Osmanlıya karşı İngilizlere casusluk yapan Yahudi şebekesi lideri Sara Aaronsohn’un Cemal Paşa ile Filistin macerası (I)

Faik Bulut, Independent Türkçe için yazdı

Birinci Kanal Harekâtı sırasında Osmanlı askeri Birseba'a mıntıkasında

“Birinci Dünya Savaşı esnasında Kanal (Süveyş) cephesinde savaşan, İkinci Meşrutiyet devrinin önemli üç önderinden biri olan Cemal Paşa’nın savaş döneminde yanına (ve hatta yatağına kadar) girebildiği rivayet edilen, sadece Musevilerin (Yahudilerin-F.B.) yaşayabileceği bir ülke hayal eden, bu yüzden de Cihan Harbi’nde İngiltere tarafını tutarak İngiliz istihbarat örgütüne çalışan, güzelliği dillere destan Musevi bir casustur Sara Aaronsohn.

Cihan Harbi sırasında Musevi kızları, cephede savaşan subayların zaaflarından faydalanmayı iyi bilmiş; bu sayede onların askeri planlarını gizlice çalabilmiş ya da ağızlarından olası askeri harekâta dair bilgiler alabilmişlerdi. Sara’nın da görevi buydu. Sadece diğer Musevi (Yahudi) casuslara göre biraz daha tehlikeliydi; Cemal Paşa’nın planlarını çalarak en kısa zamanda telgraf veya kendi casus şebekesi aracılığıyla İngiliz komutanlara ulaştırması gerekiyordu.

İngiliz casus, kendisine ve güzelliğine oldukça güvenen bir kadındı. Bu sayede Cemal Paşa’nın dahi aklını başından alabilmişti.” (1)

“Ekşi şeyler” isimli sitede Agrali Miles rumuzuyla 2018’de yayınlanmış yukarıdaki ibareler, çok bilinen 007 James Bond türü ajan romanlarının magazinsel maceralarını hatırlatıyor.

Aslına bakılırsa Filistin’de İngilizlerle çalışan Yahudi casuslar meselesi, Türkiye’deki siyaset ve savaş edebiyatına yeni girmiş sayılmaz. Bir Yahudi şebekesinin adı olan NİLİ ve onun simgesi haline getirilen Sara, 1930’larda yayınlanan bazı kitaplar yoluyla Türkiye kamuoyuna tanıtılmıştı. Ender rastlanan bu casusluk olayını kaleme alan zat, Birinci Dünya Savaşı sırasında Yüzbaşı rütbesiyle görev yapan Cevat Rıfat Bey (Atilhan) idi. O, Filistin-Suriye Cephesinde Yıldırım Orduları Grubu’na bağlı Dördüncü Ordu Komutanı Mersinli Cemal Paşa’nın yaverliğini yaptı. Bir süreliğine ordu istihbaratını idare etti.

C. R. Atilhan-Gizli Devlet ve Fesat Proğramı- Napolyon ve Voltaire'in Yahudileri aşağılayan sözleri arka kapağa konmuş.jpg
C. R. Atilhan-Gizli Devlet ve Fesat Proğramı- Napolyon ve Voltaire'in Yahudileri aşağılayan sözleri arka kapağa konmuş

 

Cephe gerisinde NİLİ teşkilatını deşifre edip çökerten bizzat Cevat Rıfat Bey’dir.

“Onun NİLİ casusları hakkında tuttuğu notlar, 1933’te 37 bölüm halinde ‘Harb-i Umumide Sina Cephesi’nde Yahudi Casuslar’ başlığıyla tefrika (yazı dizisi) olarak yayınlandı. Bu dizi, aynı yıl Sina Cephesi’nde Yahudi Casuslar adıyla kitaplaştırıldı. Aynı kitap, 1947’de Filistin Cephesi’nde Yahudi Casuslar-Suriye’nin Matahari’si Simi Simon adıyla yeniden yayınlandı.

1935’te yayımlanan ve bir NİLİ casusunun anılarını konu edinen Suzi Liberman isimli eseri ise, Türkçe basılmadan önce Almanca, Fransızca ve Finceye tercüme edildi. Türkiye’de defalarca basılan kitap, Cevat Rıfat Bey’in en fantastik eserlerinden biridir. 1937’de Franz Werfel’in Musa Dağında 40 Gün adlı kitabına tepki olarak basılan Musa Dağı, Cevat Rıfat Bey’in NİLİ casuslarını anlattığı başka bir eseridir. Doğrudan NİLİ’yi anlatan bu eserlerin dışında, birçok o eserinde NİLİ teşkilatını deşifre etmeyi sürdürmüştür.

C. Rıfat Atilhan, bu kitabında da NİLİ casusluk şebekesinden bahsetmiş.jpg
C. Rıfat Atilhan, bu kitabında da NİLİ casusluk şebekesinden bahsetmiş

 

Cevat Rıfat Atilhan, gerek bu yazıları, gerek İsrail’deki Siyonist hareketin faaliyetlerine karşı izlediği din (İslam) eksenli görüşler ve gerekse son dönemlerinde savunduğu bağnaz milliyetçi-mukaddesatçı tezler nedeniyle, Türkiye ve Avrupa’da ‘ırkçı, faşist, Nazi taklitçisi’ ve benzeri suçlamalara maruz kalmıştır.” (2)

Vikipedia ansiklopedisinde kendisi hakkında şu tür tanımlara yer verilmiştir:

“Tek parti döneminde Türkçülük ideolojisine yakın olan Atilhan 1946 yılından itibaren İslami düşüncenin en önemli iki fikir dergisi olan Sebilürreşad ve Büyük Doğu’da yazılar yazdı. Gerek yazıları gerekse siyasal etkinliğiyle o dönemde güç kazanmakta olan İslami hareketi büyük oranda etkiledi. 1945 yılında Milli Kalkınma Partisi, daha sonra 1947’de kurulan Türk Muhafazakâr Partisi ile İslam Demokrat Partisi’nin kurucuları arasındaydı. Sonrasında Necip Fazıl ile tekrar hapse atıldı.

1964 yılı Ağustos ayında Somali’de toplanan İslam Devletleri Kongresi’ne davet edildikten sonra kongrenin İcra Komitesi Başkanlığı’na seçildi…

C. Rıfat Atilhan'a göre Masonların arkasındaki gizli güç de Yahudilerdir. .jpg
C. Rıfat Atilhan'a göre Masonların arkasındaki gizli güç de Yahudilerdir

 

74 eser ve binlerce makale yazan Atilhan, yazılarının içeriğinden dolayı Yahudiler tarafından ‘Türkiye’nin Hitler’i’ olarak nitelendirildi. Türkiye’deki Nazi sempatizanlarının en önemlilerinden biriydi. Ona göre pek çok kötü gelişmenin sorumlusu Yahudiler idi. Yahudilerin dünyayı istila etmeye çalıştığını yazılarında belirten Atilhan, Bolşevik Devrimi’nin Troçki gibi düşünen Yahudilerin eseri olduğunu iddia etti. Atilhan’ın nazarında, Yahudi ve Siyonist eş anlamlı kavramlardı.

Atilhan, ‘kan iftirası’nın yani dinsel olarak Hıristiyan kaynaklı antisemitizmin en önemli temalarından biri olan Yahudilerin Hıristiyan çocukları kaçırıp akıttıkları kanlarıyla hamursuz imal (ekmek) ettiklerine inanan ve propagandasını yapan ilk Türk ve Müslüman’dı. Atilhan’ın 1933-34 yıllarında yayımladığı Millî İnkılâp dergisi Nazi ideolojisinden etkilenmişti. Nazi ideologu Julius Streicher’in yayınladığı Der Stürmer’de yer alan karikatürler onun yayın organı Millî İnkılâp’ta aynen kullanıldı… Atilhan, ayrıca masonluk karşıtı yazılar da yazdı.” (3)

Cevat Rıfat Atilhan'ın Siyonist casuslar hakkında yazdığı kitap- Ön yüzüne kendi fotoğrafı konulmuş. .jpg

Cevat Rıfat Atilhan'ın Siyonist casuslar hakkında yazdığı kitap- Ön yüzüne kendi fotoğrafı konulmuş

 

Yazar ve sosyolog Nuray Mert’in de bu yönde bir tespiti var:

“…diğer bir sorun alanı, Hitler Almanya’sının aslında, sağ muhafazakâr-İslamcı-milliyetçi çevre için tam anlamıyla ‘lanetli’ bir rejim olmamasıdır… Bu konuda en aşırı örnek, Cevat Rıfat Atilhan’dır. O, Büyük Doğu dergisi yazarıydı ve Batı Ortaçağı’nın antisemitizminin ana temalarından biri olan ‘kan iftirası’nı (blood libel) İğneli Fıçı adı altında ilk kez 1937’de (Akşam Matbaası) neşretmişti.” (4)

Aynı hususta bir örnek de dışarıdan alalım: Türkiye-Almanya ilişkileri ve iki dünya savaşı dönemlerinde Türkiyeli (özellikle Osmanlı) Yahudileri konusunda araştırma yapan Alman akademisyen Corry Guttstadt, Gazete Duvar’daki röportajında Cevat Rıfat hakkında şunları söylemiştir:

“Bazı araştırmacılar için ilginç olabilir, Sarah Aaronsohn’un bir günlüğü var ve gördüklerini oraya not etmiştir. Osmanlı ordusu, Aaronsohn’un üyesi olduğu NİLİ grubuna saldırıp ele geçirdiği Sarah Aaronsohn’a feci işkenceler yapar. Sarah, bu işkence esnasında intihar eder. İşkence yapanlardan biri, sonradan Türkiye’nin en radikal İslamcı ve antisemitisti olacak Cevat Rıfat Atilhan’dır.” (5)

Gazeteci Lütfü Akdoğan'ın Yahudi kadın casus Sara hakkında yazdığı İngilizceye çevrilmiş .jpg
Gazeteci Lütfü Akdoğan'ın Yahudi kadın casus Sara hakkında yazdığı İngilizceye çevrilmiş

 

Önümüzde şöyle bir tarihi bilgi de durmaktadır: Filistin’deki İngiliz ve Siyonist işgale karşı direnişin siyasi temsilcisi sayılan Kudüs Müftüsü Hacı Emin El Hüseyni, 1940’ların başında Mussolini ve Hitler ile buluşup yardım istemek üzere yola çıktığında İstanbul’a varıp Cevat Rıfat’la görüşmüş; onun aracılığıyla şehirdeki Alman Başkonsolosluğu’ndan vize alabilmiştir.

Casusluk teşkilatını konu edinen diğer Türkçe yayınlara değinerek yazıyı sürdürelim:

Mesleğinde faal olduğu tarihlerde Ortadoğulu bazı liderler ve şahsiyetlerle geniş yankı yapmış olan röportajlara imza atan 1930 Hatay doğumlu gazeteci-yazar Lütfü Akdoğan’ın “İmparatorluğu Yıkan Kadın: Sara” romanı, NİLİ casusluk şebekesi konusuna değinen ikinci kurgusal-belgesel tarih çalışması sayılır.

Romandaki kurguda Casus Sara şöyle konuşturulmuştur:

“Şu anda gerek Türkler, gerekse Almanlar; bizleri sadece para için, zevk için kendileriyle düşüp kalkan birer fahişe sanıyorlar. Bırakalım harbin sonuna kadar öyle bilsinler. Harbin sonunda tarih; ellerinde silahı, tüfeği ve askeri bulunmayan bir milletin koca bir harbi nasıl kazandığını görecek ve bütün dünya bize hayran kalacaktır…”

Kanal Harekatı Komutanı Cemal Paşa.jpg
Kanal Harekatı Komutanı Cemal Paşa

 

Ajan Sara, tamı tamına böyle mi demiş? Bilemiyorum! Muhtemelen kurgusal bir konuşmadır. Sebebini romanın yazarı Lütfü Akdoğan’ın bu konudaki zihin dünyası ve tarih anlayışına bakarak anlayabiliriz.

Akdoğan, 2013’te “Genç Yolu Tarih” isimli dergide çıkan röportajında, Sultan II. Abdülhamit’in gizli arşivinde muhafaza edilen “Siyon Protokolleri”nin ilk kez kendisi tarafından keşfedilip 1960’larda Tercüman gazetesinde yayınlandığını” söylüyor. (6)

C. R. Atilhan da (Siyon Protokolleri'nin) gerçekliğine inanıyor.jpg

C. R. Atilhan da (Siyon Protokolleri'nin) gerçekliğine inanıyor

 

Dünyadaki bütün kötülüklerin ana kaynağı olarak görülen ve küresel ölçekte en fazla dolaşıma sokulan bu protokoller, Arap-İslam ülkelerinde ve dolayısıyla Türkiye’de hem milliyetçi muhafazakâr hem de İslami çevrelerde hâlâ rağbet görmektedir.

Kısaca “Protokoller” diye anılan bu tezin İngilizce adı Protocols of the Elders of Zion (Kıdemli Siyon Liderleri Protokolleri)’dir. 1903’te Rusya merkezli Znamya (Manşet) isimli gazetede dizi halinde yayınlanmıştır. Çok sayıda dile çevrilen bu Protokoller’in dünya çapında dolaşıma sokulmaları 1905 yılında gerçekleşir. Dayanağı ise Rus yazar ve gizemci (occulist/esrarengiz) Sergei Nilus’un şu kitabıdır: The Great in the Small: The Coming of the Anti-Christ and Rule of Satan on Earth (Küçük İçindeki Büyük: Hıristiyan Karşıtlığının Gelişi ve Şeytan’ın Yeryüzündeki Yönetimi)

Bu komplocu “Siyon Protokolleri”nin esası şudur: Yeryüzünde olup biten önemli olayların hepsinin altında Siyonist parmağı vardır. Dünyanın hemen bütün yönetimleri, bir şekilde Yahudiler tarafından yönetilmekte veya yönlendirilmektedir. Ziyadesiyle hurafeci olan bu görüşler hâlâ tartışılmakla birlikte hayatın gerçekleri karşısında büyük oranda inandırıcılığını yitirmiştir.

Lütfü Akdoğan, gazeteci İbrahim Akkurt ile söyleşiyor.jpg
Lütfü Akdoğan, gazeteci İbrahim Akkurt ile söyleşiyor

 

Lütfü Akdoğan ise bu protokolleri şöyle eleştirir:

“Mukaddesatı, hürmeti yıkmalı, hürmetle anılan kimseler hakkında rezilane vakalar uydurulmalıdır. Çünkü en büyük güç görünmeyen güçtür; Siyonist gücü de (zaten) görünmeyen bir güçtür!” (7)

Akdoğan; Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlının Ortadoğu’daki büyük mağlubiyetini de Siyonist faaliyete bağlar. “1897 yılında toplanan 1. Dünya Siyonizm Kongresi, Osmanlı Devleti’nin 1. Cihan Harbinde yenilmesinde ve yıkılmasında ne gibi rol oynamıştır?” sorusuna verdiği yanıt şöyledir:

“En başında söylediğim gibi istihbarat servisleri, zamanında Türk ordusunun aleyhinde çalışmışlardır ve ordunun içine karargâha kadar girmişlerdir. Topladıkları istihbarat sayesinde Osmanlının yenilmesine sebep olmuşlardır…

Bunlardan biri, Yahudi kızı Siyonistlerin emrinde çalışan 40 tane güzel İngiliz istihbaratına bağlı NİLİ teşkilatı altında bir istihbarat servisidir. İkincisi ise SARA ARONSON adındaki kadın tarafından kuruluyor.

İşte kitap SARA ARONSON’un hikâyesi içinde dönüp dolaşıyor; Ortadoğu’da yani Birinci Dünya Savaşı’nda vuruştuğumuz Süveyş kanalından tutun, Torosların yamacındaki dağlara kadar yapılan savaşlarda, bu Yahudi teşkilat çok büyük bir rol oynamıştır.

İddia ediyorum ki bu durum, İmparatorluğun yıkılmasında en büyük nedendir. Çünkü orada Müslüman kardeşlerimizle de, Araplarla da bu anlaşmaları bunlar sağlamışlardır. Böylece İngiliz ve Siyonist istihbaratları, o bölgedeki Osmanlı ordularının yenik düşmesine vesile olmuşlardır.” (8)

Ortadoğulu siyasi şahsiyetlerin röportajlarını Türkiye'de yayınlayan  gazeteci-yazar Lütfü Akdoğan.jpg
Ortadoğulu siyasi şahsiyetlerin röportajlarını Türkiye'de yayınlayan gazeteci-yazar Lütfü Akdoğan

 

Akdoğan, söyleşisinin akışı içinde bir yandan “Osmanlının hezimetinin sebebi olarak bu istihbarat teşkilatı ve oyunlarını” gösterirken; diğer yandan kendisiyle çelişen bir tespit daha yapıyor: “Talat Paşa da vatan haini değildir. Enver Paşa da, Cemal Paşa da; ama hatalarıyla Osmanlı İmparatorluğu’nu çökertmişlerdir. Bunu inkâr etmek doğru değildir. Vatanperver olmak vatanı kurtarmak için kâfi gelmez.” (9)

Tespitlerden ilki gerçekçi değildir; bozguna kılıf arama babından suçun kaynağını dışarıda aramaktadır. İkinci tespit ise genel hatlarıyla daha doğrudur.

Tarihi gerçeklerle komplocu tezleri birbirine harmanlamanın örneğine yine Akdoğan’ın söyleşisinde rastlıyoruz:

“Yalnız enteresan bir şey söyleyeyim: Şu anda (yıl 2013), Sara Aaronsohn ailesi mensupları ile onlara tâbi olan şirketler, Irak’taki bütün inşaatları bunlar yapmaktadır. Irak’ın ithalatını ve ihracatını ele geçirmişlerdir. Günümüzde Siyonizm’in mali imparatorluğunu çok dikkatle izlemek lazımdır! ‘Amerika ve İngiltere’yi kim idare ediyor?’ diye bir anket yapıldı. İsrailliler yönetiyor cevabını verenlerin oranı yüzde 17 idi. Bu, çok feci bir sonuçtur!” (10)

Osmanlı savaş cepheleri haritası.jpg

Osmanlı savaş cepheleri haritası

 

Gazeteci-yazar Akdoğan, casus kadın Sara hakkındaki romanında kurgu ile gerçeğin harmanlandığını da söylüyor:

“Sara hakkındaki romanı yazmam 15 yılımı aldı. Kitabımda savaşla ilgili belirtilenler ve Siyonizm’in bize yaptığı tahribat, yüzde 100 doğrudur ve bunlar belgelerde vardır. Ama kitabın bazı fantastik tarafları da elbette vardır. Çünkü bu bir tarih kitabı değildir. Gazetede çıkan tefrikadır. Kitabın içinde bir gazetecilik ruhu vardır.” (11)

Bu münasebetle belirtelim: Lütfü Akdoğan’ın bahsi geçen kitabı İngilizceye çevrilmiş. Sara Aaronsohn filminin çekimi için kendisine Hollywood’dan teklif bile gelmiş.

Gelelim asıl konumuza yani İngiliz casusu Sara Aaronsohn’a. Batılı ülkelerde, özellikle de dünyanın çeşitli yerlerindeki Yahudi çevrelerce onun hakkında yazılmış çok sayıda kitap ve makale bulunmaktadır. Siyonistlerin amaçları uğruna hayatını feda etmesinden ötürü İsrail’de “milli kahraman ilan edilmiş” ve Telaviv’deki bir müzeye heykeli dikilmiştir.

Osmanlıya karşı İngilizlerle çalışan Yahudi casus şebekesi sorumlusu Sarah Aaransohn.jpg
Osmanlıya karşı İngilizlerle çalışan Yahudi casus şebekesi sorumlusu Sarah Aaransohn

 

Aaronsohn’un yaşam öyküsü, heyecanlı olduğu kadar dramatik ve trajiktir. Kendisiyle ilgili Türkçe çıkan üç kitap var: İlki, Cevat Rıfat Atilhan’ın yukarıda sözü edilen üç kitabı. Üçünün de muhtevası aynı olup, sadece isimleri ve basım tarihleri farklıdır. Onun için tek kitap sayılırlar. İkincisi yine yukarıda bahsi geçen Lütfü Akdoğan’ın belgesel roman tarzındaki çalışması, üçüncüsü ise Prof. Dr. Necmettin Alkan’ın yazdığı 2017 tarihli “NİLİ: Ortadoğu’da Casuslar Savaşı” isimli kitabıdır.

Gerek üç ayrı yazarın kitapları gerekse Aaronsohn konusunu işleyen Türkçe makaleler, genelde muhafazakâr milliyetçi-mukaddesatçı kesimler tarafından kaleme alınmışlardır. Sol, liberal veya demokrat çevrelerde henüz bu tür bir çalışmaya rastlayamadım. Kendi payıma Aaronsohn’un yaşam öyküsünden son haftalarda haberdar olabildim.

Siyonist Ajan Sara Aaronsohn.jpg
Siyonist Ajan Sara Aaronsohn

 

2011 yılından beri Berlin’deki Anne-Frank-Zentrum’da, İkinci Dünya Savaşı döneminde Türk-Alman biyografilerini konu alan “Her şeyden önce insanım” adlı pedagojik projenin yöneticisi Alman akademisyen Corry Guttstadt, aynı zamanda Nazi soykırımı kapsamında Yahudilere yönelik imha uygulamalarını derinlemesine inceleyen bir tarihçi ve insan hakları savunucusudur. Onun bir söyleşisini okurken şu cümleleri dikkatimi çekti:

“Romanya’dan çocukken ailesiyle Filistin’e göç etmiş; yani aliyah etmiş (Siyonist siyasi literatüründe başka ülkelerden İsrail’e göç ederek yerleşenler için kullanılan kavram-F.B.) Sarah Aaronsohn, orada kardeş ve arkadaşlarıyla NİLİ isimli küçük bir Siyonist gruba katılır. Kendisi bir ara İstanbul’da evli olup kocasından ayrılmıştır. 1915 yılında İstanbul’dan Filistin’e dönünce, trende tehcir edilen Ermeni kafilelerini görüp dehşete kapılmış ve sonraki bir-iki ay boyunca bunun travmasını yaşamıştır. Bunun üzere NİLİ grubu, ‘Sıra bize gelecek!’ endişesiyle radikalleşmiş ve İngilizlerle işbirliğine girmiştir...” (12)

Devam edeceğiz…

Kaynakça:

1-) Agrali Miles, “I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’ya Ağır Zarar Veren Güzel Casus: Sarah Aaronsohn”, Ekşişeyler sitesi, 29 Haziran 2018.

2-) Celil Bozkurt, “Yüzbaşı Cevat Rıfat Bey’in Gözünden NİLİ Casusları” isimli makale, Beyaz Tarih sitesi, 10 Kasım 2018.

3-) Vikipedi ansiklopedisi, “Cevat Rıfat Atilhan” maddesi; güncelleme tarihi 24 Mart 2021. Ayrıca bkz. Rıfat N. Bali, “Cevat Rıfat Atilhan” (PDF), 5 Mart 2016; Selim Aviyente, “1934 Trakya Olayları: Bir Aile Dramı”, 30 Nisan 2008 ve Şalom gazetesi, 27 Temmuz 2012.

4-) Nuray Mert, “Hitler meselesi” başlıklı makale, Cumhuriyet gazetesi, 4 Ocak 2016.

5-) Kazım Gündoğan’ın Corry Guttstadt ile yaptığı “Osmanlı ve Türkiye’de Yahudiler” başlıklı söyleşi, Gazete Duvar, 6 Nisan 2921.

6-7-8-9 -10-11) İbrahim Akkurt, “Yaşayan Efsane Usta Gazeteci Lütfü Akdoğan ile Röportaj”, Genç Yolcu Tarih dergisi, 4 Nisan 2013.

12-) Kazım Gündoğan’ın Corry Guttstadt ile yaptığı söyleşi, Gazete Duvar, 6 Nisan 2021.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU