Portekiz ve Afrika ilişkisi, 1500'lere kadar uzanır. Ancak ben burada tarihsel ilişkilerden ziyade edebiyattaki yansımalarına bakacağım.
Lusofon (Portekizce konuşan) Afrika edebiyatında, Mozambik'te özellikle 1950 sonrasında öykü ve roman yazıldığını görmekteyiz.
Luís Bernardo Honwana, João Dias ve Orlando Mendes'in eserleri sömürge Mozambik'inde Portekiz rejiminin yarattığı travmanın yanı sıra baskıcı uygulamaları ve şiddete dayalı terbiye etme sistemini göz önüne serer.
Honwana, Nós Matámos o Cão‐Tinhoso [Uyuz Köpeği Öldürdük] adıyla 1964 yılında yayımladığı öykülerinde sömürge rejiminin baskıcı sistemini dramatize eder.
Honwana, Afrika edebiyatının en önemli kısa öykü yazarıdır. On yedi yaşından sonra gazetecilik yapmış, öyküler yayımlamıştır. Mozambik Özgürlük Cephesi'nin önemli isimlerdendir aynı zamanda.
Portekiz'de Hukuk eğitimi görmüştür. Mozambik'in ilk devlet başkanı Samora Machel'in danışmanlığını yaptı bir süre.
Honwana'nın öyküleri, 1932-1968 yılları arasında Portekiz Başbakanı Dr. Antonio de Oliveira Salazar'ın rejimi döneminde geçer.
Sömürgecilik her şeyden önce bir haritalamadır; tebaanın ve toprakların kontrol altına alınması öncelikli hedeftir.
Salazar, sömürgeci politikalarından dolayı başarılı bulunan bir devlet adamıdır.
Salazar, Mozambikli siyahlara zorunlu asimilasyon politikasını dayatır. Buna göre çok az hukuki hakka sahip olan siyahlar, kendi geleneklerini, töresini ve özünü reddedip Portekizce konuştuğu sürece "assimilados" yani asimile olanlar sınıfına girebilecek ve vatandaşlık haklarından faydalanabilecekler.
Teorik olarak yasal haklardan faydalanma ve vatandaşlık olanağı veren bu uygulamanın başarılı olduğu söylenemez.
Zira başvuran Afrikalılardan çok azı bu statüye layık görülür. Bu asimilasyon kriterlerine sahip olamayan çoğunluk ise üçüncü sınıf tebaa olarak yaşamak zorundaydılar.
Güney Afrika'da olduğu gibi, siyahlar burada da bir yerden bir yere gittiklerinde "geçiş kartları" taşımak zorundaydılar.
Asimilasyon kriterlerine sahip olanlar bile eğer Portekizceyi bir Portekizli gibi konuşamazsa haklarından men edilirdi. Bu da sömürgeci zihniyetin meramını az çok gösterir. Bir Mozambikli asla Portekizli olamazdı.
Asimilasyon politikaları Fransız ve Portekiz tarafından ısrarla uygulandı, ancak başarısız olduğu gibi, ırkçı ve ayrımcı politikaların bu uygulamada etkili olması siyahların tepkisini çekmiştir, özgürlük ve direniş hareketlerini de tetiklemiştir.
Tarihçi Per Wastberg'a göre, 1963 yılında o zamanki Mozambik nüfusunun yüzde birine denk düşen beş bin kişi ancak Portekiz vatandaşı olmuştur.
Honwana öykülerinde sömürgeciliğin haşin yüzüyle yüzleşirsiniz. Portekiz sömürge yönetiminin adaletsizliğini ve siyahların tepkisini yansıtan Honwana, öykülerinde farklı kuşakların tepkilerini de yansıtır.
Sözgelimi, yaşlıların sömürge yöneticilerine boyun eğmelerine karşın gençlerin direnişe meyilli oluşunu yansıtır öyküler.
"Dina" adlı öyküde çiftliğin kahyası beyaz bir adamın keyfi zorbalığı konu edilir. Kasıklarındaki ağrı yüzünden ayakta zor durabilen yaşlı bir adamın öğlenin kavurucu sıcaklığında eğilmeye korkması, tüm acıya rağmen yemek vakti gelene dek kan ter içinde tarlada çalışması öykünün en çarpıcı şiddet fotoğrafıdır.
Çünkü çalışırken belini bükmek yasaklanmıştır ve her an kâhyanın gözleri işçilerinin üzerindedir. Yaşlı adamın kızına tecavüz eden kâhyaya tepkisizliği de gençler arasında sorun olur.
Sömürgeci sistemin her türlü zulmünü kanıksamış ve karşı çıkmaya gücü yetmeyen bir tebaadan bahsediyoruz.
Yine başka bir öyküde beyaz bir adamın siyah bir çocuğu köpeğini zehirlediği gerekçesiyle suçlamasına karşı çocuğun babasının olanlara kayıtsız kalması sömürgeciliğin ürettiği korkunun yanı sıra haksızlığı nasıl yerlilerin gözünde meşru kıldığını gösterir.
Honwana'nın Uyuz Köpeği Öldürdük kitabı, Mozambik Afrika edebiyatının düzyazıdaki ilk ürünü olarak görülür.
1964 öncesinde Mozambik'teki edebiyat Afrika masalları, misyoner hikâyeleri ve yerleşimci beyazların dışardan bir gözle, siyahları ötekileştirdiği anlatılarla sınırlıydı.
Honwana öyküleri, Afrika'da sömürgeci çiftliklerde çalışan tarım işçilerin zorlu yaşamlarına dikkat çeker. Afrikalı yerliler, zorla çalıştırılmaya, sokağa çıkma yasaklarına, kısıtlı hareket alanına, hatta nasıl kazanç elde edeceklerine ve eğlence mekanlarına kadar sömürgeciliğin kurallarına maruz bırakılmışlardı.
Honwana'nın öyküleri siyahlığı, siyah ırkı insandışı gören, onları vahşilerle özdeşleştiren sömürgeci zihniyete sert bir eleştiri olarak okunmalıdır.
"The Hands of the Blacks" [Siyahların Elleri] öyküsü, bir çocuğun gözünden siyahlara yakıştırılan insandışı metaforu sorgular.
Bir gün öğretmenimiz bize siyahların avuç içlerinin vücutlarının diğer bölgelerinden daha beyaz olduğu söyledi çünkü yüzyıllar öncesinde vahşi hayvanlar gibi dört ayak üstünde yürüyorlardı, bu yüzden avuç içleri güneşe maruz kalmadı, ancak bedenleri gittikçe karardı.
Sömürge okulunda beyazların siyahlarla olası bir renk benzerliğine bile tahammül edemeyen öğretmenin bu ırkçı ifadeleri, şüphesiz Batı düşüncesinin siyahları farklı bir kategoride "vahşi, ilkel" olarak sunma gayreti ve disiplininin sonucudur.
Bu tarz düşünceyi besleyen romanlar o kadar çok yazıldı ki. Mesela Türk aşığı olarak tanınan Fransız romancı Pierre Loti'nin ırkçılığı pek gündeme gelmez.
Türkçesi Bir Sipahinin Romanı olarak yayımlanan ve Afrika'da geçen Le Roman d'un spahi romanında Loti, diğer çağdaş ırkçı yazlardan geri kalmaz.
Roman kahramanı genç bir asker olan Jean Payrel, flört ettiği siyah kölesi ve metresi Fatou-gaye'yi "maymuna" benzetir:
Elleri maymunun korkunç, soğuk pençeleri gibiydi, bir şey hissedemiyordu. ... Avuç içlerinin renksizliği ve rengini atmış parmakları korkunç görünen bir insan dışılığı barındırıyordu.
Avuç içi metaforu görüldüğü gibi sömürgeci anlatıların, yaklaşımların belirginleştiği önemli bir noktadır.
Honwana'nın da avuç içini bir metafor olarak kullandığını pekâlâ söyleyebiliriz.
Öyküde anlatıcı, bir papazın dua sonrasında duygulanıp, perişanız, siyahların bile beyazlardan daha üstün olduğunu, avuç içlerinin beyaz olmasının bunun işareti olduğunu, çünkü gizli gizli dua ederken ellerini hep kavuşturduklarını söyler.
Annesinin bu konuda açıklaması ise şöyle:
Tanrı siyahları öyle olması gerektiği için yarattı. Olmaları gerekiyordu, yavrum. Gerçekten öyle olmaları gerektiğini düşündü. … Sonrasında onları yarattığına pişman oldu çünkü diğer insanlar onlarla alay ettiler ve onlara hizmet etmeleri için evlerine götürdüler. … Onları öyle yarattı ki avuç içleri diğer insanlarınkiyle tıpatıp aynıydı. Neden olduğunu biliyor musun? Tabii ki bilemezsin, çoğu insanın bunu bilmemesi şaşırtıcı değil. … İnsanların yaptıkları elleriyledir. … O, siyahların ellerini, Tanrıya hamd eden siyah olmayanlarınkiyle aynı yaratırken bunu düşünmüş olmalı.
Öyküdeki çocuk sesi ve bakışı, sömürgeci sistemin ürettiği ötekileştirici dili anlamaya çalışır. Sömürgeciliğin çok sıradan bir benzerliği bile nasıl ırkçılığın aracı olarak inşa ettiğini çok net biçimde gösterir öykü.
Honwana'nın öyküleri, sömürgeciliğin siyah bedeni nasıl hapsettiğini gösterir. Gerçekçi yönüyle dikkat çeken öyküler, sömürge dönemindeki çarpıklığı, adaletsizliği ve ahlaksızlığı göz önüne serer.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish