ABD Kongresi, 3 Kasım'da sonuçlanan başkanlık seçimlerinin sonucunu tescil etmek üzere 6 Ocak'ta toplandığında Senato ve Temsilciler Meclisi üyelerini kötü bir sürpriz bekliyordu.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Seçimlerde usulsüzlük yapıldığını düşünen mevcut ABD Başkanı Donald Trump'ın destekçileri, Trump'ın da farklı biçimlerde yaptığı yüreklendirmelerle güçlerini göstermek üzere Kongre binası önünde toplandığında işin renginin bir anda değişmesi pek çokları için sarsıcı bir etki yaratmıştı. Binanın kapısının kırılıp pencerelerinin indirilmesiyle yaşanan baskının ardından özellikle boynuzlu ve kürklü şapkasıyla öne çıkan "bizon adam" Jake Angeli ve temsil ettiği "QAnon" hareketi çokça konuşuldu ancak gözlerden kaçan bir detay daha vardı.
Binanın içine giren göstericilerden birinin Amerikan bayrağı üzerine iliştirilmiş Marvel'ın ünlü karakterlerinden Punisher'ın ya da bir diğer ismiyle Frank Castle'ın logosunu taşıması da sosyal medyada önemli bir tartışmayı alevlendirdi. Logonun, birçok kişinin Amerikan demokrasisine ciddi bir saldırı olarak nitelendirdiği eylemde bu şekilde kullanılması Marvel hayranlarını hayal kırıklığına uğratmış görünüyordu. Ve hatta Marvel'dan karakterin "teröristler" tarafından kullanılmasına izin vermemesini ve Punisher'ın artık emekli edilmesini talep edenler de vardı.
Yup. Time to put an end to that shit @Marvel @Disney https://t.co/O3dCbht2Ip
— BEN BISHOP (@BISHART) January 7, 2021
Ancak hatırlatılması gereken nokta aynı logonun yaklaşık 7 ay önce Punisher'ın yaratıcılarından Gerry Conway tarafından Siyahilerin Hayatı Önemlidir (Black Lives Matter) hareketine destek olmak amacıyla düzenlenen kampanyanın parçası haline getirilmesiydi. Conway, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda logonun "kanunsuz polis baskısı" yerine yeniden "adaletin" sembolü haline getirilmesi için genç çizgi roman sanatçıları aradığını duyurmuştu. Söz konusu kampanya kapsamında bir dizi yeni Punisher logosu ırkçılık karşıtı harekete bağış toplanması için hazırlanmıştı.
I'm looking for young comic book artists of color who'd like to participate in a small fundraising project for #BLM to reclaim the Punisher skull as a symbol of justice rather than lawless police oppression. Respond and follow so we can DM.
— Gerry Conway Wears A Mask Because He Cares (@gerryconway) June 5, 2020
Ailesi feci biçimde katledilen Frank Castle, intikam almak üzere suçlulara karşı verdiği mücadeleyle ve onları cezalandırmasıyla nam salmış bir karakter. Ve her ne kadar karakteri yaratan Conway ve onu yakın zamanda canlandıran Jon Bernthal, Castle'ın baskıyla veya ırkçı eylemlerle ilişkilendirilmesinden son derece rahatsız olduklarını çeşitli biçimlerde belirtmiş olsalar da bu gibi örneklerin önüne geçememişlerdi. Tıpkı bu çarpıcı örnekte olduğu gibi popüler kültürün pek çok farklı karakteri, hikayesi veya sembolü şişede durduğu gibi durmuyor ve şişenin içinden çıkacak cin, yaratıcısının niyetinden bağımsız olarak bambaşka anlamlara gelebilecek şekillerde yorumlanabiliyor.
Cantek: Bu hikayeler birer mermi değil
Independent Türkçe'ye konuşan yazar ve senarist Levent Cantek, Punisher'ın farklı durumlarda farklı biçimlerde algılanmasını şu ifadelerle açıklıyor:
Bu hikayeleri birer 'mermi' gibi düşünemeyiz, bize ateş ediyorlar ve etkileniyoruz diyemeyiz, yani burada bir mesaj var ve her okuyanı aynı biçimde manipüle ediyor gibi bir sonuç çıkmıyor. Her okuyanı sadece bu metinler değil okuduğu ve seyrettiği diğer şeyler, yaşadığı çevre, eğitim aldığı kurumlar, güçlü olana meyletmek, siyasi sloganlar ve kestirimler etkiliyor. Punisher, son eylemlerde 'sağcı' sembollerden biri olarak gözüktü ama ben anti kapitalist eylemlerde de rastladım ona… Punisher savunusu gibi anlaşılmasın, herkes yaşadığı yere göre bir anlam yüklüyor. Popüler kültürü anlamak o sebeple zor.
Cantek'in de işaret ettiği gibi tuhaf biçimde karakter bir noktada kendisine can veren kişilerin beklentilerinden bağımsızlaşarak tam aksi yöne savrulabiliyor ve esasen hikayesine tamamen ters olsa da başka değerlerin temsili haline gelebiliyor. Bu açıdan Punisher'ın yalnız olmadığını belirtelim. Özellikle Marvel'ın son döneme damgasını vuran süper kahraman anlatısı Avengers da bu tartışmadan payını fazlasıyla aldı ve görünüşe göre almaya da devam edecek.
Steve Rogers, Tony Stark'a karşı: "Ahlaklı" kanunsuzluk
Trump'ın sandıkta Demokratlarla karşı karşıya geldiği ilk dönemeçten, yani 8 Kasım 2016'dan yaklaşık 6 ay önce, bugün Avengers: Endgame'in başarısıyla gölgede kalan Marvel filmlerinden biri olan Kaptan Amerika: Kahramanların Savaşı (Captain America: Civil War) vizyona girmişti ve benzer bir tartışmanın fitilini ateşlemişti.
Filmde ilk olarak süper kahramanların eylemlerinin toplum açısından kötü sonuçlar doğurduğuna tanıklık eden izleyici film boyunca bu tür istenmeyen sonuçların oluşmasının önüne geçmek için süper kahramanların devlet kontrolü altına alınması gerektiğini savunan Tony Stark ve bunun tam tersini savunan Steve Rogers'ın kapışmasını izlemişti. Film içten içe, liberal bir pozisyonu savunan Stark yerine, kötülerin haklanması için masumların hayatının göz ardı edilebilir olduğunu düşünen Rogers'ın tarafını tutar gibi görünüyordu ve konumuzla alakalı tartışma tam da burada başlıyor.
Film Rogers'ın savunduğu pozisyondan izlendiğinde kahramanların statükonun karşılaştığı saldırılara karşı koymak için müesses nizamın mevcut araçlarının yetersiz kaldığı durumda sistem dışından onu korumak adına vereceği mücadele son derece meşru görünür. Düzeni korumak adına kanun çerçevesinde hareket etmektense "ahlaklı" bir kanunsuzluk daha çekici görünür. Esasen Trump'ın bakışının özetlenebileceği "Make America Great Again" (Amerika'yı Yeniden Harika Yap) kampanyası tam da buraya oturuyor. Bu bakış açısından liberallerin elinde çürüyen Amerika'yı yeniden "harika" yapmak için her türlü araç meşru hale geliyor.
Levent Cantek bu tip ideolojik ilişkileri şu şekilde değerlendiriyor:
Çizgi romanlar başlangıçta çocuklar için üretildiği için öyküler daha basit ve masumaneydi. Hikaye anlatırken ister istemez bir gerçeklik vehmi yaratırsınız. Gerçeklik ilkesi ve inandırıcılık, piyasadan ve beğenilerden, olup bitenlerden fazlasıyla etkilenir. Watergate skandalı olmasaydı, Joker artık güldürmeyen demode bir parodi olarak kalırdı. Oysa artık ondan yana olan okur ve seyirciler var çünkü siz o gerçekliği eskisi gibi kuramazsınız. Kahramanlar, genellikle 'kanun koruyucu' değil 'kanun koyucudurlar', hukukun herkese eşit yaklaşma ilkesine inanmazlar.
Suçlular, zenginler, düşmanlar ve entelektüeller bir biçimde ceza almaktan kurtulurlar gibi bir fikre inanırlar. Bu durumda kahraman bizzat kendisi kanun koyar ve ceza verir. Haliyle bunlar sağcı ve anti entelektüelist fikirlerdir, kavramsal bir tartışmadan çok romantik ve öfkeli çıkarımlara dayanırlar. Meseleyi süper kahramanlara dayandırmak da doğru değil, bunun izdüşümleri popüler kültürün her alanında görülebilir. Kaldı ki dünyanın sağcı popülist liderler tarafından yönetildiği bir evredeyiz, asıl belirleyen liderlerin dili, diğer her şey ona göre yeniden ve yeniden revize oluyor gibi düşünmek daha doğru. Yaşanan zaman daha yüksek bir hararet yaratır demek istiyorum, katılımcılar kendi yükleriyle oraya gelirler.
Cantek'in belirttiği biçimiyle bu açıdan kesin hükümler belirtmek pek kolay değil ve süper kahraman anlatılarıyla Trump'ın ve destekçilerinin bakış açısının bir düzeyde akrabalık taşıdığını söylemek yanlış olmasa da her şeyden önce bu anlatıların kökenine ve nerelerden türediğine bakmak gerekiyor.
Süper kahramanın doğuşu: Kripton'dan gelen "yabancı" Süperman
Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü'nden Gazi Mehmet Emin Adanalı süper kahramanın ortaya çıkışını Independent Türkçe'ye şu şekilde anlatıyor:
Her şeyden önce süper kahramanın orijinine (özüne) bakmak gerekir. Bu da 20. yüzyılın ilk yarısına denk düşüyor. Süper kahramanların bütün olarak değerlendirilebileceği bir Amerikan mitosundan bahsedilebilir çünkü ABD'nin kültür olarak dayandığı bir mitos yok. Dolayısıyla aslında sözde-mitik bir hikaye yapısı var; klasik mitosların modern dönemde kurgusal olarak süper kahraman üzerinden yeniden yapılandırılması söz konusu. Genel olarak, Kant'ın Kategorik Zorunluluk prensibi üzerinden oluşturulmuş ahlaki zorunluluk anlayışından beslenen, haksızlıklara karşı mücadelenin bir seçim değil bir mecburiyet olduğunu iddia eden ve bu meyanda gri tonların olmadığı anlayış süper kahramanın felsefi ve entelektüel çerçevesini oluşturur.
Adanalı, bu çerçeve içinde süper kahramanın izlerinin ilk olarak 1936'da ortaya çıkan ve Türkiye'de Kızılmaske olarak bilinen The Phantom'da bulunabileceğine işaret ediyor:
Amerikan Kahraman mitosunun önemli parçalarından biri olan The Phantom (Kızılmaske) Batı Afrika kıyılarında bir güç haline gelir. Afrika ormanlarında ölümsüz olduğuna inanılır, tabii burada her zaman doğruyu yapan ve doğru için ölümü bile göze alan bir beyaz adam tasviri vardır. Romantik bakışı resmeder; esasen soylu vahşi (noble savage) anlatısı üzerinden beyaz adamın (benim bu kavramı ifade etmek için güncel olarak yarattığım İngilizce terim: "white hu-man") tüm dünyaya medeniyeti getirme kavramının içini doldurur. (The Phantom'ın özel süper güçleri yoktur ancak kötü güçlere karşı harekete geçmek için ahlak anlayışına, fiziki ve mental güçlerine ve yerel halk arasında ("ormanda") ölümsüz olduğuna dair oluşturulmuş mite dayanır.)
Ahlaki olarak doğrunun beyaz adamla simgelenmesi açısından süper kahraman anlatıları bağlamında son derece önemli bir miras bırakan The Phantom'ı çok geçmeden Süperman takip ediyor. Adanalı, 1938'de ortaya çıkan Süperman'in yaratıcıları Joe Shuster ve Jerry Siegel'in 19. yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başında Avrupa'da artan anti-semitizm nedeniyle Amerika'ya göç eden Yahudi ailelerin çocukları olmasına işaret ederek Süperman'in oluşturduğu anlatının aslında "son derece kalın bir örtünün altından ABD dışından gelenlerin de ahlaklı, düzgün, kanunlara saygılı ve belki de en önemlisi, gerçek bir Amerikalı olarak Amerika'ya büyük katkılarda bulunabileceğini" söylediğini belirtiyor.
Süperman bu açıdan Kripton gezegeninden Dünya'ya gelmiş bir canlı olarak temelde bir yabancı veya uzaylı tasviri. Ancak bebekken Dünya'ya gelen bu yabancı büyüdükçe Amerikan değerlerini savunan bir kahramana dönüşüyor. Adanalı bu dönüşümü şu ifadelerle anlatıyor:
Süperman Kripton gezegeninde aslında süper güçleri olmayan ve insan gibi normal bir canlı ama gezegeni politik çatışmalar ve kontrolsüz gelişen savaş teknolojileri ile yok olmadan önce babası tarafından bir uzay aracına koyulup kurtularak Dünya'ya geliyor, indiği yer de Kansas. Geldiğinde de zaten bebek. Olağanüstü güçleri o sırada daha yok. Kansas da zaten çok çalışkan işçi sınıfının ve beyaz Amerikalıların yoğun olduğu bir yer; ABD'nin tam ortası. Süperman'i burada çocuksuz bir aile evlat ediniyor ve sevgiyle büyütülüyor. Ancak büyürken süper güçleri ortaya çıkmaya başlıyor ve ailesi ona 'İnsanlara -ve insanlığa ABD idealleri üzerinden- yardım ederken bu güçlerini kimseye gösterme yoksa senden korkarlar!' uyarısında bulunuyor. Burada Yahudi köklerinin saklanması gereği de anlatıya o kalın örtünün ardında işlenmiş oluyor. Böylece Süperman -vücuduna yapışan ve renkli baskıda kullanılan üç temel renge sahip bir kostüm ardında kendisini gizleyerek ama mükemmel vücudunu sergilemeyi de ihmal etmeden yani Aryan ırkı propagandasını boşa çıkararak- Amerikan toplumuna hizmet etmeye başlıyor. Kahramanın süper güçleri de Güneş'ten geliyor. Ve burada Güneş aslında metaforik olarak Amerika'yı temsil ediyor. Güneş'ten gelen bu gücü benimseyen ve içselleştiren süper karakter, temsil ettiği şeyi yani Amerika'yı ve Amerikan değerlerini korumak üzere, önce 'Gerçek ve Adalet', II. Dünya Savaşı devamında da bu değerlere ek olarak 'Amerikan Yolu'nun savaşçısına dönüşüyor. Süper kahramanın ilk ortaya çıkışı bu şekilde gerçekleşmiş oluyor.
Batman: Hepiniz kahraman olabilirsiniz!
Süperman'in ardından gelen Batman, onun gibi süper güçlere sahip değil. Ancak savunduğu değerler için süper güçlere sahip olmadan da verdiği mücadele aslında hayli etkili bir mesaj veriyor. The Phantom gibi süper güçlere sahip olmayan Bruce Wayne, Adanalı'nın belirttiği biçimde köklerini Süperman'in de öncesinde yer alan kahramanlardan alıyor ve bir şekilde "Hepiniz kahraman olabilirsiniz!" fikrinin altını çiziyor. Adanalı, 1939'da ortaya çıkan Batman karakterinin ardından II. Dünya Savaşı'nın anlatılar üzerinde yarattığı dönüşümü şu şekilde özetliyor:
Kısa süre sonra da zaten II. Dünya Savaşı başlıyor. Bu süreçte süper kahraman dünyası hem çocuklara ideal oluşturacak hem de halka yararlı birey örnekleri gösterecek, tiranik gücü kabul etmeyen anlatılara dönüşecek. Anlatılar bu açıdan karakterleri bir nevi ülkenin yarattığı değerleri koruyan, statükonun askerleri haline getiriyor.
"Tijuana Bibles"dan "Graphic Novel"a: Grafik anlatımda karşı kültür
Öte yandan bu örneklerle bir düzeyde tezat oluşturabilecek ve tarihsel olarak onlardan önce gelen başka bir damar da söz konusu. Adanalı, 1920'lerde illegal olarak dağıtılan ve sakıncalı olarak değerlendirilen içerikleri barındıran “Tijuana Bibles” akımının daha sonra “Underground Comix” ve “Graphic Novel” akımlarına kaynaklık ettiğini söylüyor.
Adanalı'nın özetlediği biçimiyle "Tijuana Bibles"ın esasen gazete bantlarındaki figürlerin pornografik bir çerçevede yeniden serbest bir biçimde "alkol kullanırken ve genel olarak o dönemde geçerli olan ahlak anlayışını ve bunun ortaya çıkardığı yasaları reddederek gösteren çizgi anlatılar" şeklinde tanımlamak mümkün. Ve bu çizgi anlatıların "Tijuana Bibles" olarak adlandırılmasının sebebi de Meksika'nın Tijuana kentinde basıldıktan sonra ABD'de illegal biçimde dağıtılmaları. Yani garafik anlatılar açısından 1920'li yıllardan itibaren aslında hiç de hakim ahlak anlayışıyla bağdaşmayan anlatıların da gündemde olduğunu not etmek gerekiyor.
Adanalı erken dönemlerde gelişen bu muhalif tavrın 1980'lere uzanan bir çizgide okunabileceğini şu şekilde aktarıyor:
'Tijuana Bibles' kurguladığı anlatı açısından özellikle devletin alkol yasaklarının ve temel ahlaki anlayışının karşısında yer alan bir yapıya sahipti ki bu daha sonra 1950'lerin sonundan itibaren yükselişe geçen ve 60'larda patlayan, serbest cinsellik, alkol ve uyuşturucu tüketimi gibi baskılanan konuların temel ahlak normlarını külliyen reddederek çok açık biçimlerde işlendiği 'Underground Comix' akımına temel oluşturmuştur. Onun da mirasçısı, 1970'lerin sonu ve özellikle 80'lerde, benim başından beri ısrarla işaretlediğim ve adlandırdığım 'Graphic Novel' akımı oldu. Grafik anlatımda protest/karşıt kültürü oluşturan ve 20. yy.'da yetişkinlere bilfiil hitap eden bu birleşik yapı, ABD'nin ahlaki kültürüne karşı çıkan diğer hareketlerin önemli bir parçası olmuştur.
Benzer biçimde Cantek de süper kahraman anlatılarına yönelik toptancı bir yaklaşımın hayli sorunlu olduğunu ve aslında bu anlatıların birbirinden çok farklı eğilimleri de barındırabileceğine şu şekilde dikkat çekiyor:
Çoğunluk değerlerine, ortalama inanışlara ve genel ahlaka dayanan her anlatı sorunludur ve siyaseten doğru olmayan tarafları çoktur. Böyle bakınca çizgi romanlar, popüler kültürün içinde yaşayan farklı anlatım araçları ve türlerden farklı değiller. Ama bu demek değil ki, tek biçimli ve birörnekler. Aksine geleneksel kalıpların içinde eleştirel 'konuşan' sayısız örnek de içeriyorlar. Muhalif eylemlerde kullanılan Guy Fawkes maskelerini alternatif örnek olarak hatırlayabiliriz örneğin.
V parmağını halka doğrultuyor: Suçlu sensin!
İlk olarak 1982'de yayımlanan ve özellikle 2005'te sinemaya uyarlanmasının ardından büyük bir yankı uyandıran Alan Moore'un yazdığı ve David Lloyd'un çizdiği V for Vendetta'yı süper kahraman anlatıları içinden yükselen kuvvetli bir muhalif ses olması nedeniyle burada tartışmaya dahil etmek son derece önemli. Çünkü anlatının kahramanı V, Süperman ve Batman gibi karakterlerin kurduğu çerçeveyi tersine çeviren bir etki yaratıyor. Adanalı, V for Vendetta'nın esasen yukarıda özetlenmeye çalışılan romantik kahraman kültürünü tersine çevirerek farklı bir yapı kurduğunu belirtiyor.
Bahsi geçen geleneksel süper kahramanı Adanalı, "hareketsiz bir yaratık" olarak nitelendiriyor ve esasen bir "araç" olduğunu söylüyor. Geleneksel kahramanın harekete geçmesi için onun koruduğu değerlere veya sisteme muhalif bir antagonist gerekiyor ve geleneksel kahraman bu antagonistin etkisiyle hareketsiz halden çıkarak eylemlilik kazanıyor. Bu noktada Adanalı tehdit altındaki değerleri korumak adına harekete geçen geneksel süper kahramanın "bir devlet ajanı" (government agency) işlevi gördüğüne işaret ediyor. Antagonistin haklanmasının ardından da süper kahraman tekrar eski durağan pozisyonuna geçiyor. Adanalı bu anlatı yapısıyla son derece uyumlu biçimde, geleneksel süper kahraman tasvirinin romantik ideallerden beslenmesi nedeniyle bu tür kahramanların "yaşlanmadığını ve kurgu gerektirmedikçe de ölmediğini" ifade ediyor.
V'nin daha en başından geleneksel süper kahramanın korumaya çalıştığı yapıyı "tiranik" diye nitelendirerek onu tersyüz ettiğini Adanalı şu şekilde belirtiyor:
V karakteri de temelde bu yapıdan, yani aynı tür vekaletten besleniyor; burada da haksızlığa karşı savaş söz konusu ama bu sefer doğrudan devletin oluşumu tiranik olarak tasvir ediliyor ve vekil gücünü halktan, halk için ve halk sayesinde alıyor. Alan Moore kahramanını anarşist ideolojiyle eşleştiriyor ve resmettiği karakter yaptığı planla halkı tirana karşı uyandırmaya çalışıyor; buradan sonra da özgürlük savaşçısı/terörist diyalektiği denkleme dahil oluyor.
Adanalı, V for Vendetta'nın tam da Süperman ve Batman gibi karakterlerin kendilerini korumaya adadıkları devlet yapısına oklarını çevirmesi nedeniyle ciddi bir kırılma yarattığına işaret ediyor ve bu anlatısal kırılmanın Thomas Hobbes'un Leviathan'ına atıfla anlatılabileceğini belirtiyor. Hobbes'un çizdiği çerçevede halk ve erk arasında gerçekleştirilen toplum sözleşmesinin sonrasında oluşan devlet bir canavar olarak tasvir ediliyor. Devletin olmadığı doğal durumdan (state of nature) zarar görmek istemeyen bireyler bilinçli bir biçimde bir araya gelerek devleti ete kemiğe büründürüyor. Adanalı nihayetinde oluşan bu canavarın hep bir zincirle bağlı olduğunu ve o zincirin de halk tarafından kontrol edildiğini belirtiyor ve bu fikre göre kontrolün herhangi bir biçimde bırakıldığı anda "canavarın kafasına göre hareket etmeye" başlayacağının altını çiziyor. Ancak burada Leviathan ve onu oluşturan halk arasındaki diyalektik ilişkinin vurgulanması son derece önemli. Çünkü Adanalı'nın da ifade ettiği gibi "canavar bir meta" ve "asıl işaretlenen erki oluşturan insanlar".
Moore'un kurduğu anlatının bu açıdan nasıl değerlendirileceğini Adanalı şu şekilde özetliyor:
Moore'un oluşturduğu anlatı tam da buraya oturuyor. Çünkü devletin canavarlığını kontrol etmek için her gün çaba gösterilmediğinde kontrolden çıkabildiğine, hatta toplu kültürel hafızamızı yoklarsak illaki bir şekilde çıktığına işaret ederek V aslında halka 'Suçlu sensin!' diyor. Gündelik hayattaki devinimde, ufak tefek dertlerde, çıkarlarda, arzu ve isteklerde, hatta ihtiyaçlarda bile sebep-sonuç ilişkisi kuramamak, sorunlara ve çatışmalara analitik düşünce ile kritik biçimde bakmayı bilememek, düşünmeden hareket etmek ya da eylemsizliği seçerek, yani bir ikilem karşısında seçim yapmayarak, durumdan memnun olduğunu belirtmek, statükoyu korumak, aslında kişiyi sistemi destekleyen bir noktaya getiriyor. V tam da buna işaret ederek, yani seçmemenin en net seçim olduğunu göstererek, 'İçinde bulunduğun durumun sebebi sensin!' diyor. Bu açıdan diğer örneklerle birlikte düşünüldüğünde kimin terörist olduğu kimin özgürlükler için savaştığı kendi içinde devingen, diyalektik bir yapı oluşturuyor. Tabii bu diyalektik çözüldüğünde devinim durur; o yüzden sabit anlatılardan bahsedemeyiz.
Bu açıdan V'nin anlatıda aslen halkı sorumlu tutarak geleneksel süper kahramanın tamamen aksi yönünü hedef almasının nedeni açıklık kazanmış oluyor. Öte yandan karakterin yüzünü gizleyerek bir maskeyle kendini göstermesi hayli önemli. Karakterin meşhur, "Bu maskenin ardında etten fazlası var. Bu maskenin altında bir fikir var ve fikirlere kurşun işlemez" sözü hem hikaye açısından hem de genel olarak süper kahraman anlatıları külliyatı açısından önemli bir ideolojik değişikliğe işaret ediyor. Adanalı, Moore'un eserinde anarşizm üzerinden kurduğu tatışmayı şu şekilde aktarıyor:
Metinde anarşinin babası Mihail Bakunin ve özellikle yırtıcı anarşist Sergei Nechayev göndermeleri açık ve nettir. Nechayev’in anarşizm anlayışı çok daha serttir ve daha büyük bir amaç için kimliğin dahi yok olması gerektiğini ve benliğin devrimin kölesi haline gelmesini savunur. V tam da bu anlayışla modelliyor kendisini ve savaşını... V devletin erkinin ortaya koyduğu ve çok koyu ve ırkçı bir milliyetçiliği sarmalayan din öğesi etrafında kurduğu çerçevenin dışında kalan herkesi terörist/zararlı unsur ilan ettiği sırada 'Gel sana bir hikaye anlatayım' diyor.
Kongre baskınındaki kitlenin tarihsel, düşünsel kökenleri: Püritanizm
Yukarıda verilen örnekler süper kahramanlara dair anlatıların oluşturduğu tarih içinde birbirinden çok farklı politik ve ideolojik pozisyonların çıkabildiğini gösteriyor. Ve esasen "özgürlük savaşçısı"nın kim olduğuna verilen cevabın bu farklı pozisyonlara göre değişkenlik gösterebileceğine işaret ediyor. Bu bağlamda Kongre baskınını gerçekleştiren kitlenin örneğin neden V karakteriyle kendini eşleştirmediği açık görünüyor çünkü ideolojik olarak V tam da o kitlenin koruma hırsıyla öne atıldığı yapıyı hedef alıyor ve Alan Moore bunu anlatısının içinde çok bariz bir biçimde inşa ediyor.
Bununla birlikte süper kahraman örneklerinden biraz uzaklaşıp ABD'nin kültürünü oluşturan kurucu fikirlere yelken açarak ortaya çıkarılmaya çalışılan tablo biraz daha net hale getirilebilir. Adanalı, Anglikan Kilisesi'nden koparak Amerika'ya giden Puritenlerin bu açıdan son derece önemli olduğunu belirtiyor:
Roma Katolik Kilisesi'nden ayrılan Anglikan Kilisesi'nin yarattığı göreceli olarak daha kabul edici yapıda bile barınamayan ve protestanlığı daha da saflaştırmaya çalışan ultra-köktendinci Puritenler'in İngiltere'den ayrılarak Amerika'ya varmasıyla başlayan sürecin, bugünün ABD'sinin –hala—hakimi beyaz adamın süreci olduğu söylenebilir. O kadar kökten dinci bir anlayışa sahipler ki İngiltere'de bile barınamıyorlar. Bu açıdan otoriteye bakışlarına dikkat çekmek önemli çünkü –aslında tüm köktendinciler gibi—kati doğrunun sadece kendilerinin bakış açısıyla eşdeğer olduğunu düşünüyorlar.
Donald Trump'ın ve onu destekleyenlerin öne çıkan fikirlerinden biri beyazların diğer tüm ırklardan üstün olduğu fikri ve Püritenlerin Hristiyanlık anlayışının da tam da bu noktada kaynaklık ettiğini söylemek mümkün. Özellikle sosyal medya üzerinden yayılan komplo teorilerini üretme ve bunlara inanmaya son derece yatkın bu kitle açısından her şeyin kendi bakış açılarındaki gibi gerçekleştiğine olan mutlak inanç bu kültürel temelden besleniyor. Adanalı upuzun bir tarihi olan bu kültürel kaynaklığı şu ifadelerle aktarıyor:
ABD'deki beyaz adamın kültürü işte bu en uç olanınkinin tohumundan yeşeriyor. Bir toplumda en önemli olan kültürdür ve Amerikan kültürünün kökündeki yapı ultra-protest bir karaktere sahip. Bu toprağa -nedenlerden bahsetmeksizin- eğitimi eksik, analitik düşünceyi kritik bakış açısıyla nasıl kullanacağını bilmeyen ve dijital devrim yüzünden gerçek bir hipergerçeklik içinde yaşayan insanı ekince, ortaya çıkan ağaç da doğası da şüpheci ve paranoyak bir toplumun gövdesini oluşturuyor.
Adanalı'nın aktardığı biçimiyle böylesi düşünsel bir temelden beslenen kitle açısından ABD toplumunda son dönemde yaşanan değişimler, özellikle alternatif kimliklerin, cinsiyetlerin bahsi geçen katı ahlaki yapıyı sarsması beyaz adam açısından tabiri caizse bir varoluşsal kriz yaratıyor ve bu kriz hissi radikalliği de beraberinde getiriyor. ABD'nin dünyanın pek çok farklı yerinden aldığı göçler, Adanalı'nın ifade ettiği biçimiyle bir "beyazsızlaştırma" olarak algılanıyor ve bu açıdan "koyu dindar protestan Amerikalı kendini büyük bir tehdit altında hissediyor". Bu bakış açısı haliyle bilinen ve esasen kendilerinin kurduklarını düşündükleri Amerika'nın giderek yok edildiği hissiyatını tetikliyor. Yukarıda aktarılmaya çalışıldığı haliyle bu bağlamda Püritenlerin anlayışını hatırlamak son derece önemli.
ABD'nin doğumundan bu yana pek çok farklı çatışmanın kültürünü şekillendirdiği bir ülke olmasını Adanalı bu tartışma açısından çok önemli buluyor. Köleliğe dair yaşanan ihtilaf, bağımsızlık mücadelesi, Amerikan yerlileriyle yaşanan çatışmalar bu bağlamda akla gelen ve bir çırpıda sayılabilecek başlıklar. Bunların ötesinde ülkeyi ilgilendiren pek çok farklı noktada Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında yaşanan fikir ayrılıkları da ülkenin tarihindeki çatışmalara yenilerini ekliyor ve tabii onlardan besleniyor da. Özellikle son dönemeçte toplumun iki farklı kanadı arasındaki gerginliğin Trump'ın başkanlık dönemi sürecinde ortaya koyduğu icraatlar ve söylemlerle arttığını söylemek abartı olmaz. Ve bu pratikler esasen Trump'ın temsil ettiği anlayışı sivriltirken Demokratların da bir biçimde kenetlenmesine ön ayak oluyor. Bu açıdan son seçimde Demokratların hem başkanlığı kazanması hem de Kongre'nin her iki kanadını da kontrol eder hale gelmesi Trump'ın destekçilerinin bakış açısından fazlasıyla tehditkar bir meydan okuma olarak görülebilir.
Adanalı bu dinamiği şu ifadelerle anlatıyor:
Son 52 yılın 32'sinde ABD başkanı Cumhuriyetçilerden çıkarak muhafazakar kesime önemli bir özgüven deposu oluşturuyor. Amerikayı tekrar kazandıklarını, hakları olanı geriye almaya başladıklarını düşünen bu büyük kesim nihai amaçlarına yakın zamanda erişmeyi beklerken ve Trump ile bir başka Amerikana olan, her şeyi kendi yapan güçlü ve dümdüz kahraman adam ikonografisinin parlak ışığında beyaz İsa'ya dua ederken, Demokratlar, üstelik de Kongre-Senato-Başkanlık aksını maviye boyayarak, bütün tahayyülü bozunca bireyde –ve dolayısıyla oluşturdukları toplumda—yaşanan kırılma varlık nedenlerini tehlikeye atacak kadar büyük: Bu kırılmanın oluşturduğu korku ile başa çıkabilmeleri için nesnel, somut bir şeye ihtiyaçları var, bunun mutlaka bir sebebi olmalı ve o sebep ancak kendilerinin kolektif hafızalarındaki yapıya uygun işaretler ve sembollerle açıklanırsa zihinleri bireysel varlıklarında yaşadıkları bu kırılmayla başa çıkabilir ve korkuları yatışabilir; o zaman ve aynı zamanda savaşacak bir hedef de oluşacaktır.
Paranoya ve dijital devrim
Komplo teorilerinin sosyal medya gibi iletişim teknolojilerinin sağladığı olanaklarla hızla yayılması bahsedilen tehdit hissinin katlanarak bir paranoyaya dönüşmesinde son derece önemli rol oynuyor. Bu açıdan sosyal medya deli saçması gibi görünen pek çok fikri gerçekliğin ta kendisi gibi gösterme gücüyle esasen beyaz adamın buhranını derinleştiriyor. Adanalı bu katlanarak artan kriz hissini harakete geçiren esas etkiyi şu ifadelerle anlatıyor:
Capitol'ü basan Amerikalının paranoyaklığının klinik düzeyde artmasına neden olan temel etmen teknolojik devrimin yol açtığı dijital devrim: İnternet devrimi toplumda hemen herkeste rastlanan basit bireysel rahatsızlıkları (yani davranış bozukluklarını) çoğu kişide, özellikle ontolojik olarak bulundukları toplumsal pozisyonda -çeşitli parametreler nedeniyle- rahatsızlık hissedenleri, klinik düzeye taşıdı. Bu tür düşünce yapısından muzdarip bireylerin oluşturduğu toplumsal alt-gruplarda bir tür hipergerçekliğin, yani herhangi bir analitik bilimsel gerçeklikten uzak ve aslında bunların varlığını çoğunlukla ve kategorik olarak reddederek bir araya gelen bireylerin oluşturduğu öznel inanç yapılarında ortaya çıkan kendi sahte-gerçekliklerinin oluşmasına önayak oldu. Bu çerçevede yalnızca kendi sahte-gerçekliğini gören anlayış, geleceğinin tehdit altında olduğunu ya da ve hatta geleceğinin artık olmadığını düşünerek şekillenen bir yok olma korkusunun ortaya çıkardığı çıplak panikten beslenen dürtüyle -ve bahsettiğim iletişim biçimleri sayesinde toplu olarak- harekete geç(ebil)iyor.
Mit ve gerçeklik
Bu paranoyanın süper kahraman anlatılarıyla ilişkisine dönecek olursak, süper kahramanın esasen bu kriz hissini psikolojik olarak hafifleten bir işlevi olduğuna değinmek gerekiyor. Adeta ideallerinin yok olduğunu düşünen beyaz adama yepyeni bir motivasyon kaynağı sağlıyor ve süper kahraman hikayelerinin oluşturduğu ahlaki anlatının nasıl okunduğuyla doğrudan ilişkili olarak ona düşmanının kim ve idealinin ne olduğunu söylüyor. Adanalı bu ilişkiye şu şekilde dikkat çekiyor:
Böylesi bir beyaz toplumda yaşanan son dönemdeki değişiklikler, bu anlayışın beslendiği simge ve sembolleri boşa çıkararak, o toplumda yaşanan korkuyu daha da tetikliyor. Capitol'ü basan kişi açısından gelecek artık var olamayacak kadar yanlış görünüyor; kendisini bir korku imparatorluğunun, bir tiranın beklediğini düşünüyor. Onun bakış açısından bu tiranlığı destekleyen ve düşman toplumu oluşturan insanlar liberaller, demokratlar, alternatif kimlikler, farklı inanç yapıları ve etnik kimlikler, LGBTQIA+ bireyler, evlilik, cinsiyet ya da seks konusunda aykırı düşünceleri olan kişiler, vs. Bu güruh içinde pek tabii süper kahraman anlatılarının gerçek hayata uygulanabileceğini düşünenler var ve insan doğası gereği en basit ve kesin olana yöneldiğinden bu basit ikonik, işaret ve sembollere sahip anlatılar, ortak bölen oluşturmak açısından bazılarına oldukça zengin bir zemin sağlıyor çünkü neyin doğru veya yanlış olduğuna dair net çizgiler sunuyorlar.
Bu bağlamda tarihin belirli dönemlerinde popüler kültürün ön plana çıkan sembollerinin o dönemin ideolojik ve siyasi iklimiyle fazlasıyla ilişkili olduğunu belirtmek gerekiyor. Yani bir süper kahraman ve onun yorumlanma biçimi bütünüyle toplumsal faktörlerle bağlantılı. Adanalı bu noktada X-Men'in iyi bir örnek olduğunu söylüyor ve 1960'larda ortaya çıkan X-Men'in esasen rağbet görmemesinin sebebinin "gizlenmiş bir öteki temsili" olmasından ileri geldiğini ve o dönemde toplumun bu tür temsillere henüz hazır olmadığına işaret ediyor.
Benzer biçimde Frank Miller'ın The Dark Knight Returns'ü de böylesi bir bakışla değerlendirilebilir. Adanalı, Miller'ın kurduğu anlatının ciddi bir yeni-muhafazakar eleştirisi barındırdığını şu ifadelerle anlatıyor:
Burada Batman yaşlanmıştır ve liberallerin kültürel etki alanında yükselmeye başladığı bir dünyada, yeni-muhafazakar Cumhuriyetçilerin getirdiklerinden de bir o kadar nefret eder ve eleştirel bir anlatı kurgular. Batman kendisini suça ve rezil politikacılara karşı –bu sefer bir antagonistin ortaya çıkmasını beklemeden yani kendi etkinliğini kendi içinde yetkin kılarak-yeniden aktif hale getirir ve sonunda hem erkin maşası olan Süperman'i yanına çeker hem de yer altına inerek aylak 'rogue' takımını toplayarak başa geçer ve neo-conlara karşı yeni dünya düzenini 'gerçek' Amerikan ideali üzerine kurmak üzere örgütler.
Tirana karşı ayaklanma ve Anayasa'nın ikinci maddesi
ABD Anayasası bu bağlamda düşünsel açıdan görülen veya hissedilen tehdide karşı kolay biçimde silahlanmaya çok büyük bir zemin sağlıyor. Çünkü Anayasa'nın ikinci maddesi silahlanmayı bir hak olarak koruma altına alıyor. Adanalı'nın altını çizdiği biçimde Anayasa'nın sağladığı bu zemin de paranoya düzeyine çıkan tehdit hissinin silahlanmasının önünü açıyor:
Bu tür saçma tahayyül yapıları zihni ele geçirince, bahsi geçen kitlenin bireyleri geçmişe bakıp Amerika'nın 'Founding Fathers' denen kurucuları İngiltere'yi ya da bu bakış açısından herhangi bir tiranı nasıl alt ettiyse, bunu biz de yapacağız diye düşünüyorlar ve gene yukarıdaki bütünsel bağlamda çok hızlı ve verimli şekilde organize olarak kitlesel eyleme geçebiliyorlar.
Bu nedenle bu kitle açısından kendi zihinlerindeki tirana karşı ayaklanma, anayasal zeminden de beslenerek tam da Kongre baskınında tüm dünyanın tanıklık ettiği görüntülere evriliyor. Adanalı, ABD Anayasası'ndaki bu maddenin anakronik olduğunu, değiştirilmesi için çaba sarf edildiğini ancak temelde yatan yerleşik kültürün değiştirilmesinin hayli zor olduğunun altını çiziyor. Ve ironik biçimde her ne kadar Trump'ın da benzer bir tiran tasvirine oturtulması son derece kolayken, Adanalı bu kitlenin böylesi bir ihtimali tamamen kapı dışarı ettiğini ve Trump'ın söylemlerini "rastgele ve tutarsız ifadeler barındırsa da, rasyonel olmayan biçimde sahiplendiğini" söylüyor.
"Yaşayan Ölüler'in şafağı, gündüzü ve gecesi"
Adanalı'nın çizdiği çerçeve ABD tarihinde görülmemiş biçimde böylesi bir eyleme kalkışılarak Kongre binasının neden basıldığını güncel tartışmaların ötesinde tarihsel ve ideolojik kaynaklarıyla anlaşılır hale getiriyor. Çehov'un meşhur sözünü bir nevi hatırlatır biçimde aslında duvarda asılı duran tüfeğin tam da orada olduğu için patladığına işaret ediyor.
(Bu açıdan) Capitol'ün basılacağı belliydi, sadece kaç kişinin hangi yöntemlerle basacağı belli değildi. Ve tabii basanlar BLM (Black Lives Matter) üyeleri olsa sonucun ne kadar daha kanlı olacağını tahmin etmek için de bir kristal küre gerekmiyor. Tiran her zaman görülebilir bir yerde ancak bunu toplum olarak nesnel biçimde değerlendirmek çok zor. Ancak rasyonel biçimde sağlıklı değerlendirebiliriz fakat hipergerçekliğin bir olgu olduğu bu dönemde bireysel rasyonellik platin madeninden daha değerli ve zor bulunur bir bilişsel özellik haline geldi; bireylerin hayli büyük miktarı, Yaşayan Ölüler gibi, düşüncesiz, kitlesel bir hareketi hızla devinime geçiren zombiler, sanki... Yaşayan Ölüler'in şafağı, gündüzü ve gecesi birbirine girmiş durumda; her yerdeler artık.
Ancak kitlenin, baskının gerçekleştiği sırada sert bir müdahaleyle dağıtılmaması konu açısından ciddi bir önem arz ediyor. Adanalı, V for Vendetta bahsinde aktarılan canavar tasvirine atıfla Kongre baskınıyla yaşanan olayda "paslı halkaları kırarak serbest kalmaya yaklaşan canavarın" yeniden uyutulacağını belirtiyor. Yani sert biçimde müdahale edilmeyerek esasen bir miktar zaman kazanıldıktan sonra canavar kıskıvrak yakalanıyor. Görünüşe göre canavarın bir süreliğine de olsa uyutulmasında, baskına katılanların muhtemel biçimde yargılanarak ceza almaları etkili olacak.
Önceki başlıklarda da ifade edilmeye çalışıldığı biçimiyle süper kahramanların neyi temsil ettiği ve bu temsilin nasıl alımlandığı her uğrakta toplumsal mücadelelerin belirlenimiyle kendini yeniden kuruyor. Dolayısıyla Adanalı'nın da özlü biçimde ifade ettiği gibi modern kahraman bazen Süperman, bazen Batman, bazen de V olarak kendini gösteriyor. Ve tam da bu yüzden Siyahilerin Hayatı Önemlidir (Black Lives Matter) hareketinde ortaya çıkan Punisher'ın, 7 ay sonra Kongre binasını basması pek de şaşırtıcı görünmüyor.
Levent Cantek bu dinamiği Adam Smith'in "görünmez el" metaforuna benzeterek popüler kültürün her şeye sirayet ettiğini, etkilediğini ve etkilendiğini söylüyor. Bu açıdan birbirinden farklı pek çok idealin temsili olarak okunabilecek süper kahramanlar, o ideallerin değişmesiyle adeta kendilerini baştan yaratıyor.
© The Independentturkish