Yeni ABD yönetiminden gelen ardışık göstergeler, bizi ABD'nin Ortadoğu bölgesine yönelik politikasının yönelimlerini anlamak için belki de kendisini en iyi ifade eden durakta durmaya itiyor.
Elbette Başkan Biden'ın 3 Mart'ta açıkladığı Geçici Ulusal Güvenlik Strateji Kılavuzu'nu (Interim National Security Strategic Guidance) kastediyorum. Bu belgede en öne çıkan başlık ise diplomasi ve demokrasi araçlarıyla caydırıcılıktı.
Dünyayı barış, uyum ve sevgi arenasına dönüştürecek bu yönelimden etkilenmeyecek aklı başında kimse yoktur. Ancak aynı etkilenmiş akıllı kişi, dünyanın koşullarını gözden geçirdiğinde, savaşlar, trajediler ve bitmek bilmeyen zulümler şeridi gözünün önünde geçtiğinde, ABD'nin vizyonunda kurdun koyunlarla yattığını fark edecektir.
Siyasi gerçekçilik ve yakın geçmiş geri dönüp bize, geçmiş yüzyılın yetmişli yıllarında İran devrimi sırasındaki Jimmy Carter'ın politikalarından Barack Obama'ya kadar Biden'ın diplomasi ve demokrasi sloganına öykünmeye çalışan politikaları hatırlatıyorlar.
Hepsinin de politikası, müttefikleri düşman gibi görme ve düşmanları da bu ilkeler (demokrasi ve diplomasi) üzerinde hem fikir ve kendisine saygılı olarak görme temeline dayanıyordu. Hepsinin de uyguladığı politika buydu.
Bunun anlamı, ABD'nin geçici ulusal güvenlik stratejisinin ABD ulusal güvenliğine yönelik tehditler sıralamasında Çin'den sonra ikinci sırada yer alan İran tehdidinin seviyesini, kendisini diplomasi ve demokrasi ile caydırmakla sınırlayarak düşürdüğüdür.
Aklı başında kişi, bu politikanın genel olarak bölge ülkeleri ile İran'ın yerel vekilleri aracılığıyla içeride otoriter, dışarıda da saldırgan yayılmacı roller oynadığı ülkelerdeki yıkıcı etkilerini bilir.
Bu yaklaşım şaşırtıcı değil, çünkü ilk olarak Demokrat yönetimin ana yönelimleri ve başlıkları ile uyumlu. İkinci olarak Demokrat Parti tabanındaki önemli tarafların yönelimlerini dikkate alıyor.
Üçüncü olarak, son 4 yılda Donald Trump yönetiminin politikalarının aleyhine dönme eğilimini tanımlıyor. Bu sonuncusu, ABD iç politikasında yüksek yoğunluklu, gergin ve kötü niyetli bir aşamada iki büyük ana parti arasındaki çekişmenin bir yönünü oluşturuyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Öte yandan, bu strateji Washington'un Ortadoğu politikasındaki belirsizliği ortadan kaldırmadı. Katı caydırıcılık ile müzakere masasına oturmak için -özellikle de İran ile- yoğun çaba harcamak arasındaki ikircikli tutum, bu politikaya damga vurmaya devam ediyor.
Diğer taraftan İran'ın "huysuzluğu" gittikçe artıyor, öyle ki ABD'nin attığı her olumlu adıma İran, nükleer dosyada tırmandırıcı bir adım veya dışarıdaki müttefikleri ve başta Yemen sahasındaki kolu olmak üzere milislerinin düzenlediği saldırılar aracılığıyla provokatif bir karşılık veriyor.
Husilerin Suudi Arabistan topraklarına yönelik füze ve roket saldırıları neredeyse günlük hale geldi. ABD'nin adını terör örgütü listesinden çıkarmasına verilecek en doğal karşılık buymuş gibi Yemen içindeki askeri operasyonlarını yoğunlaştırdı.
İran'ın bu performansı, Washington ve Tahran'ın yeniden nükleer anlaşmaya geri dönmeleri, yaptırımların veya nükleer anlaşmayla ilgili olan bir kısmının kaldırılması, İran'ın petrol ihraç etmesine yeniden olanak tanınması ve bunun sonucunda hazinesine para akması, aynı şekilde finans ve bankacılık ile silah piyasalarına dönmesi söz konusu olduğunda temel bir ikilemi gündeme getiriyor.
Bölgedeki olayların seyrine bağlı olarak yaptırımların kaldırılması bölgedeki durumu birden fazla seviyede daha fazla gerginliğe ve istikrarsızlığa itebilir.
Anlaşmalar veya en azından bölgedeki politikalarına bir son verecek mutabakatlar olmaksızın İran'ın azami yaptırımlardan kurtulması, her şeyden önce, hüküm süren ekonomik ve sosyal durum nedeniyle halkın İran rejimi üzerinde devam eden iç baskılarının hafiflemesi anlamına geliyor.
Bu da İran'ın dışarıdaki müttefikleri ve vekillerine daha fazla silah, finans ve her türlü destek akışını kolaylaştıracaktır.
Kültür, sağlık, eğitim, medya ve sosyal yardım altyapısını güçlendirme yoluyla müttefik ve vekillerini sert ve yumuşak güçle takviye etmesi kolay olacaktır.
Hiç şüphe yok ki bu, bu ülkelerdeki iç kargaşanın alevlenmesine, İran vekillerinin dizginleri daha çok ele geçirmelerine ve diğer rakip taraflar üzerindeki kontrollerini genişletmelerine kapıyı ardına kadar açacaktır.
Bu bağlamda birileri ortaya çıkıp şunu diyebilir;
Vekiller bu ülkelerin sosyal dokusu içinde yerel taraflar olduğu sürece İran'ın iç demokratik siyasi denklemle ne ilgisi var?
Bu ülkelerde yaşayan veya bilenlerin, 1979'daki devrimden bu yana İran'ın doğrudan müdahalelerinin sonuçlarını acı bir şekilde tecrübe edenlerin bu sorunun yanıtını çok düşünmelerine gerek yok.
Verecekleri birinci cevap, Tahran'ın yerel müttefiklerinin sadece müttefikler değil, gizliden ve açıktan İran Mollalar rejimini her düzeyde simüle etmeyi amaçlayan minyatür modeller olduklarıdır.
İkinci cevap, bu yerel müttefikler, Lübnan'daki Hizbullah ve Yemen'deki Ansarullah (Husiler) gibi ilgili ülkedeki meşru güçlerin gücünü ve etkinliğini aşan gelişmiş silahlarla donatılmış milislerdir. Bu bir sır değil, milislerin kendileri tarafından açıklanan ve itiraf edilen bir gerçektir.
Üçüncü cevap, bahsi geçen milis grupları ideolojiktir ve ulusal sadakat düzeyleri neredeyse yoktur. İran'daki mercii ile ideolojik, mezhepsel, politik ve bağlılık düzeylerinde yakın bağları vardır.
İran'ın yerel milislerden müttefiklerinin ulusal sosyal yapının özünden olduğu doğru, ancak aynı zamanda İran rejimiyle aralarındaki her düzeydeki organik ilişki, çağdaş ülkelerde alışılmamış olup, ideolojik bağlantılı olağan ittifaklara da benzememektedir.
Ek bir faktöre daha dikkat çekilmeli, o da İran rejiminin diğer yerel güçlerin resmi veya siyasi mekanizmalarından kat kat daha büyük olan ideolojik, askeri ve istihbarat mekanizmalarının kurulumunda artık uzmanlaştığıdır.
Bütün bunlar bizi geçici ABD stratejisinde diplomasi ve demokrasi ile caydırıcılık ilkesine geri götürüp şunu sorgulamamızı sağlıyor;
Yaptırımların kaldırılması, diplomasinin benimsenmesi, İran vekillerine finans akışının geri dönmesi, yeni yönetimin amaçladığı gibi bölgede demokrasi, insan hakları ve bireysel özgürlüklerin güçlenmesine yardımcı olup ABD değerlerini teşvik edecek mi?
Washington'un hedefi gerçekten de istikrarı sağlamak, savaşlardan ve çatışmalardan kaçınmaksa, o zaman cevap karmaşık hatta kafa karıştırıcı olabilir. Demokrasi karşıtı güçlerin güçlenmesinden kaynaklı demokrasi yokluğu, istikrara yardımcı bir faktör müdür?
Arzu edilen bu istikrarın bedeli nedir? İran'ın müttefiklerine karşıt güçleri boyun eğmeye zorlamak, gelecekteki savaşlar için malzeme sağlamak, alevli veya közler altında gizli mevcut sorunlara benzin dökmekten ibaret değil mi?
Bilhassa Lübnan ve Irak'ın durumuna bakacak olursak, İran'ın müttefiklerini güçlendirmek, uygun koşullarda meyve verebilecek umut verici demokrasi tohumlarını öldürmek anlamına gelmiyor mu?
ABD yönetimine, özellikle de Başkan Biden'a, bu sahnenin diplomasi ve demokrasiyi benimsemeye dayalı uluslararası gündemine hizmet edip etmeyeceğini sormakta haklı değil miyiz?
Tüm bunlar ışığında, Moskova'nın ılımlı Arap ülkelerine yönelik hareketliliği ve neden olduğu tüm trajedilere rağmen batmış Suriye rejimini su yüzeyine çıkarmak için birlikte oynadıkları rol yakından incelenebilir.
Özellikle de bunun Suriye devriminin 10'uncu yıldönümüne tesadüf eden bir döneme denk geldiği göz önüne alınırsa. Moskova'nın Washington ile bazı Arap ülkeleri arasındaki ilişkilerdeki çatlaklardan sızma girişimini, yağmurdan kaçarken doluya tutulmak olarak tanımlamak daha doğru.
Sadece hatırlatmak için söylüyoruz;
Bu durum geçmişte bazı Arap ülkelerinin Sovyet kucağına itilmesine benzemiyor mu?
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu
© The Independentturkish