Son zamanlarda basına yansıyan haberlerde, şu ya da bu 'Kürt aşiretinin' siyasi tercihini değiştirdiğini okuyoruz.
Yaygın olarak da iktidar karşıtı gazete ve internet sitelerinde bu haberleri görmekteyiz.
Haberlere konu olan aşiretlerin isimlerini yazmadan ifade etmeye çalışacağım. Zira yazacaklarımın adları basına yansıyan 'Kürt aşiretleriyle' doğrudan bir ilişkisi yoktur.
İktidar karşıtı medyada servis edilen haberlerin ortak vurgusu "Ak Parti'yi destekleyen 'A' veya 'B' aşiretinin taraf değiştirerek CHP'ye geçtikleri" şeklindedir.
Habere konu aşiretler adına birilerine CHP rozeti takılarak, "aşiretin bundan sonra CHP'yi destekleyecekleri" belirtilmektedir.
Farkındalar mı, bilmiyorum. Hem bu kare görüntüsünü oluşturanlar hem de haber olarak servis edenler, bir yönüyle Kürtlere hakaret etmekteler.
Kürt siyaset dinamiğini parçalamak için iktidarın daha önceleri tevessül ettiği bu yaklaşım CHP'ye de sirayet etmiştir.
Kürtlerin kolektif siyaset dinamiğini bertaraf etmek için başvurulan bu yöntemi Ak Parti 'kanaat önderleri' etiketiyle pazarlanıyor(du).
CHP bunu bir adım ileriye taşıyarak aşiretler üzerinden 'siyasi iradenin ilhakı' olarak tanımlar noktaya geldi.
'İradesiz' bir kitle olarak görülen Kürtlerin nüfuzlu zümre üzerinden CHP'ye kanalize olabileceği varsayılıyor. Kürtleri gerçekten bu şekilde görüyorlarsa, yazık.
Siyaset sosyolojisinin Kürtler için farklı işleyen bir kuralı varsa birileri bize de açıklasın.
Kürt kimliğiyle doğan insanların siyasal irade beyanını aşiret aidiyetine göre tanımladığını varsaymak avadanlıktır.
Aşiret liderinin irade beyanını koşulsuz kabul ederek parti tercihinde bulunma davranışı tartışmaya açık bir konudur.
Belli dönemler için siyaset tablosunun aşiret temsiliyetine göre gerçekleştiği veya gerçekleştirildiği farklı örneklerle anlatılabilir.
Bu yazının konusu bu olmadığı için 'gerçekleşme/gerçekleştirme' faslına girmeyeceğim.
Ancak yine de konuyla bağlantılı olarak Türkiye siyaset tarihinin dönüm noktalarından biri olan 27 Mayıs darbesine atıf yapma ihtiyacı vardır.
Türkiye'nin 27 Mayıs darbesi sonrası siyasal atmosferi içinde bakıldığında Kürtlerin yoğunluklu olarak yaşadıkları illerdeki siyasal tabloyu iki dönem şeklinde tanımlayabiliriz:
27 Mayıs darbesinden 1990'lı yılların başlarına kadar olan dönemde bahse konu yerler için siyasal tercih ağırlıklı olarak 'iktidar partisi' etrafında şekillenmiştir (bu kısımla ilgili olarak yazacaklarımın daha iyi anlaşılmasını veya kanıt isteyen okurlar Nevzat Çiçek'in '27 Mayıs'ın Öteki Yüzü Sivas Kampı' isimli kitabına göz atabilirler).
27 Mayıs'a vurgu yapmamın nedeni şudur: Darbe, Menderes iktidarına karşı gerçekleştiği halde, Kürt halkına dönük pek irdelenmeyen veya irdelenmek istemeyen bir siyaset mühendisliğiyle sonuçlandı.
Dönemin koşullarında nüfuzlu kabul edilen 485 Kürt eşrafı darbe 'gerekçeleriyle' her hangi bir ilgileri bulunmadığı halde derdest edilerek Sivas Kampı'na götürüldüler.
İki yıl süren kamp süresince 'ek 105 nolu varlık yasası' çıkarıldı. Özü şudur: Toprak reformu yapılacak ve topraksız köylülere işlenmek üzere toprak verilecek.
Ancak bu yasal düzenlemeyle kamp bulunan nüfuzlu eşrafın anlayacağı dilde kendilerine şu mesaj verildi:
Ya söyleyeceklerimizi yaparsınız ya da elinizdeki varlıkları alıp köylülere dağıtacağız.
Kamptakiler mesajı doğru algılamış olmalılar ki 'ek 105 nolu varlık yasası' hiç uygulanmadan yürürlükten kaldırıldı ve kampa alınan nüfuzlu 485 kişinin tamamı serbest bırakıldı.
Bu vakanın konumuzla bağlantısına gelince; 'suçlu' görülüp Sivas Kampına götürülenler bir istisna haricinde siyaseten ihya edildiler.
Ak Parti iktidarı dönemiyle sınırlamaksızın yapılacak incelemede Türkiye'nin iktidarına nail olmuş siyasi partilerin bölgesel temsiliyetleri bahse konu nüfuzlu zümreye dayandırıldığı görülmektedir.
İktidara gelen partinin siyaset paradigması fark etmeksizin gerçekleşen bir temsiliyetten söz ediyoruz.
Bu devlet aklının Kürtlerin yoğunluklu olarak yaşadıkları illerin siyasal temsiliyetine dair oluşturduğu tutumdur.
27 Mayıs darbesinden Kürtlerin payına düşen iradesizleştirme politikasının yansıması böyle oldu.
Kürtlerin siyasal iradesi nüfuzlu bir zümre üzerinden 'iktidar endeksli' devlet partisine bağlandı.
1990'lı yılların başından yani HEP'in kuruluşundan itibaren tabloda yeni denklem oluştu.
Nüfuzlu kesimler 27 Mayıs darbesi sonrası bahşedilen konforlu iktidar alanını terk etmek istemedi.
Buna karşılık hem bu sultanın kırılmasını hedefleyen hem de Kürtlerin kolektif irade beyanını temel hak ve özgürlükler çerçevesinde dillendiren yeni bir siyaset aktörü ortaya çıktı.
Nüfuzlu kesimler dışında ortaya çıkan bu siyaset aktörü yeni bir alan açtı. Aşiret ipine sarılan düzen içi partilere karşı düzenin değişmesini hedefleyen yeni alan siyaseti karşılık buldu.
HEP ve devamındaki siyasi partiler baskı ve zorlamalara rağmen yükselen bir ivmeyle devlet aklının 27 Mayıs darbesiyle gerçekleştirdiği siyaset mühendisliğini bitirdi.
Aşiret yapılarının hala bir realite olarak kabul edildiği Hakkâri, Şırnak, Van, Mardin, Batman, Muş, Bitlis, Ağrı, Bingöl, Diyarbakır ve Urfa'nın anılan dönemlerdeki siyasal tercihlerine bakıldığında bu çıplak gerçekliği görmemek için bir engel bulunmadığı halde bugün bile Kürtleri belli bir nüfuzlu zümreye bağlı 'iradesiz' bir kitle olarak görmek avadanlıktır.
Doğu Masası kuran ve bu masa etrafında Kürtlerin gönlüne girmeye çalışan CHP 27 Mayıs'ın tezahürü siyaset aklıyla Kürtlere yaklaşıyor.
Öyle ki genel başkan düzeyinde gerçekleşen kabullerle 'aşiret liderlerine' rozet takma merasimleri üzerinden Kürtlerin CHP'ye 'ilgisi' resmediliyor.
Sanırım birileri 'Doğu Masası'na söylemeli: 27 Mayıs ruhunu Kürtler nezdinde diriltmenin ne size ne de memlekete hayrı söz konusu olacaktır.
Son zamanlarda çok duyuyoruz: Uçak bileti alan çok kişi 'kanaat önderi' kimliğiyle Ankara'nın müdavi olma yolunda.
'Ağa' demenin itici bir yanı olduğunu düşünüyor olsalar gerek, kendilerine 'kanaat önderi' diyorlar.
Nereye baksak kanaat önderi görüyoruz artık. Ak Parti'den kaç tanesi CHP'ye geçiyorsa geçsin. Kendilerinin bileceği iş.
Ama bunu propaganda malzemesi durumuna getirip, Kürtlerin iradesini nüfuzlu bir zümrenin tekelinde olduğunu düşünenlere -Diyarbakırlı gençlerin deyimiyle- acınacağım gelir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish