Geçtiğimiz pazar günü Kolombiya tarihinde ilk kez bir sol aday başkanlık seçimlerinde yüzde 40'ın üzerinde oy alarak ikinci tura kaldı.
Fakat büyüleyici Karayip ülkesinde geçen sene milyonların katıldığı ve aylarca süren protestoların üzerinden gelen bu zafer bir deprem etkisi yapmışa benzemiyordu.
Seçim sonuçları açıklandığında henüz hava aydınlıktı: Başkent Bogota'nın parklarında ana babalar çocuklarıyla sakin pazar gezilerini yapmaya devam ediyordu.
Meydanlarda kuşlar uçuşuyor, satıcılar işlerine bakıyordu. Etrafta korna çalan zafer konvoyları ya da slogan atan parti taraftarları görünmüyordu.
İkinci tura kalan adaylar otellerinde bir grup gazeteciyle başarıları üzerine konuşuyordu.
Bazı mahallelerde seçim merkezleri önünde müzik ve eğlence vardı ama bu ülke tarihinde hiçbir zaman başkanlık mücadelesinde bu biçimde bir aktör olmamış solun başarısını karşılamıyordu.
Üstelik solun adayı Gustavo Petro ilk turda rakibine yüzde 12 fark atmasına rağmen belirgin bir kutlama yapılmadı.
Petro destekçilerinin toplandığı yerlerde sevincin yanı sıra biraz da burukluk vardı.
Tuhaf ama birçoğu elde edilen oy oranını küçümsüyordu.
Oysa bu ülkede oldum olası parlamenter siyaset sağa özgü bir şeydi: Solcu başkan olmaz gerilla olur gibi bir algı hakimdi.
Neredeyse bir asırdır dönemsel olarak şiddeti azalıp çoğalan iç savaşlarda tenleri kavrulmuş Kolombiyalılar bir solcunun devletin başına gelmesi ihtimalini akıllarından bile geçiremezdi.
Bu algı biraz olsun, FARC'ın silah bırakıp Manuel Santos hükümetiyle 2016'da nihai barış anlaşmasını imzalamasıyla kırıldı.
Kolombiya'da son 40 yılda "gerilla ile barış" denenmiş bir şeydi. 1985'de FARC'ın legal siyasete katılımı kurduğu yasal bir partinin adaylarının ve üyelerinin binlercesinin öldürülmesiyle sonuçlanmıştı.
Gustavo Petro o yıllarda "M19" isimli sansasyonel eylemler yapan bir örgütün yöneticilerindendi. Kod adını Gabriel Garcia Marquez'in "Yüzyıllık Yalnızlık"taki Albay Aureliano Buendia'dan almıştı.
Kolombiya'nın eski başkanlarından Cesar Gavira Trujillo anılarında, 1986 seçimlerinde başkan adayı Alvaro Gomez Hurtado'nun M19 tarafından kaçırılması üzerine, Marquez'i aracılık yapması için Meksika'da ziyaret ettiğinden bahseder.
M19 Alvaro Gomez Hurtado'yu meclisi bir barış anlaşmasına zorlamak için kaçırmıştı. Kentlerde etkin olan örgüt 6 Kasım 1985'de Yüksek Mahkeme baskını sonrası bütün prestijini yitirmişti.
Neyse ki Gustavo Petro örgütün yüksek komutanlığında değildi. Silahlı Kuvvetlerin müdahalesiyle bir katliama dönüşen eylemden bir ay önce tutuklanmıştı.
M19 ile Kolombiya hükümeti 1990'da barış imzaladı. 1991 anayasa reformuyla da M19 örgütü Demokratik İttifak Partisi "PAD" adını alarak katıldığı seçimlerde 9 senatör, 12 milletvekilliği kazandı.
Gustavo Petro o seçimlerde ilk kez milletvekilliği koltuğuna oturdu.
Yani Petro Kolombiya'daki ilk başarılı "gerilla ile barış" deneyiminden doğan bir siyasetçiydi.
Şimdi bir başka barış anlaşması onu başkanlık yarışının en önemli adayı haline getirdi.
FARC anlaşması üzerinden geçen 6 yılda ormanda gerilim azalmasa da kentlerde ve siyasette silahın ağırlığı azaldı.
Bir tarafta gerillanın diğer tarafta paramiliter güçlerin olduğu politik gerilim büyük oranda ortadan kalktı.
Bu sayede sandıklarda önemli bir usulsüzlük ya da şiddet olayı gerçekleşmedi.
Şiddete bu kadar batmış bir ülkede seçim günü önemli bir hadisenin yaşanmaması da Kolombiya demokrasisi açısından önemli bir kazanımdı.
Bu ülkenin tarihini bilen benim gibi bir yabancı, bütün bu başarıların Kolombiyalı solcuların neden kendilerine daha fazla güven ve motivasyon sağlamadığını sorguladığında, ikinci turda sağın birleşerek seçimi kazanacağı cevabını alıyor.
İkinci turda Petro'nun rakibi olan Rodolfo Hernandez 6 milyona yakın, daha sağcı aday Federico Guiterrez ise 5 milyon oy aldı. Petro ise şimdiden 8 buçuk milyon oya sahip. Bu durumda sağın oyları daha fazla görünüyor.
Fakat siyasette işler matematikte olduğu gibi bir kesinlikle yürümüyor.
Eğer öyle olsaydı geçen yıl birinci turda sadece yüzde 25 oy alan Gabriel Boric bugün Şili devlet başkanı olamazdı.
Öncelikle ekonomik sıkıntıların sosyal patlamalara neden olduğu bir ülke koşullarında sağın etkisi sınırlıdır.
İkincisi Hernandez ile Guiterrez farklı türde sağ adaylar. Bunların oylarının fire vermeden konsolide olması düşünülemez.
Rodolfo Hernandez "Kolombiya'nın Trump'ı", demagojik bir yolsuzluk karşıtı milyoner, Hitler hayranı ve 77 yaşında etkin bir TikTok kullanıcısı.
Popülist sağcı söylemleri ses getirse de onu başkan yapmaya yetmez. Diğer sağ kesimin oylarına ihtiyacı var.
Birleşmeleri halinde Guiterrez'in temsil ettiği "Uribecilik" ya da paramilitarizm ise diğer kesimdeki bazı sağcıları sandıktan kaçıracak bir etkiye sahip.
Diğer yandan nasıl ülkede bir "anti-Uribe"cilik varsa "anti-Petro"culuk da mevcut. Bu da Hernandez'in hanesine yazılacak bir artı olarak kayda geçirilebilir.
Fakat zamanın ruhu, yani ülkenin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik koşullar ve ilerlediği reformcu siyasal yön Gustavo Petro'nun kimliğiyle bütünleşiyor.
Üstelik Petro ve yanındaki Afro-Kolombiyalı başkan yardımcısı Francia Marquez çağdaş bir enternasyonal imaja sahip.
Küba-Venezuela-Nikaragua'daki yönetimlerden uzak, Şili'deki Boric eksenine yakın duruyorlar.
Dolayısıyla eski gerilimleri beraberinde taşımadıkları için içeriden ve dışarıdan fazla baskı görmüyorlar.
Muhtemelen Petro ikinci turda Şili'de Boric'in kampanyasına benzer bir yol izleyecek. Kurumsal, uzlaşmacı ve istikrardan yana sosyal bir politik hat çizecek.
Ayrıca şunu da eklemeliyim ki Boric'in kampanyasına destek veren bir sağcı yoktu ama eski gerilla Petro'nunkini şimdiden destekleyenler var.
Bunlardan en şaşırtıcı olanı paramiliterlerle ilişkili bir isim Muhafazakar Parti'den William Alfonso Montes.
Sadece bu bile Petro'nun sağ cephede bir çatlak yarattığının kanıtı.
Pazar günkü seçimlere yüzde 54,9 ile 1998'den bu yana en yüksek katılım sağlanan seçim oldu.
Fakat Petro'nun yine aday olduğu 2018 seçimlerinde de rakam buna yakındı (yüzde 53). Yani önemli bir fark yaratılmadı. Özellikle genç kuşağın sandığa ilgisi zayıftı.
Eğer Petro, Şili'de Boric'in ikinci turda yaptığı gibi 1 milyon yeni seçmeni sandığa taşıyabilirse zafer kaçınılmaz olur.
Petro'nun kazanması geçen yıl Şili ve Honduras seçimlerinde solun başarısının bir devamı olacak.
Ayrıca önümüzdeki ekim ayında Brezilya'da İşçi Partisi lideri Lula'nın başkanlık yarışının en güçlü adayı olduğu düşünülürse bölgeyle de uyumlu bir bağlamı var.
Bununla beraber Petro'nun halkın ve kıtanın beklentilerine ne kadar karşılayacağına dair bir soruya, bu tarz yönetimlerin en azından neoliberalizmin yıkımını aşmaya çalışacakları cevabını verebilirim.
Tabi sosyal politikalar her zaman siyasal olanla başat gitmeyebilir. Yani halkçı yönetimlerin jeopolitik konularda sosyal meselelerdeki kadar sorumluluk alması mümkün olmayabilir.
Zaten kıtadaki sol yönetimler iki ayrı eksende konumlanmış durumda. Petro da yerini Boric'in yanında ayırttı.
Bu açıdan 15 yıl önceki bolluk döneminde solun en popüler liderlerinin öncülük ettiği bölgesel bloğun yeniden oluşması zor.
Ancak son dönemde Meksika Devlet Başkanı Manuel Lopez liderliğinde başlatılan bölgesel konsolidasyon girişimi belki bir diğer bölge devi Brezilya'da Lula'nın iktidara gelmesiyle güçlenebilir.
Hepsi bir tarafa 19 Haziran'da Kolombiya'da Latin Amerika solunun tüm renklerini barındıran Gustavo Petro'nun cephesi kazanırsa bu uzun süredir değişim için mücadele eden halkın başarısı olacaktır.
Siyasette iyimser olmak ve iyi olan her gelişmeyle umudu güçlendirmek esastır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish