Tunuslu bir sokak satıcısının uğradığı haksızlık karşısında bedenin yakarak başlamasına yol açtığı Arap Baharı'nın üzerinden 10 yıl geride kaldı.
Bazı ülkelerde despotik yönetimlerin değişmesini sağlayan Arap Baharı'nın etkileri hep tartışılıyor.
Independent Türkçe'nin bilim insanları, siyasetçiler, yazar ve aydınlara "Kurgulandı mı, kendi dinamikleriyle mi başladı?" ve "İslam dünyası ne kazandı ne kaybetti?" sorularının cevaplarını alarak yaptığı dizi farklı görüşler yer aldı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Kendi alanlarında uzman akademisyenlerden Ahmet Kasım Han ile Vahap Coşkun ve siyasiler, protestoların kendi dinamikleriyle başladığı görüşünde birleşti.
Altınbaş Üniversitesi Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ahmet Kasım Han, Arap Baharı'nın bir kurgu olduğunu söylememin, bunu deneyimlemiş olan bütün ülkelerin toplumsal değişiklikleri gerçekleştirmek için son derece haklı birtakım serzenişlerle ve şikayetlerle sokağa dökülmüş kitlelere haksızlık olacağı düşüncesinde.
Arap Baharı'ndan önce de bu konuyla ilgili çalışan bilim adamlarının devlet toplum uyuşmazlıklarına dikkati çektiklerini hatırlatan Han, "Ortadoğu alt sistemine dair yapılan analizlerin başlıca temalarından birini oluşturan bir meseleydi" dedi.
Han: "Yoksulluk, yoksunluk ve yolsuzluklar son derece gerçekti"
Arap Baharı'nda meydanları dolduran, sokaklara dökülen milyonların dile getirdikleri yolsuzluklar, yoksunluklar, yoksullukların tamamıyla son derece gerçek vurgulayan Han, "Söz konusu bu Arap devletlerinin sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel, sosyo-politik dokusuna işlemiş sorunların ifadesiydi. Gerçek sorunlara ilişkin hakikat payı son derece yüksek eşiklerden yola çıkarak, içinde yaşadıkları topluma, devlete ilişkin, haklı ve daha iyi yaşama taleplerini içeren siyasal katılımı genişletmek taleplerini içeren, iktisadi taleplerini, fırsat eşitliğini hakça bir bölüşümü, paylaşımı içeren ve sosyal tabakalarda fırsat eşitliğini önceliklendiren, dile getiren taleplerin dışarıdan tetiklendiğini söylemek büyük haksızlık olur" şeklinde konuştu.
Han'a göre hareketin dış mihraklı olduğunu söylemek sadece realite ile çelişmez bu aynı zamanda bu uğurda canlarını veren, sokaklara dökülen, o koşullar altında yaşayan insanların, içinde bulundukları durumu idrak kabiliyetlerinin eksik olduğu bir örtülü kabulünü içerdiği için sinsi ve gizli bir oryantalizm içeriyor.
Tabloyu böyle ifadeyle ortaya koyan Han, bütün bu gerçekliğe rağmen bazı hususların da yadsınmadığını belirtti.
Zira ona göre insanların, toplumun fikri ve eylemsel tepkilerini sürükleyen, düşünce önderlerinin ve bunların ait oldukları, kullandıkları teknikler bakımından, bunları nasıl kullanacakları, seslerini bir biçimde tüm dünyaya duyurmak noktasında sergiledikleri etkinlik bakımından, geldikleri seviyeyi göz önüne aldığında, bu kişilerin ve gurupların söz konusu ilkeleri aşan bağlantıları olduğunu da yadsınamaz.
"Gerçekleri ne yalanlar ne de geçersiz kılar"
Protesto gösterileri başladıktan sonra dünyanın değişik yerlerinden ve merkezlerinden bu ülkelere dair kaygıları, çıkarları ve bunları manipüle etmek noktasında kendileri açısında fayda gören devletlerin, söz konusu yaraları kullanmış olabileceklerini de göz ardı etmediğini aktaran Han, "Ama bu ne yaraların gerçek olduğunu ortadan kaldırır, ne de o sokağa dökülen o milyonların içinde yaşadıkları insani durumunun gerçekliğinin farkına varma yetkinlikleri ile ilgili bir eksiklikleri olduğunu söylemeyi meşrulaştırır" ifadelerini kullandı.
"Tezim bütün bunların gerçek olduğu ve bu gerçekliklerin üzerinde yükselen bir sosyolojik tepki vardı, bu sosyolojik tepkiyi elbette birtakım dış merkezler kullanmaya çalıştılar yönündedir" diyen Han, "Ama bu Arap Baharı'nda dile getirilen şikayetlerin geçersiz olduğunu, Ortadoğu'nun en önemli meselelerinden bir tanesinin bu toplum-devlet uyuşmazlığı olduğunu, gene bir başkasının hiç kuşku yok gelir dağılımına, fırsat eşitliğine, siyasal katılıma ilişkin eksiklikler olduğunu ne yalanlar ne dışlar ne de geçersiz kılar" diye konuştu.
"Daha demokratik ve daha açık toplumlar olabilmek adına bir fırsat kaybettiler"
"Arap Baharı üzerinden 10 yıl geçti ama hala bazı ülkelerde bitmiş değil. Bu sürece baktığınızda özellikle İslam ülkeleri ne kazandı ne kaybetti sizce?" sorusuna Ahmet Kasım Han şu cevabı verdi:
Yani bir kere bir fırsat kaybettiler her şeyden önce. Daha demokratik ve daha açık toplumlar olabilmek adına bir fırsat kaybettiler bu ülkeler. İkincisi, tarihsel deneyimlerini kendi doğal akışı içerisinde yaşamanın sağlayacağı, imkanları kaybettiler ve kimisi çıkış noktasından daha geri bir duruma döndü. Ayrıca çok büyük çaplı ve ilk sonuçları itibari ile ciddi şekilde değişik ve dönüşümü yaratmaya muktedir olurken, o kadar büyük toplumsal hareketlenmeye direnmeyi becerdikleri için mevcut ve bu sorunların çözümünden ziyade sebebi olan bu yönetimler aynı zamanda kuvvetlendiler. Ne bakımından kuvvetlendiler, kendi kalıcılık güçleri bakımından, mukavemet güçleri bakımında güçlendiler. Bundan sonraki dalgayı nasıl karşılayacaklarını daha iyi biliyor hale geldiler. Bu bir tespittir, bunun ötesinde reform yapma gereksinimin de bir miktar farkına vardılar. Belki burada çıkarılabilecek hayırlı bir sonuç. Bunları kendi üsluplarınca yapıyorlar. Suudi Arabistan'da Muhammed bin Selman yapmaya çalıştıklarını da bundan bağımsız anlamamız mümkün değil. Birleşik Arap Emirlikleri'nde (BAE) Muhammed bin Zayed'in yapmaya çalıştıkları da bundan bağımsız görmemiz mümkün değil. Netice itibari ile bu Arap Ortadoğu'nun kalanı açısından olumlu bir örnek olarak Tunus istisnası dışında bir stabil dengeye ulaşabildiğimiz manasına gelmiyor. Ve kayıpların belki en büyüğü şöyle veya böyle insanların en azından fiziki güvenliklerinin daha fazla güvencede olduğu bir durumdan, şu an iç savaş ile karakterize olan büyük çaplı göçlerle karakterize olan, bir yeni dengesiz Ortadoğu manzarası üzerinden geçmemiz olmamız. Bu da Ortadoğu'nun var olan sorunlarına yenilerini ekliyor. Devletler arası anlaşmazlıklarda aynı ile devam ediyor. Katar ile Körfez ülkelerinin anlaşmazlığı, Doğu Akdeniz'deki vaziyet, İran ile İsrail sorunları.
"Kolay yorumlayabilmek mümkün değil"
"Totalde kayıpları mı yoksa kazanımları mı çok?" sorunu yönelttiğimiz Han, Arap ülkelerin kaybettiklerinin kazanımlarından fazla olduğunu söyledi.
Ama bundan ötürü ‘Keşke Arap Baharı olmayaydı' denilmemesi gerektiğini vurgulayan Han, "Bu tür toplumsal dönüşümler, özellikle akamete uğradıkları zaman kolay yorumlanabilmek mümkün değil" dedi.
Ardından ‘Muhaberat ve Esad yönetiminin Suriye'sinde yaşamak, özgürlüklerin bu derece kısıtlı olduğu bir ülkede yaşamak mı daha problemliydi, yoksa bugün altı üstüne gelmiş ve iç savaşı neredeyse 10 yıldır deneyimleyen bir ülkede yaşamak mı daha zor?" diye soran Prof. Dr. Ahmet Kasım Han şunları dile getirdi:
"Bu durum Saddam'ın Irak'ı için de geçerlidir. Nüfusun büyükçe bir bölümüne sorduğunuz zaman, insanların ne biçim bir miktarda göç ettikleri belli. Daha iyi bir Suriye ve Irak'tan bahsediyor olamayız. Bu sefer de ahlaki olarak şöyle bir seçimle karşı karşıyayız. Acaba Körfez Savaşı'ndan önce Irak deneyimi ilk başta, sonra Arap Baharı'nda dile getirilen şu söze mi kulak vereceğiz? ‘Dengeli diktatörlükler, bu coğrafya için denge bozucu demokrasi deneyimlerinden evla mıdır' mı diyeceğiz. Bu özgürlerden mi taviz vereceğiz. Dolayısıyla bu kolay bir şey değil. O yüzden Çin Komünist Partisi'nin Genel Sekreteri Deng Şiaoping'e atfedilen bir söz ile sözlerime son vermek isterim. Fransız İhtilali ile ilgili fikrinin ne olduğu sorulduğu zaman Deng, ‘Henüz yorum yapmak için çok erken' ifadesini kullanmış. Arap Baharı için de bu böyle. Toplumsal hareket böyle."
Özçelik: "Daha köklü değişikliklerin önü kesildi"
Kürdistan Özgürlük Partisi (PAK) Genel Başkanı Mustafa Özçelik de Arap Baharı'nın kendi dinamikleriyle başladığı görüşünde.
Başlangıç itibariyle, kitlelerin zulme, baskılara, yoksulluğa, işsizliğe, ağır yaşam koşullarına, totaliter, tek şef yönetimlerine karşı başkaldırısı şeklinde gelişen olayların daha sonra domino etkisiyle dalga dalga yayıldığını hatırlatan Özçelik, olayların Tunus'un ardından Mısır, Libya, Yemen, Suriye, Bahreyn ve Ürdün başta olmak üzere diğer ülkeler de etkisini sürdürdüğünü söyledi.
Özçelik, sosyal medya araçlarının sunduğu imkanlarla belli bir örgütlülük sağlandıysa da esas olarak yaygın, bilinçli ve köklü bir örgütlülükten uzak kendiliğinden kitle hareketleri niteliğine sahip dalganın amacına ulaşmadığını ifade etti.
Tüm ülkelerde olmasa bile, kitlesel patlama potansiyeli taşıyan bazı ülkelerde, kimi devletlerin kısmi müdahalelerinin de Arap Baharı'nın başlamasında etki ettiğini belirten Özçelik, "Yani başlangıç olarak kimi ülkeler için ‘kurgudan' bahsedilemezken; kimi ülkeler için ise kitlelerin haklı huzursuzluk ve hoşnutsuzluğundan kaynağını alan ve kendiliğindenlik, sosyal medyanın gücü, zayıf örgütlülük, ülkeler arası domino etkisi ve dış manipülatif müdahalelerin, ‘kurguların' bileşiminden oluşan bir Arap Baharı'ndan söz edebiliriz. Genel olarak kitlelerin haklı taleplerine dayanan Arap Baharı, ABD, Rusya, Avrupa Ülkeleri ile İran, Türkiye, Suudi Arabistan, İsrail gibi bölge devletlerince değişik düzeylerde yapılan müdahalelerle farklı eksenlere kaydırıldı, her devlet kendince süreci manipüle etmeye çalıştı, daha köklü değişimlerin önü kesildi" diye konuştu.
Arap Baharı'ndan Müslüman devletlerin etkileşim şekli ve dereceleriyle kazanç ve kayıplarının farklı olduğunu dile getiren Özelik, "Suriye, İran ve Türkiye tüm plan, saldırı ve karşı stratejilerine rağmen, Arap Baharı, Rojava'da Kürtler için önemli tarihsel fırsatların doğmasına zemin hazırladı. Bugün eğer PYNK, ENKS ve tüm Kürt partileri ortak bir askeri, siyasi, ekonomik, diplomatik, idari ortak bir yönetim için ittifakta anlaşırlarsa, Kürtlerin Rojava Kürdistanı'nda Yeni Suriye Devleti ile eşitlik temelinde siyasi bir statü kazanmalarının zemin ve şansı çok güçlüdür" dedi.
"Umutlar başka bir bahara kaldı"
"Arap Baharı'ndan en kazançlı çıkan bölge devleti İran olmuştur" diyen Özçelik sözlerini şöyle tamamladı:
"İran, Yemen, Irak, Suriye, Lübnan ve diğer bazı bölge ülkelerinde var olan etkinlik ve açık egemenliğini Arap Baharı ile birlikte daha üst bir düzeye yükseltmiş ve bölgede Şiilik adı altında fiili bir İmparatorluğa dönüştürmüş, bölgenin en güçlü devletlerinden biri haline gelmiştir. Arap Baharı'nı Neo-Osmanlıcılık emelleri için bir fırsata dönüştürmek isteyen Türkiye Devleti'nin bu hedefi büyük devletler ile bölge devletlerinin duvarına toslamış, Türkiye bu amacına ulaşamamıştır. Ama Türkiye, Arap Bahar'ının Kürtler için yeni fırsatlar doğurmaması için de dört parçadaki Kürtlere karşı Yeni Bir Kürt Karşıtı Stratejiyi uygulamaya koymuştur. Arap Baharı, demokrasi, özgürlük ve insanca yaşam alanlarında bölge halklarına kalıcı kazanımları sağlayamadı. Umutlar başka bir ‘Arap Baharı'na kaldı"
Tek: Kurgu ve dış mihraka bağlamak sorumluluğu başkalarına atmaktır
Kürdistan Sosyalist Partisi (PSK) Genel Başkanı Mesut Tek de toplumsal olayların, özellikle de hak ve özgürlük temelli olanlarını "kurgu" ve "dış mihraklar" gibi nedenlerle açıklanmasını doğru bulmadığını belirtti.
Bu gibi argümanlarla sorunların varlığını inkar edilmek, halkın dikkatini kendi kendisini yönetenleri sorumlu tutmaktan dışa yöneltmenin amaçlandığını aktaran Tek, "Eğer sizin kaşınacak bir yaranız yoksa ‘dış mihrakların' hiçbir çabası başarıya ulaşamaz" dedi.
Bunları söylerken dış dinamiklerin önemi arttığını göz ardı etmediğini vurgulayan Tek, şunları söyledi:
"Toplumsal olaylar kısa sürede bölgesel, giderek uluslararası bir hal alıyor, olayların, sorun ve problemlerin iç ve dıştaki tarafları giderek renkleniyor, zenginleşiyor. Bölgemizdeki ekonomik, siyasal ve sosyal durum büyük ölçüde söz konusu büyük devletlerin eseridir. Bölgedeki diktatörlüklerin destekçileri de onlardır. ABD, AB, Rusya, Çin ve öteki büyük devletler, şu ana kadar, demokrasi ve insan hakları gibi değerleri bölgeye yönelik politikalarına temel olarak almadılar. Onlar için önemli olan enerji kaynakları ve enerji nakil hatlarının güvenliğiydi. Söz konusu güvenliği sağlayan iktidarların yapısıyla ilgilenmediler.
Bugünkü şartlarda da durum böyle. Ama bu değişmeyeceği anlamına gelmez."
"Arap Baharı'nın kurmaca olduğu, dış dinamiklerin özellikle de Arap ve İslam âlemini karıştırmayı amaçlayan İsrail'in eseri olduğu görüşüne katılmıyorum" diyen Tek, "Çünkü Arap Baharı'nın başladığı dönemde, bölgedeki siyasi iktidarlar, büyük devletlerin çıkarlarını tehlikeye atacak, onları rahatsız edecek bir girişim içinde değillerdi. Enerji kaynakları ve nakil hatları üzerinde ise herhangi bir tehdit yoktu. Ama bölge halkları yoksuldu, açtı, işsizdi ve yaşam şartları giderek zorlaşıyordu. Kuşkusuz Arap Baharı'nı doğuran ve birbirini tetikleyen birçok ekonomik, siyasal, sosyal, etnik ve dini nedenler var. Temel neden halkın daha iyi bir yaşam, demokrasi ve hak ve özgürlükler talebiydi" değerlendirmesinde bulundu.
"Demokratikleşme sürecine önemli katkılar sundu"
Tek, "Arap Baharı sonrası İslam dünyası ne kazandı ne kaybetti?" şöyle cevapladı:
Arap Baharı'nın yaşandığı ülkelerin Müslüman olduğu doğru. Ama kazanımları veya kaybettikleri sadece Müslümanlarla sınırlı değil. Arap Baharı olumlu ve olumsuz yönleriyle sadece bölgesel değil aynı zamanda uluslararası arenada demokratikleşme sürecine önemli katkılar sundu. İş ve aş mücadelesinin aynı zamanda siyasal mücadele olduğunu, demokrasi ve özgürlük mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Arap Baharı, yaşandığı ülkelerdeki toplumsal yapının ne kadar kırılgan olduğunu da açığa çıkarttı. Vatandaşları birbirine bağlayan değerlerin zaafını ortaya çıkardı. İnançsal yorumların, hak ve adalet gibi kavramların içeriğini açıklamakta yetersiz kaldığı, hak ve adaleti sağlayamadıkları görüldü. Örgütlü ve demokratik mücadele geleneğinin zayıf olduğunu açığa çıktı. Bölgemizde, toplumsal değişimlerin başarısı için, tüm mazlum ve mağdur kesimleri kapsayacak bir söylemin gerekli olduğu gerçeğini ortaya koydu. Toplumlardaki siyasal yapının defolu yanlarını ortaya koymakla kalmadı, toplumsal mücadelenin yetersizliklerini, eksik ve zaaflarını da gözler önüne serdi. Egemenlerin siyasi iktidarlarını korumak amacıyla ülkeyi iç savaşın acımazlığına teslim etmekten çekinmediklerini, demokratik ve barışçıl mücadeleyi, zaaflarından yararlanarak kısa sürede şiddet ortamına çekmeyi başardıklarını gösterdi. Ve en önemlisi de Müslüman toplumlarda bulunan radikal İslami damarı ortaya çıkardı, güçlenip dal budak salmasının yolunu açtı.
Sağlam: "Acımasız müdahaleler baharı kışa çevirdi"
Hür Dava Partisi (HÜDA PAR) Genel Başkanı İshak Sağlam ise Arap-İslam dünyasının, Batı güdümlü rejim yapıları düşünüldüğünde isyan ateşinin yakılması için yeterince sebep olmakla birlikte ortamın da müsait olduğunu dile getirdi.
Sağlam'a göre, despot rejimler, bağımsız bir zihinle düşünüp toplumlarının sorunlarını çözmek için hiçbir şey yapmadı ve istenmemelerine rağmen varlıklarını sürdürdüler.
Çekilen sıkıntıların birinci derecede müsebbibinin adalet ve hakkaniyetten uzak despot rejim olduğunu belirten Sağlam, "Halkların başkaldırısına bizzat bu rejimlerin zulüm dolu yönetimleri ortam oluşturdu. Hiçbir zaman bir muhalefetin oluşmasına izin verilmedi.
Arap-İslam ülkelerini sömüren emperyalist güçler, halkların işbaşına gelmesi ve yönetimde söz sahibi olmasını kendi çıkar ve menfaatleri için tehlike olarak gördüler. Kurdukları zulüm ve baskı düzeninin devam etmesi için gösterileri doğrudan ya da dolaylı yollarla etkisizleştirdiler ve sistematik ilişkilerini sürdürecek bir yöne doğru sevk ettiler. Arap Baharı, halkların zalim yöneticiler karşındaki ayaklanmalarıyla başlayan bir süreç idi, ancak acımasız müdahalelerle maalesef bu bahar özlemi kışa çevrildi" yorumunda bulundu.
Sağlam'a göre de Arap Baharı, istenilen ve arzulanan bir süreçle sonuçlanmadı. Onbinlerce masum insanın öldürülmesi, toplum liderleri, akademisyen ve alimlerin zindanlara atılmasını büyük kayıplar olarak yorumlayan Sağlam, yüzbinlerce insan vatanlarını terk ederek dünyanın dört bir yanına göç ettiğini ve kadim İslam şehirlerin yakılıp yıkıldığını anımsattı.
"Hak ve özgürlüklerin kazanılması için insanlar yeni yollar bulacaktır"
Protestolardan sonraki sert müdahalelerin pek çok can yaktığını ve büyük zararlara yol açtığını ifade eden Sağlam yine de ümitsiz olmamak gerektiğini belirtti.
Sağlam şunları kaydetti:
"Bununla birlikte umut edilen, bu deneyimin Müslüman halklar tarafından değerlendirilerek ondan dersler çıkarmaları ve kazanıma dönüştürmeleridir. Arap-İslam dünyasındaki yapının sürdürülebilirliği yoktur. Ancak bu yapının sürüyor olmasının faturası, Müslüman halklara kesilemez. ‘Arap Baharı yanlış oldu, Müslüman halklar oyuna geldi' denilerek gerçek bir bahar özlemiyle insani hakları için harekete geçen halklar kınanamaz. Emperyalist güçler ve onların yerli işbirlikçileri çok zalimce ve gaddarca davrandılar. İnsanlara direk ateş etmekten, askeri darbeler yapmaktan geri durmadılar. Halk, bir çıkış kapısı görmüş ve ondan çıkmaya çalışmıştır. Bugün çıkamadıysa, bu olup bitenleri de tecrübe edinerek yarın mutlaka bir çıkış yolu bulacak insanlar hak ve özgürlüklerine kavuşacaklar."
Coşkun: "Haklı taleplerle başlayan protestolar, bir kurgunun eseri değildi"
Arap Baharı'na ilişkin değerlendirmede bulunan bir diğer bilim insanı da Diyarbakır Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Vahap Coşkun.
Bölgedeki tüm gelişmeleri yakından takip eden Coşkun da diğer birçok bilim insanı gibi Arap Baharı'nın kurgu olmadığı görüşünde.
Arap dünyasında idarecilere karşı biriken bir tepki söz konusu olduğunu, demokratik hak ve özgürlüklerin olmaması ve insanların temel haklarını kullanamaması gibi nedenlerden dolayı iktidarlara yönelik toplumsal eleştirilerin attığını hatırlatan Coşkun, "Kitlelerin talepleri bir noktadan sonra artık bastırılabilir olmaktan çıktı" dedi.
"Haklı taleplerle başlayan protestolar, bir kurgunun eseri değildi" diyen Coşkun, "Toplumun kendi iç dinamiklerinden ortaya çıkmış hareketlerdi. Kuşkusuz bu hareketler ortaya çıktıktan sonra farklı kesim ve güç odakları bunları manipüle etmeye ve kendi amaçları doğrultusunda kullanmaya yönelik birtakım girişimlerde bulunmuş olabilirler. Ancak bu Arap Baharı olarak nitelendiren hareketlerin halkın kendi dinamiklerinden kaynaklanan hareketler olduğu gerçeğini değiştirmez" değerlendirmesinde bulundu.
"En büyük kayıp demokratik dönüşümün sağlanmaması ve bırakılan tahribattır"
Demokratik dönüşüm imkanını hayata geçirilmemesi Arap Baharı'nın en büyük kaybı oldu" ifadesini kullanan Vahap Coşkun, "İslam dünyası ne kazandı ne kaybetti?" sorusuna şu cevabı vererek sözlerini nokladı:
Toplumsal talepler demokratik bir siyasete evrilemedi. Olaylar nedeniyle Arap dünyasında çok kanlı gelişmeler meydana geldi. Mısır yönetiminin bir darbe ile devrilmesi, Libya'nın ikiye bölünmesi ve hala birleşememesi ve Suriye'de 10 yıla yakın devam eden iç savaşın çok ciddi insani bir tahribat bırakması buna örnek gösterilebilir. Bundan istisna olabilecek belki Tunus vardır. Tunus'ta harekete öncülük eden kadrolar son derece dikkatli davranarak adım attı ve toplumdaki dinamikleri gözetmeleri sonucunda demokratik bir dönüşümün ortada olduğunu söylememiz mümkün. Dolayısıyla kaybedilen hem demokratik dönüşüm imkanıdır hem de Mısır, Libya ve Suriye gibi ülkelerde bırakılan tahribattır. Kaybedilen buradaki hareketlerin başarılı olmaması ve diğer Arap dünyasındaki demokratik dönüşüm arzusu ve umutlarının kırılmasıdır. Ve yine kaybedilen Arap yönetimlerindeki totaliter-otoriter yapıların bu süreç içerisinde biraz daha tahkim edilmiş olmalarıdır. Kazanılan bir şey var mıdır? İnsanların demokratik duyarlılıklara sahip olmaları ve bu yöndeki taleplerinin altı çizilmelidir.
© The Independentturkish