Edebiyattan Sinemaya: Yürek acıtan bir kış masalı; Kar Beyaz

Mehmet Erduğan, Independent Türkçe için Sabahattin Ali'nin "Ayran" adlı öyküsünden Selim Güneş'in beyazperdeye uyarladığı "Kar Beyaz" filmini yazdı

Türk edebiyatının en bilinen Toplumcu Gerçekçi yazarlarından Sabahattin Ali'nin canlı anlatımıyla dikkat çeken, okurunu Hasan'ın duygu dünyasına davet eden betimlemeleri ve simgesel detaylarındaki zenginliği keşfedebilmek için bir kez daha okunmayı hak eden "Ayran" adlı öyküsünü etkili bir görsellikle ele alan "Kar Beyaz" filmini, mart ayında kara bir kış yaşadığımız şu zamanlarda yeniden hatırlayalım istedim.


Yürek acıtan bir kış masalı; Kar Beyaz

Yönetmen: Selim Güneş / Oyuncular: Hakan Korkmaz, Sinem İslamoğlu, Gürsan Piri Onurlu, Kaya Akkaya, Ziver Armağan Açıl, Ruhan Odabaş, Sinan Koçal / Süre: 82 dakika
 

 

Karların beyazında yürek burkan bir masal…


1989 yılından itibaren fotoğrafla ilgilenen Selim Güneş'in 2010 yılına ait bu ilk uzun metrajlı filminde; ıssız ve küçük bir dağ köyünde yaşayan Hasan, babası hapiste olduğu, annesi ise köye dört saat uzaktaki nahiyede hizmetçilik yaptığı için evdeki iki kardeşine bakmak zorundadır.
 

 

Demirci ustası olan babasının siyasi düşüncelerinden dolayı hapse girmesiyle ailesi yokluk içine düşünce küçük yaşında hayatın tüm yükünü sırtlanan Hasan, kardeşlerini doyurabilmek için yaz-kış, kar-kıyamet demeden her gün yürümek ve geri dönmek mecburiyetinde olduğu uzun bir yolu kat edip, beklediği yolcu durağında ayran satarak para kazanma çabasındadır.

Anne babasına düşkün, yürekli ve cesur bir çocuk olan Hasan sorumluluk duygusuyla kışın ayazında, sabahın erken vakitlerinde, ayran dolu güğümünü yüklenerek yoldan geçen minibüslerin yolcularına ayran satmak için yol kenarındaki çay ocağına gider.

Türk edebiyatının en değerli yazarlarından Sabahattin Ali'nin 1938 yılında yazdığı "Ayran" adlı kısa öyküsünden Selim Güneş tarafından sinemaya uyarlanan Hasan'ın bu bir günlük yürek sızlatan hikayesi; ayrılıklar, hasretle bekleyişler, özlemler, pişmanlıklar ve her şeye rağmen insan yaşamında var olan umudu anlatır.
 

 

Bir güğüm ayran

Kar Beyaz; toplumsal mesajlarını semboller üzerinden vermeyi tercih eden Sabahattin Ali'nin ekonomik adaletsizliğin doğurduğu bir ezen-ezilen çatışmasını merkeze alarak yazdığı, Yeni Dünya kitabı içerisinde yer alan "Ayran" adlı kısa öyküsünden uyarlansa da eserin aslı ile filmin arasında pek çok farklılıklar da vardır.

Başlangıcından itibaren, Anadolu atmosferini destansı, masalsı biçimde, işleyen lirik eserlerden ayrılan Sabahattin Ali'nin bu eserinde medeniyetin, modernizmin, demir çağının ve dolayısıyla sanayileşmenin bir sembolü olan tren esas öykünün alt metnini beslerken, Selim Güneş'in günümüzde geçen bu uyarlaması mahrumiyet ve fakirlikle sarmalanmış insanların her şeye karşın umuda tutunmalarını izleyiciye ustalıkla aktarır.
 

 

Film, Doğu Karadeniz'in Artvin'e bağlı bir köyünde, güneşli bir günde, bir tarafta horon eşliğinde eğlenen insanlar, bir tarafta birbiriyle yakınlaşan kızlar delikanlılar, diğer tarafta yemek yapan kadınlar ve göl kenarında oynayan çocukların olduğu bir düğün sahnesiyle başlar.

Ama tam da eğlencenin ortasında iki jandarma gelip Halil'e kelepçe takarak tutuklar.
 

 

Halil bu filmde öykünün kahramanı olan on yaşındaki Hasan'ın babasıdır, ama Sabahattin Ali kendi öyküsünde Halil'in ve diğer iki kardeşinin babalarına dair herhangi bir şey bahsetmediği için film bu açıdan esas öyküden farklılaşır.

Filmde Halil'in hapse girmesinden sonra gelen çetin kışla birlikte Hasan'ın annesi de çareyi kasabada Belediye Reisinin yatalak annesine bakıcılık yapmakta bulur, fakat kadın haftada ancak bir kez çocuklarının yaşadığı eve gelebilmekte ve onlara sadece birkaç günlük yiyecek getirebilmektedir.
 

 

Böylelikle küçük yaşına rağmen kardeşlerine bakma görevini üstlenmek zorunda kalan Hasan da köydeki evlerinde iki küçük kardeşiyle birlikte yaşam mücadelesi vermeye başlar ve kendisinin beslediği inekten elde ettiği sütten ayran yaparak bunu, köyün dışında kalan yol üzerindeki bir durakta yolculara, şoförlere satmaya çabalar.

Hasan ancak birkaç bardak ayran satabilirse ekmek alıp kardeşlerine götürebilmektedir.
 

 

Böylesi günlerden birini kadrajına alan filmde Hasan soğuk bir kış günü yine -artık onun tek arkadaşı olan- güğümünü yüklenir ve köy yollarının birbirine kesiştiği yerdeki durağa yürümeye başlar.

Elinde ağzına kadar ayranla dolu güğüm, ayağında lastik ayakkabılarıyla zar zor yol kenarına ulaşır.

Filmde yine esas öyküden farklı olarak olay örgüsüne yeni karakterler dahil edilerek hikâye genişletilmiştir.

Çay ocağının sahibi Recep ve çay ocağına armut satmaya gelmiş olan Kadir Dede de olay örgüsüne detaylı bir şekilde eklenmiş olan karakterlerden bazılarıdır.
 

 

Hasan'ı koruyan kollayan bir adam olan Kadir Dede söylediği bir cümlenin tahmin edemediği şekilde kötü sonuçlar doğurmasından ötürü pişmanlıklar yaşayan biridir ve o da tıpkı Hasan gibi, getirdiği kış armutlarını satarak ekmeğini çıkartma peşindedir.

Yol kenarındaki bu çay ocağında çalışan ve bitişiğindeki tek odada yaşayan Recep'i nişanlısından zorla ayırmışlardır.
 

 

Recep nişanlısından gelecek mektubu veya haberi heyecanla ve takıntılı bir şekilde beklemektedir, üstelik bu ayrılık onu içine kapanık bir kişiliğe çevirmiştir.

Neredeyse tüm vaktini eski bir radyoyu dinleyerek ve alacağı bir mektubun gelmesini bekleyerek geçirir.

Ayrıca, şehir merkezinden hareket eden minibüsün sürücüsü oğlunu askere göndermiş deli dolu bir adamdır.

Onlara doğru yaklaşan minibüsteki bir yolcu ise tayini çıktığı köye hiç istemeden yol almaktadır.

Evinden çok uzaktaki bu kasabaya tayin edilmiş bir memur olan bu yolcu geride bıraktığı insanları düşündükçe özlemler ve sıkıntılar yaşayan biridir.

Minibüse, o bölgeye tayin olmuş bir yolcu olarak binen bu memurun gözünden seyrettiğimiz müthiş bir doğa içerisinde yapılan bu yolculuk, o yörenin doğal güzelliğinin yanı sıra zorlu şartları ve yaşam dokusu hakkında da izleyiciye fikir verir.

Hasan da durakta minibüsün gelmesini beklerken çoğunlukla annesiyle ilgili anılarını ve yazın yaşadıklarını düşünerek zamanını geçirir.

Gün boyunca soğukta bekleyen Hasan'ın sık sık aklına, eve eli boş gittiğinde ona nefretle bakan kardeşlerinin gözleri gelir ve nihayetinde minibüs geldiğinde heyecanla yerinden fırlayıp koşturarak güğümündeki ayranı bir an önce satmaya çalışır.

Kardeşleri aklına geldikçe iyice paniğe kapılan Hasan olanca gücüyle "temiz ayran!" diye bağırır.

Sonunda minibüsün camlarından biri açılır ve bilmediği bir köye tayini çıkan adam Hasan'dan ayran istemek için onu yanına çağırır.
 

 

Adam iki bardak ayran içtikten sonra ona bir lira verir ve paranın üstünü ister ancak Hasan'da adama verebileceği bozuk para yoktur.

Minibüs kalkmak üzereyken ayranı içen adam verdiği parayı geri ister, Hasan da tereddüt etmeden parayı iade eder, minibüs yavaş yavaş uzaklaşırken adam Hasan'dan hakkını helal etmesini ister.

Bu sırada kar gittikçe hızlanmaya başlayınca Hasan, çay ocağının kar tutmayan bir tarafına çömelir, eve ekmek götürebilmek için mecburen minibüsün geri dönmesini veya yoldan geçen az sayıdaki diğer araçları beklemeye devam eder.

Diğer tarafta Hasan'ın annesi bir köpeğin birkaç kez ulumasından rahatsız olur ve ani bir kararla köye çocuklarının yanına dönmek üzere hareket eder.
 

 

Hasan, durakta beklemeye devam ederken birkaç araç geçer, fakat onlar da hiç durmaz.

Sonunda minibüs geri döner ve Hasan yine minibüsün yanına koşarak ayran satmaya çalışır ama ayran isteyen bir kişi bile çıkmaz.

Minibüs şoförü Sinan ise cevabını bildiği ve olumsuz olduğu için bir türlü veremediği mektubu sonunda Recep'e verir.

Hasan sonunda durakta daha fazla beklemenin bir faydası olmayacağını düşünerek kalkar ve üzüntü içerisinde evin yolunu tutar.

Dönüş yolunda, açlık ve soğuktan bitap hale düşen Hasan, gittikçe yakınlaşan kurt seslerinin de etkisiyle paniğe kapılır.
 

 

Çamura saplanan lastik ayakkabılarını orada bırakır, panik içinde koşmaya başlar, ama sesler gittikçe daha da yaklaşır.

Bir süre sonra elindeki maşrapayı ve güğümü de düşürür.

Balçık gibi karın içinde ne yapsa bir türlü istediği hızda ilerleyemez ve öylece çamura saplanır.
 

 

Hasan kar ve çamurların içinde avucunu açar, elinde misket vardır; misketi temizler ve annesinin gözleriyle aynı renkte olan miskete bakar.

Yeniden ayağa kalkar güğümünü alır ve çakısını çıkartır.

Çakısını karanlığa savururken annesinin sesini duyar, geriye bakar, annesinin ikinci bağırışı ve çığlığı ile film biter.
 

 

Bitmeyen bir umut

Küçük bir çocuğun zorlu yaşamından bir günlük kesitle "Nerede yaşam varsa, orada umut vardır" sözünde karşılığını bulan umudu, çocuklarına tek başına bakan genç bir annenin mücadelesini ve hapiste olan kocasını bekleyişiyle ifade edilen aşkı, hapse girmiş bir babanın hasretini ve ailesinin durumundan dolayı duyduğu acıyı, tutkuyla bekleyen, terk edilmek ve terk etmek üzerine yoğun duygular yaşayan sevdiğinden zorla ayrılmış genç bir köylüyü, gurbette çalışmaya giden yalnız kalmaktan korkan fakat yalnız kalmamak için bir çaba sarf etmeyen genç bir adamı, ispiyonladığı genç bir adamın hapse girmesi nedeniyle suçsuz insanların yaşamak zorunda kaldığı durumdan rahatsızlık duyan bir ihtiyar köylüyü ve bu insanların Hasan'la olan ilişkileriyle birlikte oluşan pişmanlıkları bu filmde birbirine harmanlayan Selim Güneş, tüm bunları etkileyici bir sinematografiyle, Artvin'in müthiş doğası ve sıcak insanların yarattığı atmosfer içinde izleyiciye aktarmayı başarır.
 

 

Selim Güneş fotoğraftan gelen bakış açısıyla, senaryodaki neredeyse her bir cümleyi bir plan olacak şekilde çekerek filmin görsel dilini oluşturur, üzerinde düşünülmüş, anlamlı ve görsel geçişler de filmin görsel etkisini artırır.

Az ve öz diyaloğun olduğu filmde olayları ve duyguları izleyicilere daha çok olayların gelişimi ve oyuncuların performanslarıyla aktarmayı tercih eden Selim Güneş ayrıca film boyunca kullandığı türkülerin belli bölümlerini de diyalog olarak yerleştirerek filme bir özgünlük katmıştır.

Sabahattin Ali'nin Ayran öyküsündeki güçlü betimlemeleriyle ışık, renk ve sesler zihinlerimizde kusursuz bir şekilde canlanırken karanlık bir atmosferde hayvan sesleri ile Hasan'ın iç sesleri o anın korkusunu da okuruna yaşatmıştır.
 

 

Filmin temposuna uygun bir şekilde bu uyarlamaya eşlik eden; ineğin gürültülü ayak sesleri, kapı gıcırtısı, rüzgâr, derenin akışı, Hasan'ın ayak sürüyüşü, kurt ulumalar gibi sesler de adeta öyküde olduğu gibi filmin ritmini belirleyerek olay örgüsüne bir hareket kazandırmıştır.

Ve özellikle "kar" ile "rüzgâr" da filmin birer oyuncusu gibi tüm hikayedeki ilişkileri ve olayları birbirine bağlayan bir unsur olarak kullanılmıştır.
 

 

Hikayedeki beyaz at ise verilen mücadelenin, hayatta dışlanmışlığın ve insanlığa verilmeyen değerle birlikte küçücük bir çocuğun özgürlüğünün elinden alınmasına, çocukluğunu diğerleri gibi yaşayamamasına dikkat çeken sembolik bir detay olmuştur.
 

 

46'ncı Şikago Film Festivali'nde "Dünya Sineması" kategorisinde gösterilen film, 47'nci Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi Film Müziği Ödülü, 15'inci Sofya Uluslararası Film Festivali'nde Jüri Özel Ödülü, 22'nci Ankara Uluslararası Film Festivali'nde En İyi İkinci Film, Umut Veren Yeni Senaryo Yazarı ve En İyi Kadın Oyuncu ödüllerinin de sahibi olmuştur.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU