Şiddetin kurumsallaşması ve bölgeye yönelik tehlikeleri

Devam etmek, uzun soluk ve ciddiyet, özgürlükleri ve insan haklarını savunduğunu, despotluğa direndiğini iddia eden güçlerin şüpheli terk edişinin ve geri çekilişinin ortasında bölgeyi her taraftan istila eden akımlarla yüzleşmek için geride kalan tek yol

Fotoğraf: LuciWest

Geçen hafta yayımlanan "Hayatı Seçiyoruz: Ortadoğu'da Hristiyanlar, Yenilenen Teolojik, Toplumsal ve Siyasi Seçeneklere Doğru" başlıklı bir belge üzerinde durulmaya değer.

Lübnan, Filistin ve Ürdün'den erkek kadın ilahiyatçılardan, beşeri bilimler, jeopolitik ve antropoloji uzmanlarından oluşan bağımsız bir grubun Mısır, Suriye ve Irak'taki mevkidaşları ve meslektaşları ile yaptıkları istişareler yelpazesinden sonra Lübnan'ın Antelias kasabasında belge yayımlandı.

Şu anda genel olarak Arap dünyası ve özelde Lübnan'daki Hristiyanlarla ilgili bir konuya değinmemizin nedeni, bölgedeki bazı Hristiyan akımların bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde İran'ın ulusal, etnik ve mezhepsel gündemini uygulamak için her şeyi göze almalarının yanı sıra azınlıklar ittifakı olarak pazarlanan şeyi destekleyen seslerin artması.
 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Hristiyanlar bu stratejik çerçevenin, bu farklı varoluş ve rolle hiç ilgilenmediğini varsaydıkları Sünni mezhepsel çoğunluğa karşı varlıklarını ve rollerini koruyacağına inanıyorlar.

Buna ilaveten, Afganistan'da Taliban'ın iktidara hızlı dönüşünün ardından bölge, aşırı şiddetin bir tür kurumsallaşmasına tanık oluyor gibi görünüyor.

İlk defa silahlı bir dini örgüt, doğrudan veya dolaylı olarak neredeyse uluslararası bir tanınırlıkla devleti ele geçirdi.

Kaldı ki biz zaten 42 yıl boyunca İran'daki Mollalar yönetimini, bunun iç ve dış düzeylerdeki sonuçlarını ve yansımalarını, İranlıların kendileri ve bölgedeki komşu ülkeler için feci sonuçlarını test ediyoruz.


Bilhassa Lübnan modeli İran yayılmacılığının gün geçtikçe boyutlanan bir oldubitti empoze etme mekanizmalarını özetliyor.

Nitekim Hizbullah ve müttefikleri güvenliği özelleştirmeyi, paralel bir ekonomi kurmayı ve devlet şeklindeki yapıdan geriye kalanlardan ayrı olarak barış ve savaş kararlarını tekellerine almayı başardıktan sonra, kamu idaresini yıkma, kamu kaynaklarını yağmalama, siyasi sınıfa sızma ve zaman zaman ayartma, zaman zaman da korkutma yoluyla boyun eğdirme, Lübnan'ın demokratik kimliğine, özgürlüğüne ve insan haklarına yönelik mevcut varoluşsal bir tehdit oluşturmaya yöneldi.

Aynı şey, İran yayılmacılığının yol açtıkları konusunda aralarında yapısal ve operasyonel  bir ayrım olsa da, Yemen, Suriye ve Irak için de geçerli.


Bazıları bunun sadece bir siyasi mücadele veya nüfuz mücadelesi olduğunu düşünebilir. Bu, olup bitenlerin arka planındaki çatışma gerçekliğinin yüzeyleştirilmesidir.

Çünkü İran'ın önderlik ettiği şey, Ortadoğu halklarının ve toplumlarının kimliğini hedef alan bir medeniyet anlaşmazlığıdır.

İran, İsrail ile belirgin bir noktada kesişerek, hedef ülkelerdeki yerel çevreleri kullanıp bu azınlıkların korunma ihtiyacını genelleştirerek "azınlıklar ittifakı" felsefesini destekledi.

Bu genellemeden önce de ideolojik bir yapı inşa etti. Bu yapıda, Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen'den bölgesel ve küresel haritaya ulusal doku bileşenleri arasındaki kin ve nefreti besleyerek derinleştirdiği azınlıkların haksızlığa uğramışlık hissiyatı yoluyla tarihsel gerginlik ve taassupları seferber etti.

Bütün bunlar Sünni çevrede tekfirci IŞİD'in yükselişine paralel olarak gerçekleşti. Bu, İslam ve Hristiyanlığı, kızlarının ve oğullarının hem Maşrık hem de Arap ulusal kimliklerini aynı anda kuşatan kötü niyetli bir ittifaktı. Bu bağlamda İsrail'in Yahudiliğini unutmamalıyız, ancak bunun için başka bir yazı gerekiyor.


Arap ulusal kimliklerinin öldürülmesi, toplumlarının dokusunun parçalanması, azınlık hastalığının pekiştirilmesi, azınlıklar ittifakının pazarlanması ve demokratik olmayan totaliter, ideolojik, laik veya dini rejimlerden korunma talep etme düşüncesinin genelleştirilmesi, bütün bunlar bölgedeki çatışmanın kültürel arka planını gösteriyor.

Bölgede mezhepçi taassuplar kaşındı, mezhepsel hafızalar harekete geçirildi, Arap Rönesans projesi ve onun modernist oluşumları olgunlaşmadan yok edildi.

Öldürme ve baskı mekanizmaları, tüm aktif ve etkili vatandaşlığa dayalı sivil devletler inşa etme seçeneklerine ağır bastı.


İslam, Hristiyan ya da Yahudi şeriat kaynaklarına yönelik okumaların geliştirilmeye gereksinimi var. Çünkü gelişimin yokluğu, seçkinlerin kamusal meselelere katılımını etkisiz hale getirdi.

Özgürlükler, insan hakları, adalet, taassubu aşan ve farklı olanlarla uzlaşmış bir vatandaşlık için mücadele gibi yüksek çıtalı sloganların görüldüğü Arap Baharı devrimleri bile dini ve siyasi otoriteler ile dışlayıcı siyasi İslam arasında ilan edilmemiş bir uzlaşıyla yok edildi.

Sonuç olarak uygar, insancıl ve modern her Arap projesi infaz edildi.
 

 

Bu sistematik infaz, Müslüman seçkinlerin yanı sıra Arap veya Ortadoğu Hristiyanlarının uygar rolünü hedef alan bir katliamdı.

Bu noktada "azınlıklar ittifakı" anlatısı, "Doğuya yönelme" anlatısıyla örtüştü.

"Arap Hristiyanlar" veya "Ortadoğu Hristiyanları" teriminin yerini "Maşrık Hristiyanları" aldı ve kışkırtıcı bir şekilde bağlamından çıkarıldı.

Bu son terim, Rusya'nın 19'uncu yüzyılda bir Doğu sorunu üretmesi ve kendisini bu veya şu mezhebin hamisi olarak taçlandırmasıyla bağlantılı.

Bunun sonucunda çarpışma seçenekleri gelişti. Rusya Suriye'deki yıkıcı müdahalesiyle bunu bir kez daha yaptı ve bu noktada İran ile arasında bir fark yok.


Yukarıda zikredilenler, eleştirel bir jeopolitik bilimsel yaklaşıma ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Böylece Ortadoğu ve Arap dünyasındaki Hristiyanlar, Doğu Sorunu ya da Doğuya yönelme bağlamlarından ya da baskıcı rejimlere dalkavukluk etmekten veya ölümcül bir azınlık ittifakına katılmayı kabul etmekten vazgeçebilirler.

Çeşitliliği kucaklayan aktif vatandaşlık noktasından hareket ederek Müslümanlarla olan ortaklıklarını yeniden tesis edebilirler.


Buradan yola çıkarak, bu aşamada "Hayatı seçiyoruz" belgesinin, şiddetin kurumsallaşmasını ortadan kaldıracak ve bölgeye yönelik tehlikelerini önleyecek diyalogdaki yerini almasını umuyoruz.

Belgenin bin millik saf bir Arap Hristiyan rolünü yeniden uyandırma yolunda sadece bir adım olduğu doğru, ama aynı zamanda, bir yandan Hristiyanlar arasında yayılması, diğer yandan Müslüman aktörler ve güçler tarafından benimsenmesi hatta kucaklanması için mevcut en geniş alana ihtiyacı var.

Devam etmek, uzun soluk ve ciddiyet, özgürlükleri ve insan haklarını savunduğunu, despotluğa direndiğini iddia eden güçlerin şüpheli terk edişinin ve geri çekilişinin ortasında bölgeyi her taraftan istila eden akımlarla yüzleşmek için geride kalan tek yoldur.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU