Ağıtların dili

Vahdettin İnce Independent Türkçe için yazdı

Ekran alıntısı: Twitter

"İnsan dilinin altında gizlidir" demişler. Sadece insan mı, kültürü, tarihi, coğrafyası, dini, karakteri, tasası, kıvancı…her şeyi.

Özellikle müzik bir toplumun bu saydığım tüm özelliklerini konsantre bir şekilde yansıtır. Şakiro "Nêçîrvano…" diye seslendiğinde Ağrı Dağı'nı, Doğubayazıt Ovası'nı, Van Gölü'ne kadar uzanan inişli çıkışlı coğrafyayı, Kürtlerin en az coğrafyaları kadar inişli çıkışlı karakterlerini, burunlarının ucundaki kanlı öfkelerini, az ötede elleri böğründeki pişmanlıklarını görmemek, duymamak mümkün mü?

Dengbêjin bin yılların birikimini yansıtan usta gırtlak hareketlerinde bir Dicle'nin coşkusu, Aras'ın hüznü, Murat'ın uğultusu, Botan'ın ürkütücü yankısı insanın gözlerinin önünde canlanır.

O yüzden ne zaman bir dengbêj dinlesem, sözlerinin ötesine taşar duygularım; ömrüm boyunca biriktirdiğim tasalarım, ayrılıklarım, sevinçlerim, yoksulluklarım, yoksunluklarım acı bir hüzne bürünmüş olarak benliğimi sarar bir ağıt gibi.  

Başlarında beyaz "laçık"larıyla iki kadın… Oturmuşlar bir yıkıntının üzerine, yanık bir Kürtçe ağıt tutturmuşlar…

Sosyal medyada dolaşan bir videodan söz ediyorum. Videonun altındaki açıklamada kadınların Keldani (Hristiyan) oldukları yazıyor… Yıllar önce boşaltılan köylerine geri dönmüşler ve bu manzarayla karşılaşmışlar.
 


Ağıtta geçtiği için biliyorum, köyün adı "çiyayê dêran" (kiliseler dağı). Nerede olduğu belirtilmiyor. Ama ağıtı duru bir Botan ağzıyla söylüyorlar. Cizre, Şırnak dolaylarında bir yer olmalı.

Harabeye dönmüş köyde, enkazdan geriye kalan kısımların o halde bile görkemli oluşundan anlaşıldığı kadarıyla köyün kilisesinin yıkılmış duvarının üzerine oturmuşlar, karşılıklı ağıt yakıyorlar. 

Çiya bilind in te nabînim
Gul sor bûne naqetînim
Weyla min rebenê, ser çiyayê dêran re ti deran nahebînim

(Dağlar yüksektir seni göremiyorum
Güller al al olmuş koparamıyorum
Şu zavallı halime bak ki çiyayê dêrandan başka bir yeri sevemiyorum)


Kaç yıl olmuş gittikleri yeri sevememişler, bencileyin hasret biriktirmişler dedim.

"Bu Kürtçe dünyaya ağıt yakmak için gelmiş" diyorum, yüreğimden kavrayan hüzünlü tınısıyla bu ağıtı dinlerken.

Kaç gün oldu etkisinden kurtulamıyorum. Beyaz "laçık"larıyla anneme benzedikleri için mi, viraneye dönmüş köyümüzü hatırlattıkları için mi, yoksa ortak kaderimizi aklımıza getirdikleri için mi…bilemiyorum.

Ama ortak dilin tüm gözeneklerine sirayet etmiş hüzünlü ağıt tınısının hepsinden daha güçlü ve etkili olduğunu söyleyebilirim.


Kürtçede ağıta "lêwandin" denir. Bilûr denilen kavalın çıkardığı sesin renginden alınmış bu isimlendirme.

Dillerde nesnelerin çıkardıkları sesleri taklit etmekle geliştirilen isimlerin örneği çoktur. Özellikle doğayla iç içe Kürtlerin dillerinin doğal akışkanlığı, etkileyiciliği buradan gelir.

Kaval sesine "lûvelûv"denir bu yüzden. Zaten Kürtçe stranlara en yakışan enstrüman kavaldır.

Birinci Dünya Savaşı hercümercinde memleketi terk etmek zorunda kalan Êzîdî Kürtler, anadilleri Kürtçe olan Ermeniler, Keldaniler, Asuriler… gittikleri yerlerde yurtlarını terk etmenin hüznünü bilûr eşliğinde ağıtlara döktüler.

Erivan Radyosu'nda Êzîdî Kürt Şeroyê Biro, Aslîka Qadir, Sosika Simo, mîrê bilûrê (kavalın prensi) Egîtê Cimo, Ermeni Krapêtê Xaço, Aramê Tîgran… söyledi, geride kalan Müslüman Kürtler gözyaşı döktü.

Anadili Kürtçe olan Malatya Ermenisi Hrant Dink'in ardından yine anadili Kürtçe olan eşi Şırnak Ermenisi Rakel Dink'in (bir yerde okuduğuma göre ikisi de Ermenice ve Türkçeyi yetimhanede öğrenmişler) onun ardından söylediği Kürtçe bir ağıtı dinlediğimde aynı hüzün çepeçevre sarmıştı benliğimi, baştan ayağa ağıt kesilmiştim. 
 

 

Bu dilin yaşadığı nasıl bir hayattır ki eğlence için söylenen stranlarında bile bu ağıt tınısı var.

Hakkari, Van dolaylarında halaylarda söylenen bir stran var.

"Hay hay Memo Memo, Mem Ebasî…" (Oy oy Memo Memo, Abbasların Mem'i…) diye.

Ne zaman dinlesem bu halay stranını, içimi bir hüzün kaplar, yüreğime bir hançer saplanmış gibi olurum. Çünkü halay stranından ziyade bir ağıttır.

Gurbete giden Memo yedi yıl sonra köyüne döner. Gece vakti kimseye görünmeden evine gider. Eşi tanır onu ve yatağı serer, yorgun argın Mem derin bir uykuya dalar.

Komşuya gitmiş annesi eve döndüğünde gelininin yanında bir erkeğin yattığını görünce kan beynine sıçrar.

Hançeri alır ve gurbetten dönen oğlunu oracıkta öldürür. Gelini uyanıp o adamın oğlu olduğunu anlatınca da yıkılır bir yere ve al kanlara boyanmış Memo'nun başında bu hüzünlü ağıtı yakar.

Eğlenirken dahi kederlerini unutmak istememiş olmalılar ki Kürtler, halay çekerken bile ah çekmekten vazgeçmemişler.

Anlayacağınız Kürtçe dinlediğiniz halay türkülerinin bile altında hançer gibi keskin bir ağıt mırıldanıyor olabilir.

Kürtçe bu dünyaya ağıt olmak için gelmiş.    

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU