Çocukluğumda hep bir bağımızın olmasını isterdim. Yemyeşil, içinde incir ve badem ağaçları olan bir bağ.
Yaz, kış meşgul olacağımız, nefesleneceğimiz ve hayatımızı renklendirebilecek bir sığınak olmasını isterdim.
Çünkü doğduğum kentin dört etrafında bağlar vardı o yıllarda ve hayat bu bağların çevresinde gelişirdi.
Bağ hayata müthiş bir değer ve renk katar, sosyaliteyi geliştirir, insanlar arasında dayanışmayı örüyordu.
Özellikle kerge yani bağ bozumu zamanında olağanüstü bir dayanışma ile üzümler toplanır, kûrn denilen taş havuzlarda ezilir, şirasından pestil, cevizli sucuk ve çikolata renginde kesmeler yapılırdı.
Bir ay süren kerge süreci hem ekonomik döngü, hem de insanlar arasındaki ilişkileri güçlendiriyor, doğayla barışık yaşamasını sağlıyordu.
Yıllar içerisinde bağlar eski önemini kaybetti, kimisi bakımsızlıktan, hastalıktan verimsizleşti. Zaman bağları da kuruttu, eski kültürel yaşantıyı da buharlaştırdı.
Bağlar azaldı, köylerden göç hızlandı, kentler büyüdü. Zamanla Siverek'te eski bağlar arsaya, beton bloklara, taş evlere ya da terk edilmiş pag denilen arsalara dönüştü.
Binlerce yıllık geçmişi olan şire üzümü neredeyse yok oldu ya da yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.
Asırlık üzüm kültürü betona dayanamadı ve artık ekonomik değeri kalmadı. Bu nedenledir ki Siverek'te bağcılık giderek azaldı; yok olma noktasına geldi.
Eski geleneği sürdüren az sayıda aile kalsa da artık Siverek, üzümüyle anılmıyor.
Siverek, tarih boyunca üzümü ile tanındı, bağlarıyla bilindi. Bugün ise durum çok farklı. Üzüm bağı olan aile parmakla gösterilecek kadar az. Siverek kara taşlarıyla baş başa.
Oysa bağ, yani üzüm Mezopotamya kültürünün adeta mayası, tarihsel bir simgesiydi.
Binlerce yıllık geçmişi olan üzüm, aynı zamanda ticaretin ana kaburgasıydı.
Kervanların yükü pestil, kuru üzüm, şarap ve pekmezdi uzun bir süre.
Hristiyan toplumlarda şarap öne çıkarken, Müslümanlarda pekmez önem arz ediyordu. Halen de öyle...
Şarap ile pekmezin arasında kalın duvarlar olsa da, ana maddesi olan üzüm iki toplum için de geçmişi olan harika bir meyve olduğu açık.
Mezopotamya ve Anadolu ile özdeşleşen üzüm binlerce yıllık geçmişi ile toplumları şekillendirmiş, doyurucu bir yemiş olmuş ve ayakta kalmalarını sağlamış.
Buğday kadar eski, buğday kadar önemli bir yiyecek olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim.
Hem ilaç, hem harika bir meyve, hem de içecek olan üzüm gibi başka meyve nadir bulunur. Üzüm bunu başaran meyvelerden.
Eskiden beri kuru üzüm ilaç niyetine tüketilirken, şarap Hristiyanlar için kutsiyeti olan bir içecektir.
Yapılan arkeolojik kazılar fosilleşmiş yabani üzüm çekirdeklerinin 10 bin yıl öncesini tarihlendirmiş.
Doğada yabani şekilde yetişen üzüm ilk kez Hititlerce kültüre alındığı ve yetiştirilmeye başlandığı araştırmalar sonucu ortaya çıkmış.
Buradan yola çıkarak Mezopotamya ve Anadolu'da 5 bin yıllık bir bağ kültüründen bahsetmek mümkün.
Bugünkü bağ bozumu geleneği 5 bin yıl öncesine dayanıyor. Hititlerde de bağ bozumu şenliklerinin yapıldığı çanak çömlek resimlerinden, taşlara yapılan kabartmalardan anlaşılıyor.
Çocukluğumda bir bağımız yoktu; ama elimde bağları fotoğraflayacak bir makinem vardı.
O zamanlar şu anki bilinci taşımasam da, bağları fotoğrafladığım oluyordu.
Zaman zaman yolculuklarda denk geldiğim ya da yakın akrabaların bağlarına gittiğimde fotoğraf çekerdim.
O yıllara ait arşivimi taradığımda kadrajıma ilk kerge fotoğraflarının 1988 yılında yansıdığı görülüyor.
Daha önce çekmiş miyim, bilmiyorum... Zihnimde kalan görüntüler var ama fotoğraflar ortada yok.
Öğretmenlik mesleğine adım attığım 1988 yılının ekim sonu, kasım başında havaların serin olduğu bir dönemde, Siverek'e bağlı Kevkülük/Kuşlugöl köyünün sakinlerini kerge başında fotoğraflamışım.
Köy yeşillikler içinde bir dağ köyüydü. Bağları ve bostanları, Fırat Kıyısında arazileri olan şirin bir köydü.
Bağlarından topladıkları üzümü ya bağlarında ya da evlerinin yakınında kurdukları kerge düzeneğiyle önce üzümü çuvalların içine koyar, çuvallar gençler tarafından ezilir, şırası kazanlara doldurularak kaynatılır, bulamaç haline getirilirdi.
Pestil, cevizli sucuk ve kesme yapan köylüler hazırladıkları bu ürüne yemiş diyordu.
Bağlardan toplanan üzüm sıkıldıktan sonra kazanlarda kaynamaya bırakılır, böylelikle kerge işlemi sürerdi.
Bağların büyüklüğü ve baharın yağışlı geçmesine bağlı olarak üzüm rekoltesine göre kerge bazen iki üç hafta sürerdi. Herkes kendi ihtiyacı kadar üretir, fazlası eşe dosta dağıtılırdı.
Kerge kaynatan köy zaten akraba olduğu için, birbirine yardım eder, bulamaç kapları evden eve dağıtılırdı.
O günler zihnimde tatlı bir anı olarak kalırken, fotoğrafları ise tarihsel bir vesika gibi duruyor. Şimdi bağların çoğu kurudu ya da verimsizleşti.
Köylerdeki bağların çoğunun eski önemini kaybettiklerini söyleyebilirim. Zaman zaman fotoğraf için gittiğim köylerde yaşam değişiyor, daha doğrusu köyler hızlıca nüfus kaybediyor.
Bazı köylerde bağların tümden kuruduğunu gördüm, tanık oldum. Bazılarında ise başka ürünler ekilmiş bağların yerine.
Ama bazı istisnalar yok değil. Yılların birikimini avantaja çevirmek isteyen köyler de var.
Bunlardan biri de yıllardır namını duyduğum, üzüm bağlarıyla ünlü Hilvan'a bağlı Hesenik/Ovacık köyüdür.
Yakın zamanda fotoğrafçı arkadaşlarla köye bir iki kez misafir oldum. Harika üzüm ve fıstık bağları var.
Bir üzüm, bir fıstık fidesi dikilmiş yıllar önce. Köy bu nedenle dört etrafı yeşil fıstık ve üzüm bağlarıyla kaplı.
Bu köy halkının geneli Arap olmasına rağmen köyde üç dilde bir yaşam sürdürülüyor.
Geçen hafta birkaç fotoğrafçı arkadaşla gittiğimizde her bağın içinde kazanlar kaynıyordu.
Daha önce Siverek'te gördüğüm kergelerden farklıydı.
Üzüm burada ticari bir meta olduğu için kimi bağ sahipleri bağ bozumu için işçi çalıştırıyor, günlerce sürecek bir üretim sürecine girdikleri anlaşılıyordu.
Üzümden elde edilen şiradan pestil, kesme ve cevizli sucuklar satılmak üzere kızgın güneşe kurutulmaya bırakılmıştı.
Hesenik'te ilk üzüm bağları 100 yıl önce dikilmiş. Muhtemelen üzüm kültürü çok daha eskilere dayanıyor.
Köyün geneli bağcılıkla uğraşıyor ve çevre il ve ilçelere üzüm ürünlerini pazarlıyor. Üzüm bağları içinde zamanla fıstık ağaçları dikilmiş ve boy vermiş.
Biz gittiğimizde hummalı bir çalışma sürüyordu. Kimisi pestil bezlerini güneşe sererken, fıstıklı kesmeleri kurumaya bırakırken, kimi aileler de bakır kazanlarda pekmez kaynatıyordu.
Ateşin kızıllığı, pekmezin kendine has rengi ve kokusu bizi etkisi altında alırken, gün sona eriyordu.
Yorgundu üzüm toplayan kadınlar, kaynayan kazanları karıştıran erkekler ve çocuklar mutluydu üzümün dönüşüm şenliğinde.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish