İklim değişikliği şimdiden dünya su krizini büyük ölçüde derinleştiriyor.
Yoğunlaşan seller, aşırı sıcaklar, uzun süreli kuraklıklar ile kendisini gösteren iklim krizinin en kötü etkileri, su yoluyla hissedilecek gibi görünüyor.
Halen yaklaşık 2,2 milyar insanın güvenli içme suyuna erişimi yok; 4,2 milyar insan güvenli temizlik koşullarına sahip değil ve 3 milyar insan temel el yıkama tesisatından yoksun.
Susuzluğa bağlı olarak hijyenik olmayan koşullar nedeniyle başta çocuklar olmak üzere her yıl 2 milyon insan hayatını kaybediyor.
Türkiye'nin farklı bölgelerinden gelen haberlerden tüketici ürünlerinin su kıtlığından kaynaklanan bir etkiyle karşı karşıya olduğu anlaşılıyor.
Meriç, Ergene, Gediz, Büyük Menderes, Konya ve Asi Nehri havzalarında yüzey ve yeraltı suyu kullanımı, su kaynaklarının kendini yenileyebilme kapasitesini aşmış durumda.
Ülkemizin bulunduğu Akdeniz havzasında iklim değişikliğinin etkisi kuraklık olarak kendini gösteriyor ve bu devam edecek.
Artık tüm bu aşırı hava olaylarını sadece "hava durumu" olarak görmezlikten gelemeyiz.
Kuraklık etkisinin artması, dünyada suyun maliyetinde ve bulunabilirliğinde etkili olacağı için harekete geçmeliyiz.
Türkiye'de su kıtlığı yaşanması bekleniyor mu?
Susuzluk kapıda mı? Susuzluk tarımı vurmaya başladı mı?
WWF- Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) Genel Müdürü Aslı Pasinli, tarım yazarı Ali Ekber Yıldırım ve çevre ve sürdürülebilirlik uzmanı Umay Yılmaz ile konuştuk.
"Su fakiri olma yolunda ilerliyoruz"
"Türkiye'de su kıtlığı yaşanıyor mu? Yaşanması bekleniyor mu?" sorumuza ilişkin değerlendirmelerini paylaşan Aslı Pasinli, ülkemizde su durumunun genellikle barajlardaki su seviyesi ile ölçüldüğünü belirterek, "Barajlarda yeterli miktarda su olduğu sürece bu konuda bir sıkıntımız olmayacağına inanılıyor. Ülkemizde barajlarda suyumuz varsa su riskimiz yok algısı var ancak bu yanlış bir algı" dedi.
"Son 20 yıllık süreçte, Türkiye'de kişi başına su miktarı yüzde18 oranında azalarak 1,700 metreküp seviyesinden 1,400 metreküp düzeyine düştü. 2030 yılında nüfusumuzun 100 milyona ulaşacağından hareketle kişi başına düşecek su miktarının yılda 1,120 metreküpe ineceği öngörülüyor" şeklinde konuşan Pasinli, sözlerini şöyle sürdürdü:
Son 20 yıllık süreçte, Türkiye'de kişi başına su miktarı yüzde18 oranında azalarak 1,700 metreküp seviyesinden 1,400 metreküp düzeyine düştü. 2030 yılında nüfusumuzun 100 milyona ulaşacağından hareketle kişi başına düşecek su miktarının yılda 1,120 metreküpe ineceği öngörülüyor.
Dolayısıyla artan nüfusumuz ve büyüyen kentlerimizin yanı sıra iklim değişikliğinin de etkisiyle 'su fakiri' olma yolunda ilerliyoruz. Su sıkıntısının şimdiden yaşandığı ve ciddi kuraklık sorunuyla karşı karşıya olan bölgelerimiz var.
WWF (Dünya Doğayı Koruma Vakfı) tarafından yapılan Su Riski Filtresi çalışmasına göre küresel ölçekte su riski yüksek şehirlerin arasında ülkemizden 10 şehrin yer aldığını, bu illerin İstanbul, Ankara, İzmir, Gaziantep, Diyarbakır, Bursa, Mersin, Konya, Adana ve Antalya olduğunu belirten Pasinli, bu durumun etkilerini değerlendirebilmek için Türkiye'nin tahıl ambarı Konya Kapalı Havzası'nı örnek verdi:
Uzun süredir havzada yaşanan su kıtlığına bakabiliriz. Mevcut su kaynaklarının neredeyse yüzde90'ının tarımda kullanıldığı bölgede, suyun yanlış kullanımı ciddi fiziksel riskler getiriyor.
Yakın zamanda bölgedeki flamingo yavrularının topluca ölümü hepimize en acı şekilde bir kere daha ne kadar sürdürülemez bir yolda olduğumuzu gösterdi.
Gölü besleyen su kaynaklarının önündeki engeller, yeraltı sularının plansız, aşırı ve kaçak kullanımı gibi etkenlerle senelerdir gitgide alanı küçülen, su seviyesi düşen ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan Tuz Gölü'nde yaşananlar önlenebilir, flamingolar kurtulabilirdi.
Çözüm önerilerini de sorduğumuz Pasinli, "Su tasarrufu konusunda hepimize düşen görevler var. Ülkemizde toplam su tüketiminin yüzde16'sını haneler gerçekleştiriyor. Türkiye'de kişi başına günlük su tüketimi 216 litre. Gıdalarımızın ve kullandığımız eşyaların üretiminde kullanılan su miktarını dikkate alırsak kişi başına su tüketimimiz günde 5.400 litreye çıkıyor. Bireyler olarak öncelikle evlerimizde her damlayı tasarruf etmemiz gerekiyor. Ancak evlerimizde sadece su tüketimimizi azaltacak önlemler almamız yeterli değil; tüketim alışkanlıklarımızı da gözden geçirmemiz gerekiyor. Her ürünün üretim sürecinde su kullanılıyor ve tekstil, et ve süt ürünleri gibi bazı sektörlerin su ayak izi yüksek. Bu nedenle, ihtiyacın üstünde tüketimden kaçınmak bireysel olarak alabileceğimiz bir diğer kritik önlem" diye konuştu.
"Türkiye'de su riskinin bireyler, tarım sektörü, iş dünyası, kamu ve belediyeler için ortak bir risk olduğunun altını çizmek istiyorum" diyen Pasinli, şöyle devam etti:
Şimdi suyumuz için seferberlik zamanı: doğada suyun doğduğu ve geçtiği alanları koruyarak; tarımda sulama yöntemlerimizi iyileştirerek, sanayide suyu kirletmeden, verimli kullanarak; kentlerimizde dağıtım kayıplarını önleyerek; her damlayı tasarruf ederek; suyumuzu korumayı birlikte başarabiliriz.
"Çiftçiler kuraklığa dayanıklı ürünlere yöneliyor"
Kuraklığın tarıma etkilerini sorduğumuz Ali Ekber Yıldırım, tarımdaki kuraklığa dair herkesin duyarlı olması gerektiğini, kuraklığa dayanıklı ürünlere ilgi olduğunu söyleyerek şunları kaydetti:
Ege pamuğunun üretim merkezi Aydın'ın Söke Ovası'nda üreticiler pamuk üretmekten vazgeçiyor. Üreticiler pamuktan daha az suya ihtiyacı olan ürünlere yöneliyor.
Aydın Valiliği'nin 'Kısıtlı Sulama Programı' kapsamında 2021 yılı sulama sezonunda Adıgüzel, Kemer ve Çine Barajı'ndan sulanan Akçay, Aydın, Bozdoğan, Koçarlı ve Söke sulamalarında çiftçilere sadece 2 kez su verilmesi kararı alındığını duyurması da bölgedeki kuraklığa dikkat çekiyor.
Türkiye'nin farklı bölgelerinde mısır, buğday, ayçiçeği, şeker pancarı, arpa ekimine kayma gözlemleniyor.
"Üretimdeki düşüş sofralarımıza yüksek fiyat olarak yansıyacak"
Çiftçinin kuraklığı yaşayarak öğrendiğini, kuraklık etkisini artırdıkça çiftçinin; "bilseydik bu ürünü ekmezdik, altından çıkamıyoruz" dediğini aktaran Yıldırım, "Kuraklık ile birlikte çiftçinin maliyetleri artıyor. Üretimdeki düşüş sofralarımıza yüksek fiyat olarak yansıyacak. İthalata bağımlılık artacak. Artık tek bir ürüne, tek bir yere odaklanmak fayda vermez. Dengeyi iyi kurmak gerek. Çiftçiye verilen hibe yeterli değil. Hibe özendirilmemeli. Kuraklık sigortası teşvik edilmeli" şeklinde konuştu.
"Türkiye su zengini değil, ama suyu zengin gibi kullanıyor!"
Su tasarrufu denilince evsel kullanımın akla geldiğini, asıl üzerinde durulması gerekenin tarımsal sulamada kullanılan suyun en verimli şekilde değerlendirilmemesi olduğunu belirten Yıldırım, sözlerine şunları ekledi:
Sulamanın geçmişte tek yöntemi vahşi sulamaydı. Tarımsal sulamada sadece salma sulamadan basınçlı sulamaya geçişle yüzde 50 daha az su kullanılabilir. Evsel suyun tamamından fazlası tasarruf edilmiş olur. Mevcut sulama sisteminde iyileştirmeler yaparak modern sulama teknikleriyle sulamada tasarruf edilebilir.
"Suyun ne zaman nerede bulunur olacağı eskiye göre daha belirsiz hale gelecek"
İklim değişikliğinin su kaynakları üzerinde önemli bir baskı oluşturduğunu belirten Umay Yılmaz, iklim değişikliğinden etkilenecek bölgelerin başında içinde Türkiye'nin de bulunduğu Akdeniz havzası olduğunu söyledi.
Yılmaz, "Yapılan araştırmalar gösteriyor ki sıcaklıkların artması ve iklim rejiminin değişmesi sebebiyle bölgede buharlaşma artacak, yağışlar düşecek. Su dolaşımı etkilenecek, kuraklıklar yaşanacak. Ayrıca yağışların ritmi, modeli, şiddeti değişecek, suyun ne zaman nerede bulunur olacağı eskiye göre daha belirsiz hale gelecek. Bu da evsel ve endüstriyel amaçlı su kullanımını planlamamızı zorlaştıracak. 2020-2021 kışı ve takip eden bahar döneminde kuraklık haberlerine sıklıkla rastladık. Yerel yönetimler suyun tasarruflu kullanılması için çağrılarda bulundular, zaman zaman su kesintileri olabileceğine dair haberler yayınlandı. Eğer gerekli önlemleri almazsak bu sıkıntıları daha sık yaşayacağız" ifadelerini kullandı.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish