Ukrayna'daki savaşın yol açtıkları arasında şu iki durumun da olduğu artık aşikar.
Birincisi, pek çok bölgesel ve uluslararası sorun ve çatışmanın öneminin azalması. Ancak bu onların yatıştığı anlamına gelmiyor.
İkincisi, uluslararası ilişkilerde açığa çıkan somut bir boşluk. Bunun nedeni de Ukrayna'da Moskova'nın prestij ve heybetinde görülen çatlaklar.
Savaş etiği olarak bilinen kuralların, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in, son 10 yılda ülkesi hakkında yaymaya çalıştığı güçlü, genişleyen askeri kapasitesi ve uluslararası siyasi nüfuzu olan büyük bir güç imajının aldığı darbe.
Rusya'nın modern ekonomisinin gözler önüne serilen kırılganlığı ve kapalı kültürü. Devam eden savaşın önümüzdeki haftalarda veya aylarda getirebileceği yakın tehlikelere, Ukrayna olayıyla meşguliyet ortasında ateşi sönmeyen diğer çatışmalara, küresel ekonomi üzerindeki yansımalarına, keskin siyasi ve ideolojik gerilimler ve saflaşmalara bir de bu boşluğu ekleyelim.
Bütün bunların, Arap dünyasında örtüşen ve etkili rolleri nedeniyle başta İran, İsrail ve Türkiye olmak üzere Ortadoğu'nun özellikle büyük aktörleri üzerindeki yansımalarına kaçınılmaz olarak tanık olacağız.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
İran açısından, eli kulağında olan nükleer anlaşmaya dönüş daha zor hale geldi gibi görünüyor.
Anlaşmayla ilgili haberlerin medyada artık manşetlerde yer almaması elbette başarısızlık anlamına gelmiyor, aksine mesele hem Tahran hem de Washington'un kulislerindeki bir iç mesele haline geldi.
Anlaşmanın bir koşulu olarak İran Devrim Muhafızları'nın ABD terör listelerinden çıkarılması talebinin öne çıkması konuyu daha da karmaşık hale getirdi, çünkü iki taraf da kendi iç sebepleri nedeniyle bu konuda geri adım atamaz.
Özellikle de bir bütün olarak meselenin 2015 yılında imzalandığı günkü önceliğini kaybettiği göz önüne alınırsa anlaşmaya sıcak bakan Başkan Joe Biden yönetiminin bu talebi kabul etmesi mümkün değil.
İran ise özellikle İbrahim Reisi yönetimindeki hükümette belirleyici bir paya sahip olduğundan Devrim Muhafızları'nın artan otoritesi nedeniyle geri adım atamaz.
Bir yandan Rusya'nın önemli bir taraf olması, diğer yandan Tahran ile seçkin ilişkileri nedeniyle Ukrayna hadisesinin müzakerelerin seyri üzerinde yansımaları olacağını da göz ardı edemeyiz.
Ufuktaki bu tıkanıklık, Tahran'ın milyarlarca dolardan yoksun bırakılması, yaptırımların, ülke içinde yaşanan ekonomik ve sosyal sıkıntıların devam etmesi anlamına geliyor.
Nükleer anlaşmanın yanı sıra İran ne kadar diretirse diretsin Irak arenasında zorluklarla ve gelişmelerle karşı karşıya olduğunu gizleyemez.
Elbette bu, gücünü kaybettiği, halen rakiplerine roket saldırıları düzenleme, cumhurbaşkanlığı seçimlerini sürüncemede bırakma, Lübnan'da olduğu gibi kurumları engelleyerek kendi araçları aracılığıyla hükümeti kurma yeteneğine sahip olmadığı anlamına gelmiyor.
Suriye'ye gelince, İran hedeflerinin önünde giderek artan engellerle karşı karşıya bulunuyor. Ukrayna ile meşgul Rusya'nın rolü geriler ve İsrail askeri operasyonlarının yoğunluğu artarsa, sorumlulukları artabilir, hatta nüfuzu pekişebilir.
Lübnan'a gelince, Tahran için en istikrarlı güç noktası olmaya devam ediyor. Tahran, Mayıs ayında yapılacak yasama seçimlerinin sonuçlarıyla bu noktayı daha da güçlendirmeye çalışıyor.
Yemen'deki İran gerilemesi iki düzeyde belirgin; askeri düzeyde, Husiler birden fazla cephede bozguna uğratılıp geri çekilmeye zorlandı.
Siyasi düzeyde, Riyad Konferansı, seçkinlerin, Yemenli siyasi ve toplumsal bileşenlerin desteklediği bir Başkanlık Konseyine yetki devri konusundaki uzlaşı ile sonuçlandı ve uluslararası toplum da bunu oybirliğiyle destekledi.
İsrail'in de sorunları var. Binyamin Netanyahu'nun politikalarının ektiklerini yurtiçinde ve yurtdışında biçmeye başladı.
İçeride, asıl endişe, İsrail içindeki Araplar ve işgal altındaki topraklardaki Filistinlilerin temsil ettiği iki yönüyle Filistin meselesi olmaya devam ediyor.
Kudüs'ün tanık olduğu olaylar, İsrail'in bedel ödemeden almaya alıştığı sürece olabileceklerin sadece bir başlangıcı.
Bu, krizin iç koşullar ve bölgesel faktörlerin etkisiyle daha da şiddetleneceği anlamına geliyor. Başbakan Naftali Bennett bile şiddetten sorumlu tuttuğu aşırı sağın uygulamaları nedeniyle sıkıntılar yaşamaya başladı.
Dış ilişkilere gelince, her zaman açıktan karşı çıktığı, ama çıkmazın devam etmesi ve İran'ın uranyum zenginleştirmekte ilerleme kaydetmesi yerine örtülü olarak geri dönülmesini tercih ettiği nükleer anlaşmayla ilgili müzakerelerin dondurulmasından İsrail de etkilenecek.
Zira anlaşmaya varılamaması ve İran'ın nükleer programında ilerlemesi, İsrail'in kaçınmak istediği askeri harekât ihtimallerini ve risklerini artıracak.
İsrail, kuzey sınırlarında da bir kriz ile karşı karşıya, çünkü varlıkları şu ana kadar Lübnan sınırları ile sınırlı olan İran ve milisleri artık İsrail'in Suriye ile sınırı olan Golan Tepeleri'nde de varlık gösteriyorlar.
İsrail ayrıca Ukrayna'daki savaşın ardından Suriye'deki Rus varlığının geleceği ve Moskova'nın Batı ve özellikle de Washington ile ilişkilerinin bozulmasıyla ilgili endişelerini de bastıramaz oldu.
Zira ABD-İsrail ilişkileri iki stratejik müttefik arasında eşi görülmemiş bir soğukluk yaşıyor ve bu da, nihayetinde kabuğunu değiştiremeyecek ve Washington'un onayını kazanmak zorunda olan Tel Aviv'deki karar çevrelerini endişelendiriyor.
B
ölgedeki üçüncü etkili ülke Türkiye ile ilgili olarak, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin performansında, özellikle de ABD, İsrail, genel olarak Batı, özelde Avrupa ve NATO'ya yönelik pozisyon ve politikalarındaki hızlı rotasyonda işaretleri görülen zor bir aşamadan geçiyor.
Elbette Ankara, Moskova konusundaki tavrını belirlemedi ve Tahran ile ilişkilerini bozmadı. Ancak, dünyanın Erdoğan'ın politikalarında neredeyse unuttuğu ılımlılık özelliği, bugün, sonuçları garantisiz seçimlerin arifesinde yeniden egemen hale geldi.
Tek istisna, Türkiye'nin PKK ile ilgili endişesi. Bu endişenin kökleri halen söylemine hakim. Nitekim geçen pazartesi günü kuzeybatı Irak'ta PKK'ya karşı başlattığı operasyonda olduğu gibi, yakın zamanda kuzeydoğu Suriye'deki YPG'nin "başını ezmek" ve onlara yönelik operasyonları genişletmekle de tehdit etti.
Ankara'nın Washington, Bağdat ve Şam ile sorunu Kürt sorunu etrafında dönüyor. Bu noktada şu soru öne çıkıyor;
Türkiye değişimlere uyum sağlayabilir mi, yoksa nüfuzunu tehlikeye atma ve kendi içinde krizlere yol açma riski mi alıyor?
Bölgedeki üç etkili ve iç içe geçmiş ülkenin karşılaştığı bazı zorluklara ilişkin bu kısa sunum, onlara komşu ülkelerin en iyi durumda olmadığını ve sorunlarının çoğunun, başta İran olmak üzere bu 3 ülkenin iç işlerine karışmasından kaynaklandığını kesin olarak teyit ediyor.
Dünyadaki değişiklikler, Ukrayna'daki savaş ve nasıl sonuçlanacağının ortasında, Arap dünyasında, alışılmışın dışında bir fikri atılım alanı var mı?
Elbette bu atılım, Araplar arası ilişkiler ve Arap dünyasının dışarısı ile ilişkileri olmak üzere iki yönlü olmalı ve Rusya'nın imajında meydana gelen çatlakları, tanık olduğumuz performansını, Pekin'in Ukrayna olayına ve Washington ile ilişkilerine ilişkin temkinli duruşunu hesaba katmalı.
İran birden fazla ülkeye kollarıyla müdahale etmeye devam ettiği sürece bu, bölgenin güvenliği ve zenginlikleri üzerinde daha fazla hakimiyetine yol açacağı, devrimini ihraç etme politikasını etkinleştireceği ve 1979 devriminden bu yana ektiklerini biçmesini sağlayacağı için Tahran'ın desteklediği bölgesel bir güvenlik sistemiyle ilgili her konuşma, anlamsız.
Mevcut durumda bir değişikliğe olanak tanıyabilecek tek yol, Arap Körfezi ülkeleri, Mısır, Fas ve Ürdün'ü bir araya getiren, özellikle gelişmiş dünyanın anladığı çıkarların ve değerlerin dilini konuşan, geleceğin ortak kader için taşıdığı zorlukları öngören bir vizyona sahip güvenilir bir stratejik ittifak çerçevesi.
Peki, bu çerçeveyi gerçek değil de bir hayal yapan engeller neler?
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Sema Sevil