Osmanlı tarihi ortalama vatandaş açısından yükselme, duraklama ve gerileme devirleri olarak, elbette fetihler merkezli bir bakış açısıyla bilinir.
Osmanlı iktisadı konusunda ise pek merak sahibi olan yoktur.
Ve pek az kişi şu soruyu sormaktadır:
600 yılı aşkın bir süre hükmetmiş, üç kıtaya yayılmış, dünya tarihinde izi olan Osmanlı'nın insanlığa bıraktığı miras nedir?
Felsefede, tıpta, matematikte, astronomide, fizikte, kimyada... Aklınıza gelebilecek temel disiplinlerin herhangi birinde ya da sanat, edebiyat alanlarında bütün insanlığın ortak değeri haline gelen bir katkısı var mıdır Osmanlı'nın?
Geçtim bilimi, sanatı falan, hani dünyanın bildiği, kendisiyle özdeşleşmiş bir üretimi var mıdır?
Lale? Lokum? Baklava? Ayran? Göbek dansı?
Bir ihtimal bunların arasında bir miktar bilinenleri vardır...
Lakin aslında onlar da halihazırdaki coğrafyanın kendi yerelliğine ait unsurlardır.
Halkların ve kültürlerin kesişimiyle oluşmuş bir mutfak ve kültürden söz edilebilir. Bu kültürün oluşumuna Osmanlı'nın dahli ya da katkısı söz konusu değildir.
Peki, Osmanlı 600 yılı aşkın bir süre onca geniş topraklarda hüküm sürmüş ve ne yapmıştır?
Söyleyeyim: Vergi ve haraç toplamıştır.
Osmanlı'nın alametifarikası vergi ve haraçtır.
Anadolu halk kültüründe Osmanlı'yı tarif eden dörtlük şöyle:
Şalvarı şaltak Osmanlı,
Eyeri kaltak Osmanlı,
Ekende yok, biçende yok,
Yiyende ortak Osmanlı.
Evet, Osmanlı bir değer katmadan el koymanın şahikasına ulaşmış yegane imparatorluk olsa gerektir.
Ama hakkını yemeyelim. Osmanlı insanlık tarihinde pek çok gelişmeye dolaylı olarak katkıda bulundu.
Avrupalılar Osmanlı'nın haraçlarından kurtulmak için uğraşırken pek çok keşfe imza attı.
Doğu ticaret yollarını kontrol altında tutan ve Doğu'ya giden her alternatif yolu fethederek tüm ticaretten vergi/haraç toplamayı beceren Osmanlı sayesinde Batı alemi alternatif denizcilik rotaları aramaya başlamış, böylelikle büyük keşifler gerçekleşmişti.
Kral II. Joao'nun emriyle yola koyulan Portekizli denizci Bartolomeu Dias Ümit Burnu'nu dolaşarak Hindistan'a gitmeyi başardı ve alternatif bir deniz yolu keşfedilmiş oldu.
15'inci yüzyılın sonlarına denk gelen bu keşif ile yeni bir dönem başladığı zannedilirken, 16'ncı yüzyılın başında Yavuz Selim Mısır'ı fethetti ve daha sonra Hint Okyanusu'na bir Osmanlı donanması indirilerek Portekizlilerin mesut günlerine son verildi.
O dönem aynı zamanda Osmanlı'nın Afrikalı köle kullanımının hızlanmasına işaret eder.
Malum, yine aynı dönem Batı'nın Doğu'ya ulaşmak için alternatif yol arayışlarında Kristof Kolomb'un sürekli batıya doğru seyrederek Hindistan'a ulaşma hayalinin dönemidir.
Osmanlı'nın vergi ve haraçlarından kaçmak için yol ararlarken koca kıta keşfedilmiştir!
Bu keşif İspanya ve Portekiz'in kaderini de etkiledi ve Amerika'nın İnka ve Aztek medeniyetlerini yağmalamaktan tarihin tekerine ayak uyduramadılar, üretimi küçümseyip Avrupa'nın diğer güçlerinin gerisinde kaldılar.
Evet, yağmacı ve haraççı olan güç kaçınılmaz olarak emek harcamayı ve üretimi küçümser.
Nasılsa üretilene/üretilmişe el koyuyor, zenginliğini artırıyor, bu ona bir güç sağlıyordur.
Yağmacı, esas olarak askeri aygıtı, polisiye kuvveti önemser.
Çok az kişinin merak edip okuduğu kaynaklarda bu minvalde çok çarpıcı bilgiler var.
Mesela Süreyya Faruki (Suraiya Faroqhi) hocamızın Osmanlı zanaatkarlarıyla ilgili yapmış olduğu bir çalışmada (Osmanlı Zanaatkarları, Kitap Yayınevi, 2011) Mısır'ın fethinden sonra çok canlı bir zanaatkar yapısının olduğu Kahire'deki inanılmaz değişimden söz edilir.
Devletin, en başta da askeri aygıtın ihtiyaçları için ağırlaştırılan vergiler Kahire esnaf ve zanaatkarının üzerinde öyle bir basınç oluşturdu ki, bir süre sonra yaygın bir dükkan kapatma ve orduya katılma eğilimi başladı.
Esnaflık ve zanaatkarlıktan kazandıklarını vergiye kaptıran bu geniş kesim, orduya katılıp yağmadan pay almanın çok daha kârlı olduğunu keşfetmişti!
Gelelim mi bugüne?
Gelelim...
Bugünün Türkiye manzarasında üretim önemsizleşmiş ve iktidara yakın durarak, kamuya ait tüm değerleri kişisel servet için yağmalamak temel itki haline gelmiş vaziyette.
Bir dönem dünyayı titreten Osmanlı'nın zavallı bir hale düşerek Türkiye Cumhuriyeti'ne kadar küçülmesi üzerine kimse fazla düşünmüyor anlaşılan.
Coğrafi olarak Anadolu'ya kadar küçülen Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımlılıktan kurtulmak için 100 yıl önce yapmaya başladığı hamleler, üretim için atılan adımlar, inşa edilen fabrikalar satılıp savıldı, halka ait her değer yağmalandı, şimdi fotokopi kağıdı bile karaborsaya düştü.
AKP iktidarına başka ülkeleri yağmalamak nasip olmadığı için elde ne varsa onu yağmalıyor.
Vatandaşın reel geliri açlık sınırının altına bu yüzden düştü. Halkın kursağından lokma alıyorlar. Halka/kamuya ait ne varsa ona el koyuyorlar.
Tarihe bakmayı azıcık bilenler bile bu işin sonunun çöküş olduğunu tahmin edebilecek şuurdadır.
Bu çöküşü kendimiz için eğlenceli bir hale getirip, her şey gözümüzün önünde tahrip olurken 'Yeliz' namıyla bilinen Ahmet Hamdi Çamlı'nın şu sözlerini Batı'nın icat etmiş olduğu internet üzerinden tekrar tekrar dinleyebilirsiniz:
Benim dedem matematiği, mühendisliği icat etmemiş olsaydı, bugün bu Alman, bu Amerikan… Bu Trump'a New York'ta oturduğu yerden bakkaldan bir torba kahvaltılık al gel ve o kahvaltılığın hesabını çıkar deseydin benim dedem matematiği, ilmi, bilimi, teknolojiyi icat etmemiş olduğu bir halde, Trump Efendi, Macron git şuradan bir kahvaltılık al kahvaltı yapalım sonra da bana hesabını çıkar deseydik vallahi billahi hesabı çıkarmak için duvar kadar tahtaya ihtiyaç duyardı...
Ya işte böyle kıymetli okur... Hayat çok acayip...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish