Apartheid ırkçı rejiminin baskılarını, zulümlerini romanlarında resmeden yazarların başında Bessie Head, Alex la Guma, Es'kia Mphahlele, J. M. Coetzee, Nadine Gordimer ve Andre Brink gelir.
Ayrıştırıcı rejimin kurumsallaşmasına, yaşantılar üzerinden tanıklık eden romancılar dönemin iktidar yapısının nasıl işlediğini yansıtarak, siyah kategorisinde görülen halkların imkansızlıklarla ve ırkçılıkla mücadelesine ışık tutar.
Şiddet mekanizmasıyla özdeşleşmiş devletin haşin yüzünü Nadine Gordimer, Burger's Daughter [Burger'in Kızı] ve Andre Brink de A Dry White Season [Beyaz Kuru Bir Mevsim] romanlarında beyazların ezilen sınıflara, mazlumlara sempatisinin nasıl cezalandırdığını göstererek anlatırlar.
Güney Afrika'da beyaz romancıların, şairlerin siyahların bilinçlenmesinde rejim karşıtı taraf olmaları, kitaplarının sansürlenmesine, yasaklanmasına, dahası sürgün edilmelerine sebep olmuştur.
Andre Brink anti-apartheid özgürlük hareketinin savunucusudur, romanlarıyla çok açık biçimde bu tavrını göstermiştir.
A Dry White Season romanında Ben du Toit, Soweto sokaklarında siyah delikanlılarca saldırıya uğradığında, bir beyaz olarak yaşadığı hayatın siyahlarınkinden farklı oluşunu şöyle ifade eder:
Sevsem de sevmesem de … Ben bir beyazım. Bu benim paramparça dünyamın ufak, nihai, korkunç hakikatidir. Zira beyazım, ayrıcalıklı bir durumun içine doğdum. Bizi bu duruma iten sistemle mücadele etsem de hâlâ beyazım ve nefret ettiğim koşullardan yararlanıyorum. [Ancak] Yaptığım dışında ne yapabilirim. Araya girmemeyi tercih edemiyorum.
Roman başlığını Güney Afrikalı aktivist şair Mongane Wally Serote'ın "Beyaz Kuru Bir Mevsim" adlı şiirinden alır. Şöyle başlar şiir:
Kuru beyaz bir mevsimdir bu
uzun yaşamaz kara yapraklar, kuruyuverir kısa hayatları
ve kırgın bir kalple onlar
güzelce toprağın içine yol alırlar
kanamadan bile
bu gördüğün kuru beyaz bir mevsimdir birader, sadece ağaçlar bilir dik durdukça sancısını
çelik gibi kuru, dalları teller gibi kuru
hakikaten bu kuru beyaz bir mevsimdir
ancak mevsimler gelip geçmek içindir
Görüldüğü üzere, Apartheid rejimi "kuru beyaz bir mevsim" mecazıyla verilmiş. Ve Serote'ın gözünde bu kuru mevsimdeki dik duran ağaçların çektiği çileler, apartheid karşıtlarının, kurbanlarının yaşantıları özetler.
Trajik bir hikâyeyi konu eder Brink. A Dry White Season, işinde gücünde olan beyaz bir Afrikaner öğretmenin bir gün okul hademesinin oğlunun kaybolması üzerine içine düştüğü trajik durum anlatılır. Roman çıkışıyla beraber Güney Afrika'da yasaklanmıştır.
Romanın girişinde öğretmen Ben Du Toit romanın da anlatıcısı olan arkadaşına çeşitli dokümanlar, fotoğraflar teslim eder ve güvende olmasını ister. Bu olaydan iki hafta sonra Ben bir trafik kazasında ölür. Hikâye böyle başlar.
Ben işini ciddiye alan bir öğretmen olarak hayatı, okul hizmetlisi Gordon ondan kayıp olan oğlu için yardım isteye kadar sıradandı. Gordon'un oğlu Jonathan meşhur Soweto isyanında orada gösterilere katılır.
Çocuklar Jonathan'ın polisler tarafından tartaklandığı ve yakalandığını gördüklerini söylerler. Olayı incelemeye koyulan Ben bir avukat tutar ve meselenin özünü öğrenmek ister.
Yetkililer çocuğun akıbetiyle ilgili bir bilgi vermezler. İlk bilgiler çocuğa işkence edildiği, sonrasında da çocuğun hastaneye başı sarılı biçimde getirildiğiydi.
Bir gün polisler avukata çocuğun eceliyle öldüğünü haber ederler. Tüm bunlar olurken Ben, devletin hukukuna ve adalet sistemine güvendiğini, çocuğun bulunup gereği gibi defnedileceğini söyler.
Jonathan'ın ayaklanma sırasında vurulduğunu, asla tutuklanmadığını ve o esnada defnedildiğini polis bildirir. Ancak baba oğluna ne olduğunu öğrenmekte kararlıdır.
Oğluma ne olduğunu ve nereye gömüldüğünü öğrenmeden durmayacağım. Onun bedeni bana aittir, benimkisi de ona.
Oğlunun işkence gördüğü öğrenir, tanıklardan kanıt almaya çalışır ancak Özel Kuvvetler tarafından yakalandığında deliller de yok edilir.
Oğlunun başına gelen Gordon'un başına gelir ve işkence sonrasında hapishanede ölür. Ben olayı sonuna kadar götürmeye kararlıdır fakat elde ettiği delilleri sakladığı yeri kızı polise bildirir, ona ihanet eder kızı.
Apartheid rejiminin ırkçı devletçi yapısı, yüzlerce aktivistin ülkeyi terk etmesine, zindana atılmasına ve hatta Ben gibi ölüme mahkum edilmesine olanak tanırdı.
Zira modern olamayan devletlerde ıslah yöntemi klasik şiddet biçimleridir, zor ve baskıdır.
Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri çalışmasında, "sömürgeciliğin bir karşıtlıklar dünyası" olduğunu iddia eder.
"Yerleşimci için yerlinin yurdunu asker ve polis gücüyle fiziksel olarak sınırlandırmak yeterli değil. Yerleşimci, sömürgeci istismarın totaliter karakterini göstermek istercesine, yerlileri bir çeşit kötücüllüğün özü olarak resmeder" der Fanon.
Çünkü Fanon'a göre;
Yerliler sadece değerden nasibini almamış bir toplum olarak tanımlanmaz. Sömürgeciler için bu değerlerin kaybolduğunu ya da daha iyi bir ifadeyle hiç var olmadığını kanıtlamak da yetmez, yerli, ahlaki değerlere karşı hissiz, duyarsız birisi olarak ilan edilir; o sadece değersizliği temsil etmez aynı zamanda değerlerin de karşısında konumlanır.
Fanon siyahlığın üretilirken sömürgecilerin sistematik şiddetini meşrulaştıran argümanlarına da dikkat çeker:
Şu gerçeği kabul edelim, bu bağlamda yerli mutlak manada kötücüldür. Yanında yöresinde her şeyi yıkan yıpratıcı bir unsurdur, ahlakla ve güzellikle ilintili her şeyin biçimini değiştiren, bozan unsur olarak var. O [siyah] kör güçlerin telafi edilemez aracı, bilinçdışı ve kötücül kuvvelerin deposudur.
Kuru Beyaz Bir Mevsim, devletin aygıtları aracılığıyla insanları kötücüllükle özdeşleştirerek, vatandaşlarına uyguladığı fiziksel ya da manevi her türlü şiddeti nasıl da meşrulaştırdığını açıkça gösterir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish