişan ediyordu.

İşte böylesine ağır, insanlık dışı koşullar arasında akşam olmayı bilmeyen gündüzleri, bitmek bilmeyen geceleri yaşıyorduk. 

Koşullar gerçekten ağırdı.  

Askeri idarenin sert ve tavizsiz tutumu, içimizde çözülmelere ve direnişi bırakmaya yol açıyordu.

Bu, kalanları olumsuz etkiliyor, yeni bırakmaları getiriyor, cezaevi idaresini ve "faşizan" unsurları sevince boğuyordu.

Bu arada TTE karşı İstanbul'da süren ölüm orucu kayıplarının verdiği acılar sarsıyordu.


"Onurlu olsun diye ikna etmeye geldim"

Bizi günde bir kez, bir saat kadar ön tarafta bulunan camlı pencereli odada havalandırmaya çıkarmaya başlamışlardı.

Böyle bir havalandırma anında dışarı baktığımda annemin ve kız kardeşim Hüsniye'nin diğer ailelerden ayrı bir yerde oturduklarını görünce merakım arttı.

Ne olmuştu da annem aynı kaderi paylaştığı ve bir arada tutmak için çaba sarf ettiği diğer ailelerden uzak oturuyordu. 

Çok geçmedi. Beni ziyarete çağırdılar. Cezaevi müdürü ve görevli askerler annemi getirdiler.

Beni direnişi bırakmaya ikna etmek için annemi getirmişler.

Annem geldi, karşıma oturdu. Kısa bir hâl hatırdan sonra, dışarıda ailelerden ayrı oturmasının anlamını sorunca, 'Oğlum, insanlar zayıf düşebilir, çok kişi direnişi bırakıyor ama ben bırakanlara, ailelerine tavır aldım' dedi ve devamla 'Onlarla biz çözeriz, biraz düşünsünler istedim' dedikten sonra, Askeri Cezaevi 1. No'lu Bölüm müdürüne doğru parmağını uzatarak, 'Bunlara bizi rezil etme, sakın bırakma' dedi.

Annemi duyan Cezaevi Müdürü, 'Hani ölüm orucunu bırakmaya ikna etmeye gelecektin' dedi, annem de 'Onurlu olsun diye ikna etmeye geldim' dedi. Bunu söylerken de hem içi kan ağlıyordu hem gözyaşları süzülüyordu. 1


'...Benim çocuğum ve arkadaşları, TTE kalksın istiyorlar' 

Annem cezaevinden çıkar çıkmaz borç harç bir yerlerden biraz para buluyor, otobüse atladığı gibi doğrudan Ankara'ya gidiyor.

Artık kim söylüyorsa, Cumhuriyet gazetesinin yazarı kıymetli insan Uğur Mumcu'yu buluyor, ona kendini tanıtıyor ve bizim durumumuzu anlatıyor.

Uğur Mumcu, tarihin o döneminde askeri de etkileyen bir şahsiyet.

Annemi alıp Genelkurmay'ın ilgili birimine götürüyor.

Konuşulan komutan İstanbul'da süren ölüm orucunun talebinin 'siyasi tutsaklık' olduğu iddiasından hareketle çözümsüz bıraktığından, bizim Elazığ'daki direnişimiz için de "Siyasi tutsaklık hakkı istiyorlar" diyor.

Annem, "Hayır, size yanlış bilgi vermişler, benim çocuğum ve arkadaşları, TTE kalksın istiyorlar" diyor.

Bunları derken yanında Uğur Mumcu da var.

İlgili komutan Elazığ'da ilgili komuta merkezine telefon ediyor…

Öğleden sonra ne görelim, kaldığımız cezaevi odasına general düzeyinde bir rütbeli geldiğini gördük. Üstelik meseleyi çözmek; SAG'ye son vermek için geldiğini söylüyor.

Sanki bir tür mucize!

Şaşkınız, Askeri Cezaevi'nin diğer bölümlerinde açlık grevi bırakılmış, 1 No'lu bölümde dahi 3-4 kişi kalmışız.

An itibarıyla ne direnişin sorunlarının çözüleceği ne annemin marifeti aklıma geliyor…

Ama işte bırakalım cezaevi müdürünü, sıkıyönetim bölgesinin üst düzey bir komutanıyla çözüm için görüşmeye başlamışız.

Bu görüşme 3-4 gün üst üste sürüyor.

Israrla ertelemeden TTE uygulamasına ve işkenceye son verilmesini, kitap, dergi ve diğer sosyal koşullar ile ilgili düzeltmeler, kazanımların bize saldıran "faşizan" unsurlar ve direnişi bırakanlarda dahil, bütün tutuklulara verilmesini istiyoruz.

Taleplerimiz kabul ediliyor. 

(Kıymetli insan Uğur Mumcu'yu saygı ve sevgiyle anıyorum.)


2018...

Ben 4 Şubat 2018'de tutuklandığımda, yol arkadaşıma telefon ediyor:

'İki evladımı kaybettim, birini de cezaevinde çürüteceklerdi. Onu oradan kurtardım ama koruyamadım, yine aldılar. Çok yaşlandım, son kez göremeyeceğim. Gücüm yetmiyor onu almaya, sana, arkadaşlarına emanet ediyorum' demiş.

Emboli sebebiyle bilinci kapalıydı hastanede, yoğun bakıma götürecektik, sarıldım, 'Anne ben geldim, sen yıllarca peşimden koştun; ben geldim, duyuyor musun' dedim.

Gözleri açıldı, gözlerinden yaş aktı. Doktorlar şaşırdı çünkü bilinci kapalıydı.

Daha sonra doktor, 'Ardında bıraktıklarıyla derin kaygısı olan anneler bunu yapar' dedi. 2


Bir çığlık sustu

Anneler 12 Eylül direnişinin motoru oldular, hayatta kalmamızı sağladılar, devlet kapılarında dolaştılar. Bizi korudular. Onlar olmasaydı ben belki hayatta olmazdım; birçok arkadaşım da öyle...

Sakine Can bizim başımıza birşey gelmesin diye hep yanımızdaydı, bütün çocuklarını okuttu.

Hayatı boyunca hep o ormanda tek başına kalmış çocuk gibi yaşadı, çığlık çığlığa.

Çocuklarını korumak için çığlık çığlığa yaşadı. Bir çığlık sustu.

Anılarını yaşatacağız, adları insanlık tarihine yazılacak. 3


Sakine Can'ın çığlığı sustu ama o unutulmayacak

İşte vazgeçmiyorsak; o ve onun gibi büyük ve özverili insanların mücadelesi sayesinde vazgeçmiyoruz.

Ağır bedeller ödeyen,

Dersim kırımında babası ve on amcası gözleri önünde kurşuna dizilince çığlık çığlığa ormanda günlerce koşan,

1970'li yıllarda iki çocuğu katledilen,

12 Eylül darbesinin ardından 19 yıl hapiste kalan oğlu, Celalettin Can için cezaevleri önünde çığlık çığlığa direnen,

Annem Sakine Can'ı unutmuyoruz, ölümünün 4. yıldönümünde saygı, sevgi ve hasretle anıyoruz.  

 

 

1,2,3.  Ayça Söylemez ile söyleşiden… İstanbul- BİA Haber Merkezi, 9 Temmuz 2018

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU