Takvim yaprakları 17 Aralık 2010'u gösterdiğinde, 26 yaşındaki işsiz üniversite mezunu Tunuslu Muhammed Buazizi'nin, sokakta sebze ve meyve sattığı arabasına polis el koydu…
Buazizi, bu olaya bedelini canıyla ödediği bir eylemle tepki gösterdi.
Çalışıp evine ekmek götürülmesine müsaade edilmeyen Buazizi, kendini yaktı.
Genç Buazizi vücudundaki ağır yanıklar nedeniyle hastanede tedavi altına alınsa da bir gün sonra, yani 18 Aralık'ta Tunus sokakları; işsizlik, gıda enflasyonu, siyasi yozlaşma, ifade özgürlüğü, usulsüzlükler ve kötü yaşam koşulları nedeniyle ısındı.
Binlerce Tunuslu, Buazizi'nin bedeninde başlayan isyan ateşini sokaklarda harladı ve yönetimin istifa etmesini isteyen protesto gösterileri düzenledi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Buazizi'nin yaktığı ateş Tunus'la sınırlı kalmadı
Protestolar sürerken Buazizi, kaldırıldığı hastanede 5 Ocak 2011'de vefat etti.
Buazizi'nin kendini yakarak tutuşturduğu isyan ateşi, Tunus'la sınırlı kalmadı.
O ateş, her gün daha da büyüyerek başka ülkelere sıçradı.
Arap halklarının demokrasi, özgürlük ve insan hakları talepleri dalga dalga büyüdü.
2010'da başlayıp Ortadoğu'daki birçok Arap ülkesinde kendini gösteren bu halk hareketlerine "Arap Baharı" adı verildi.
Halkların sosyal, kültürel ve siyasi talepleri farklı ülkelerde değişik şekilde yaşandı.
Bazı devletlerde yönetimin hızla değişmesine neden olan isyan ateşinin bazı devletler için faturası çok ağır oldu.
İşsizlik ve yoksulluk bitmedi, demokrasi gelmedi
Ortadoğu'nun otoriter rejimlerine karşı kendini gösteren isyan dalgasının üzerinden 10 yıl geçti.
İlk başta dünyanın büyük bölümünün olumlu baktığı, hatta destek verdiği "Arap Baharı'ndan" geriye çok farklı bir tablo kaldı: İşsizlik ve yoksulluk bitmedi.
Protestoların yaşandığı ülkelere de hala demokrasi gelmedi.
Bazı ülkelerde süren iç savaş ve çatışmalar milyonlarca insanı yerinden, yurdundan etti.
Hangi ülkeler için "bahar" hangileri için "kış" oldu?
Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Cezayir, Ürdün ve Yemen'de büyük çapta, Moritanya, Suudi Arabistan, Umman, Irak, Lübnan ve Fas'ta ise küçük çapta olaylar yaşandı.
Özellikle Suriye ve Yemen için bir "bahardan" bahsetmek imkansız. Bu ülkelerde yaşananlar için belki "kara kış" denilebilir.
"Arap Baharı"ndan geriye görece tek başarı hikayesi olan Tunus kaldı.
Tunus'ta "Arap Baharı" Zeynel Abidin Bin Ali'nin iktidarına son verdi.
14 Ocak 2011"de ülkeyi terk eden Bin Ali'nin ardından demokratik sistem bugüne kadar kesintisiz işledi.
Fakat Tunus halkı başta kötü giden ekonomi olmak üzere birçok sıkıntıyla baş etmek zorunda.
Tunus'ta başlayan ateş kısa süre sonra Mısır'ı da yakmaya başladı.
25 Ocak 2011'de başlayan gösteriler yaklaşık 30 yıl ülkeyi yöneten Hüsnü Mübarek'in istifa etmesini sağladı.
Mısır Cumhurbaşkanı Mübarek, 11 Şubat 2011'de istifa etti.
2012'de gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimlerini Muhammed Mursi kazandı.
Ancak bu defa Mursi karşıtı protestolar başladı.
3 Temmuz 2013'te Mısır Silahlı Kuvvetleri'nin darbe yaparak Mısır'ın seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'yi indirdi.
Bunun üzerine Müslüman Kardeşler mensupları Rabia Meydanı'nda eyleme başladı. Eylem Mısır güvenlik güçlerinin sert müdahalesiyle dağıtıldı.
Mursi 16 Mayıs 2015'te idam cezasına çarptırıldı, cezaevinde hayatını kaybetti.
Mısır'da da yönetim değişti ama kanlı olaylar ve mahkeme salonunda adeta öldürülen bir cumhurbaşkanının görüntüsü hafızalara kazındı.
Libya ikiye bölündü
Libya'da ise protestolar hızlı bir şekilde iç çatışmaya dönüştü.
Gösteriler, 15 Şubat 2011 tarihinde başladı.
Sirte'nin düşmesi ve Muammer Kaddafi'nin 20 Ekim 2011'de linç edilerek öldürülmesiyle protestolar sona erdi.
Ancak ülkede iç karışıklık bitmedi. Libya'da şu anda iki yönetim bulunuyor.
Birisi Trablus merkezli Birleşmiş Milletler (BM) tarafından meşru kabul edilen Ulusal Mutabakat Hükümeti diğeri ise Halife Hafter'in başkanlığını yaptığı Tobruk merkezli yönetim.
Fiili olarak ikiye bölünmüş Afrika'nın en büyük ve bir zamanların zengin ülkesinde sağlanan anlaşma pamuk ipliğine bağlı.
Suriye, vekalet savaşlarının sahası oldu
Arap Baharı'nın ardından başlayan "kara kış"ın en çok olumsuz etkilediği ülkelerin başında ise hiç kuşkusuz Suriye geliyor.
Suriye'deki olaylar, 15 Mart 2011'de Dera'da başladı.
Beşşar Esad karşıtı muhalifler, Suriye genelinde protesto gösterileri düzenledi.
Suriye güvenlik güçlerinin bu gösterilere gerçek silah ve yeri geldiğinde tankla müdahale etmesi, Suriye hükümeti yanlısı milislerin protestoculara sert muameleleri ve yüzlerce göstericinin öldürülmesi Suriye'de protesto gösterilerinin silahlı ayaklanmaya dönüşmesine neden oldu.
Giderek yayılan iç savaş, onlarca silahlı grup varlığını sürdürdü. Suriye'de 10 yılda yaklaşık 600 bin insan yaşamını yitirdi. 6 milyondan fazla insan iç göçmen oldu. 5,6 milyon insan da mülteci durumuna düştü.
Yemen açlığın pençesinde
Dünyanın en yoksul Arap ülkesi Yemen'de de "Arap Baharı'nın" faturası çok ağır oldu.
Ülke genelindeki aşiretlerin oluşturduğu Yemen Aşiretleri İttifakı'na bağlı militanlar bazı kasaba ve semtleri kontrolü altına aldı.
Şii ve Sünni gerilimi, Güney Yemen Hareketi'nin bu ayaklanmadan fırsat sağlayarak saldırılar yapması ülkeyi kaosa sürükledi.
Ülke iç savaşa sürüklendi. Çatışmaların hala sürdüğü Yemen açlığın pençesinde.
Talepler unutuldu, geride adı kaldı
Arap Baharı'nın başladığı ilk dönemlerde dillendirilen talepler ve atılan sloganlar unutuldu.
Geride Arap Baharı'nın neden olduğu ölüm ve yıkımlarla sorgulayan soru işaretleri kaldı.
Independent Türkçe olarak gazetecilere, akademisyenler ve siyasiler iki soru sorduk.
Arap Baharı kendi dinamikleriyle mi başladı yoksa kurgulandı mı? Aradan geçen sürede Müslüman ülkeleri ne kazandı ne kaybetti?
Gazeteci yazar Nuray Mert, CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Bekaroğlu ve Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek bu sorulara cevap verdi.
Mert: "İçeride sorunlar derinleşmemişse hiçbir dış dinamik büyük hareketlere neden olmaz"
"Arap Baharı" kendi dinamikleriyle mi başladı yoksa kurgulandı mı?
Bir toplumsal hareketlerin 'dışardan' şekilleneceğine inanmayan bir siyaset yorumcusuyum. İçerde 'sorun'lar derinleşmemişse hiçbir dış dinamik büyük hareketlere neden olmaz. Dikkat ederseniz sorunların derinleşmesinden söz ediyorum, çünkü sorun olmayan toplum diye bir şey yoktur. Diğer taraftan, hiçbir toplumsal-siyasal hareket dış etkenlerden bağımsız gerçekleşmez, özellikle de dünya çapında karşılıklı ilişkilerin yoğunlaştığı modern ve modern sonrası dönemlerde, bu ilişkilerden soyut 'iç dinamikler'den bahsedemeyiz. Arap Baharı denilen süreç, bu karşılıklı ilişkilerin en yoğun yaşandığı olaylardan biridir. Bu kadarını hepimiz biliyoruz. Bu çerçevede dikkat çekmek istediğim birkaç husus var.
Bunlardan biri, bu hareketlerin her ülkede asgari ortak zemin ötesinde çok farklı çerçevelerde gelişmiş olduğudur. Ortak zemin, söz konusu coğrafyada, bu hareketlenme öncesi mevcut rejimlerin toplumsal dinamikleri temsil etmekten çok uzaklaşmış olduğudur. Arap coğrafyasında bu manada bir 'demokrasi arayışı'ndan söz edilebilir, ancak bu arayışların siyasal temsilleri oldukça zayıftı. 'Arap Baharı' çerçevesinde, mevcut rejimlere karşı itirazı olanlar ortaya döküldü ama, kimin nasıl bir demokrasi veya özgürlük istediği, daha doğrusu kimin ne istediği pek belli değildi.
Tunus'da başlayan 'Arap Baharı' çok şükür hiç olmazsa kansız bir değişimle sonuçlandı, bu değişim ne anlam ifade etti o ayrı bir konu. Tunus ardından Mısır'da başlayan hareketlenme, Kahire Tahrir Meydanı'nda büyük bir protesto gösterisi ile başlayan olaylar, hızla 'demokrasi' hareketi olarak tanımlanıp, selamlanmaya başladı. Yaşanan gelişmeleri bu denli hızlı yorumlamak için Ortadoğu hakkında ya çok az ya da çok şey bilmek gerekiyordu. Çok az şey bilenler için kutlanacak, bölgede ki gelişmeleri yakından takip edenler için ise kaygılanacak çok şey vardı.
"Londra, Suriye Müslüman Kardeşleri'nin merkezi olmuştur"
Tunus, Mısır, Libya ve Suriye'de otoriter rejimlerin yarattığı toplumsal hoşnutsuzlukların büyük bir değişim talebi beslediği bir gerçekti. Diğer taraftan bu değişimin demokratik yollardan gerçekleşmesinin yolları, otoriter rejimlerin doğası itibarıyla tıkalıydı. Bir şekilde patlama noktasına gelindiğinde ise, aslında doksanlı yıllarda Doğu Avrupa'da yaşananlara benzer bir atmosfer oluştu. Yani, demokratik deneyim ve kurumların eksikliği çerçevesinde, sokak hareketleri olarak taşan hoşnutsuzluklar bir yandan en iyi örgütlenmiş olan muhalefet çevresi olan İslamcıları, daha doğrusu Müslüman Kardeşler(MK) çevresini öne çıkardı, diğer yandan ise Batı dünyasının desteği ile buluştu. Doğrusu, doksanlı yıllardan itibaren, Müslüman Kardeşler, Batı dünyası tarafından, radikalizme karşı panzehir olarak tanımlanan 'ılımlı İslam' siyasetinin temsilcileri olarak görülüyordu. Dahası, Soğuk Savaş döneminde 'komünizme (ve seküler Arap milliyetçiliğine)karşı mücadele' ekseninde Batı ile MK arasında kurulan ittifak iki binli yıllarda tazelenme sürecine girmişti. MK'in Tunus versiyonu olan En-Nahda ve lideri Gannuşi'nin, 'büyük İslam düşünürü' olarak tanımlanması, ABD/Batı ülkelerinin MK ile görüşmeleri bu çerçevede gerçekleşiyordu. Hama katliamı olarak bilinen 1982 İhvan isyanının kanlı bir biçimde bastırılmasının ardından Suriye Müslüman Kardeşleri'nin merkezi ise zaten Londra olmuştu.
"Meydan, silahlı köktendinci gruplara kaldı"
Bu noktada, 'Arap Baharı' diye genel bir başlık altında yorumlanan olayların yaşandığı ülkeler arasındaki derin farklılıkları hatırlamak gerekiyor. 1973 Arap-İsrail Savaşından sonra yolları ayrılan Mısır ve Suriye'nin uluslararası ilişkileri de, Müslüman Kardeşler'in konumu da çok farklı idi. Yetmişlerde Enver Sedat döneminde, Mısır ABD karşıtı bir ülke olmaktan çıkıp, ABD müttefiki saflara geçmiş, içerde de Nasır mirasını silmek üzere MK ile kapalı bir uzlaşma içine girmişti. Mübarek döneminde, inişli çıkışlı da olsa bu ilişki devam etmiştir, o nedenle, MK, ülkede meslek kuruluşları, hayır cemiyetleri gibi pek çok alanda en güçlü iyi örgütlenmiş muhalefet çevresi haline gelmişti. O nedenle, aslında sadece kendi görüşlerini iktidar yapmak için olsa da, değişim talebinin en önemli iç dinamiği idi. Suriye'de ise durum tam tersinedir, Suriye'de, Baas yönetimi Batı karşıtı olduğu gibi, daha sonra İran İslam Cumhuriyeti ile ittifakı nedeniyle uluslararası parya olarak kabul edilen bir rejimdi. Diğer taraftan, MK'in Suriye kolu hiçbir zaman Mısır'da olduğu gibi güçlenme alanı bulamamıştır.
Sonuçta, Müslüman Kardeşler siyasi çıkışı haline gelen Arap Baharı'nın MK'in toplumsal taban ve örgütlenme olarak en güçlü olduğu Mısır'da 'kolaylıkla' tasfiye edilebilmesine rağmen, Suriye'de başarılı olması söz konusu olamazdı. Bu ülkede inisiyatifin radikal İslamcılara geçmiş olması ne Esad yönetiminin gaddarlığı ne de kör talihle izah edilebilir bir şey değildir. Dahası, Mısır'da seçimle iktidara gelmiş Müslüman Kardeşler'i askeri darbe ve şiddetle sindiren Sisi'ye destek veren ABD/Batı'nın, silahlı isyana sert tepki veren Esad'ı 'zalim diktatör' olarak tanımlaması sıradan bir çelişki değildir. Mısır'da MK seçimle iktidara geldiğinde toplumsal tabanı geniş bir muhalefet hareketinin 'demokrasi' ufkunun pek de geniş olmadığı anlaşılmıştı. Ancak, MK iktidardan düşüren askeri darbenin 'demokrasi'yi kurtarma için yapıldığını iddia etmeye ancak oksimoron denilebilir. Aslında, Mısır'da yaşanan sorun içerde liberal, sol ve demokrat çevrenin, dışarda Batı ülkelerinin MK'den beklediğini bulamamasıydı, birincilerin beklentisi demokrasi, ikincilerinki ise en azından Batı düşmanlığı ve radikal İslamcılıktan uzak durmaktı. Buna karşın, Suriye'de 'muhalefet' denilen çevrenin toplumsal tabanı son derece sınırlıydı, MK ise zaten toplumsallaşma zemini bulmamış, dışardan beslenen bir hareket haline gelmişti. Sonuçta meydan, silahlı köktendinci gruplara kaldı veya dışardan bu gruplar mevcut rejimi devirmek için ülkeye sokulmuştu. Bu arada Mısır'dan sonra Libya'da 'Bahar' diye nitelenebilecek bir gelişmeden ziyade, söz konusu olan, Kaddafi muhalifi, aşiret, çevre ve şahısların devreye girmesi, onların gücü Kaddafi'yi devirmeye yetmeyince düpedüz dışardan askeri müdahale oldu.
"Otoriter rejimlere karşı gelişen muhalefete öncelik vermek gerekiyor"
Tunus ve Mısır'da, olayların seyri nasıl gelişmiş olursa olsun, toplumsal taleplere cevap veremeyen otoriter rejimlere karşı gelişen muhalefete öncelik vermek gerekir. Yine otoriter rejimlerin bunaltmış olduğu Suriye ve Libya'da ise, zoraki doğumla Bahar yaşatma çabasının ardında ise doğrudan rejim değişikliğini hedef alan dış faktörler söz konusuydu. Suriye, Baas rejimine ilişkin uluslararası sorun, bu rejimin otoriter olmasından ziyade, Soğuk Savaş döneminden itibaren Batı karşıtı, İran İslam Devriminden itibaren ise İran müttefiki olmasıydı. Batı dünyası ve bölgedeki müttefiki olan ve en az Suriye kadar otoriter rejimler ile idare edilen Suudi Arabistan, Körfez Emirlikleri, Ürdün gibi ülkeler için Suriye'deki rejim bu nedenle uzun süredir 'düşman' kategorisindeydi. Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye, Suriye'de rejim 'muhalifleri'ni desteklerken, bu arada hareketlenen Bahreyn'de Arap Baharı yansıması olarak ortaya çıkan protesto gösterilerinin Suudi Arabistan'ın öncülüğünde rejim tarafından şiddetle bastırılması 'Arap Baharı' hafızasından hızla silindi. Libya'da Kaddafi rejimi, zaten başından beri Batı ittifakı için tam bir baş belası idi, İngiltere'nin, 2006'da Kaddafi'nin Batı ile uzlaşma hamlesine destek vermesine karşı, ABD bu hamleye karşılık vermedi, dahası bu konuda İngiltere ile arasının açılmasına neden oldu. Bu gelişme, Kaddafi'nin hala pan-Afrikacılık siyasetinden vaz geçmemiş olması ve AFRICOM'a (ABD'nin Afrika'da askeri varlığı) karşı çıkan birkaç ülkeden biri olması çerçevesinde anlaşılabilirdi.
"Olayların ilk başladığı Tunus'un, topun ağzındaki Libya'nın komşusu olduğunu hatırlatmak isterim"
Sonuçta, Arap Baharı denilen süreç farklı ülkeler için farklı anlamlar taşıyordu. Tunus ve Mısır'da etkili olan, iç dinamik, buna karşın Suriye ve Libya'da dış dinamik demiyorum. Bu rejimlerin ortak yanı, içerde yeterince hoşnutsuzluk yaratmış olmasıydı, ancak ilk ikisinde hedefler ve aktörler oldukça farklı oldu diyorum. Birincilerde hedef ve aktörlerin mahiyeti açısından söz konusu olan sistem içi ılımlı değişim iken, ikincilerde hedef topyekün rejim tasfiyesi ve bu tasfiyeye soyunan farklı aktörlerdi. Bu arada, Mısır'da Mübarek rejimi Suriye ve Libya'nın aksine Batı müttefiki idi, ancak Mübarek rejimi uzunca bir süredir, toplumsal meşruiyetini kaybetmiş olduğu için Batılı müttefikleri için bir yük haline gelmişti. ABD tarafından yapılan 'reform' çağrılarına kulak asmadığı için Mısır'a yapılan mali desteğin geri çekilmesi söz konusuydu, Arap Baharı öncesinde bir sonraki Başkanlık seçimi için oğlu Cemal Mübarek'i aday göstermemesi yönündeki ABD ve Genelkurmay Başkanı tarafından yapılan telkinlere direniyordu. Bu arada, Kahire olayları başladığında, Mısır Genelkurmay Başkanı ABD'de bulunuyordu. Arap Baharı'nın ilk başladığı ülke olan Tunus'un, topun ağzındaki Libya'nın komşusu olduğunu sadece hatırlatmak istiyorum.
Bir komplo hikayesi ima etmeye çalışmıyorum 'Arap Baharı'nın sonunun hazin bitmesinin, neden sürpriz olmadığını anlamak için bu başlık altında geçen olayların ilk bakışta göründüğünden çok daha karmaşık bir arka planı olduğuna dikkat çekmeye çalışıyorum. Nitekim, bu süreçte Milliyet'teki köşe yazılarımda da, bunları tartışma konusu yapmaya çalıştım. Asıl kaygım, velev ki Arap dünyasında cereyan etsin, anlayıp dinlemeden 'demokrasi rüzgarı' hevesine kapılmanın sonucunun, 'demokratikleşme', 'demokratik mücadele' gibi kavramların içinin boşaltılması olacağı idi. Nitekim, Mısır'da üç şehrin adını sayamayacak ama 'Mısır'daki devrim pratiğinden ders alması' önerisinde bulunanların, Türkiye'de askeri vesayete karşı 'demokratikleşme' diye heveslendikleri gelişmelerin neticesini de hep birlikte gördük.
"Arap Baharı, iyi ders olabilir"
Siyasal muhalefet, itiraz ve direnişin 'dış mihrakların oyunu' olduğu iddiası otoriter rejimlerin, demokratikleşme talepleri ve dinamikleri karşısında en bilindik bahanesidir. O nedenle, 'Batı'nın parmağı', 'dış bağlantılı oyunlar' gibi izah tarzlarından hiç hoşlanmam. Ancak tam da bu tatsız çağrışım dolayısı ile pek çok aklı başında insan, siyasal olayları değerlendirirken diğer uca savrulup, bölgesel, küresel etkenleri ve karşılıklı etkileşimleri tümüyle göz ardı etmeyi tercih ediyor. Komplocu zihniyetlere ve otoriter rejimlerin değirmenine su taşımadan, olayları tüm karmaşıklığı ile değerlendirmeye çalışmanın bir yolu olmalı. Diğer taraftan, mesele sadece dış etkenler değil, daha önemlisi, söz konusu olan iç dinamikler olduğunda, demokrasinin kendiliğinden ortaya çıkan bir sonuç olmadığını kavramak. Demokrasi özlemlerinin sığ dallara tutunmak, boş heveslere kapılmak yerine zorlu bir mücadele gerektirdiğini bilmek, bu zorlukların farkında olup, bunlara katlanabilmek. 'Arap Baharı' bu çerçevede iyi bir ders olabilir.
"Maalesef iddia edildiği gibi Tunus'un da bir başarı hikayesi yok"
Arap Baharı sonrası İslam dünyası ne kazandı, ne kaybetti?'
Bu sorunuzu, 'Müslüman çoğunluk nüfuslu coğrafyaya' ne getirdi, ne götürdü şeklinde anlamak isterim. 'İslam dünyası' sorunlu bir tabir, o sorunun tartışması çok uzun sürer. Sorunuza benim anladığım çerçevede cevap vermek gerekirse, öncelikle 'bedeli büyük olsa da hiç olmazsa otoriter rejimler yıkılmış oldu' dahi diyemiyoruz. Çünkü, giden rejimlerin yerine demokratik rejimler gelmediği artık herkesin kabul ettiği bir gerçek. Bu konuda tek istisna olarak görülen Tunus'ta diğerleri kadar feci gelişmelerin olmadığı doğru, ama orada dahi sonuçta 'uzlaşma', İslamcı parti ve başkanının (en-Nahda/Gannuşi) maharetinden ziyade, Mursi gibi fazla direnmeyip, dışardan yapılan telkinleri kabul etmesi ile mümkün oldu. Bu arada, iki muhalefet lideri suikasta kurban gitti, ortalık karıştı, vs. Diğer taraftan, Suriye savaşı esnasında Irak ve Suriye'de ortaya çıkan İŞİD'e en büyük katılımın Tunus'tan olması, nedense gözden kaçtı ama artık İŞİD kalmadığına göre sorun yok diyemeyiz. Biraz daha yakından bakarsak, maalesef Tunus'un da iddia edildiği gibi bir başarı öyküsü olmadığı daha iyi anlaşılır.
Asıl trajedi ise Suriye ve Libya'da yaşandı ve hala yaşanıyor, bu ülkeler vekaleten savaş alanı oldu, nereye gittikleri ise hala belirsiz. Savaş ve yıkım bir yana, Libya'da olaylar daha başından mide bulandırıcı bir seyir izledi. Kaddafi'yi yakalayanlar ona bıçak ile tecavüz etti, pek çok insanın Kaddafi'nin yere serilmiş cesedini ziyaret edip fotoğrafını çekmesini Batılı televizyon kanallarından izledik. Bırakın demokrasiyi, insanlığın iflas ettiği bir durumdu. Şimdilerde savaş bir yana, Libya Afrika ve Avrupa arasında insan ticaretinin merkezi oldu.
"Suriye, Arap Hristiyanların son sığınağıydı"
Suriye'ye gelince, hangi rejimle idare edilirse edilsin Suriye, Arap coğrafyasının kültürel merkezlerinden biriydi, tarihi geçmişe dayalı bir toplumsal dokusu vardı, Arap Hristiyanların son sığınağı idi, şimdi geride sadece yıkım var. Siyasi özgürlüklerin hiç olmadığı, bu bakımdan boğucu bir rejimdi, ancak muhafazakar ve İslamcıların iddia ettiği gibi Sünnilerin baskı altında yaşadığı değil, İslamcıların şiddetle bastırıldığı bir ülke idi. Dahası, Beşşar Esad döneminde, demokratikleşme konusunda açılım yerine, durumu kurtarmak için 'İslamileşme' adımları atılmıştı. Türkiye'den Suriye'ye 'hadis hafızlığı' kurslarına gidenler tanıyorum.
"Savaş, yıkım ve göç çocuk oyunu değil"
En az yirmi kez gittiğim, çok sevdiğim Suriye'nin özgür ve demokratik bir dönüşüm geçirmesini çok isterdim, ama kim ne derse desin, savaş, yıkım, göç, çocuk oyunu değil, tüm bu olanlardan sonra, şimdi artık 'eski düzen devam etse daha iyiydi' diyebilirim. Biliyorum çok hazin bir sonuç! Saddam rejiminin en önde gelen muhaliflerinden Kanan Makiya, Saddam'ın öldürülmesinin ardından, benzer bir şeyi Irak için söylemişti. Nereden baksanız, bu bölgede yaşayan hepimiz için çok hazin bir sonuç!
Perinçek: Büyük kitlesel hareketler kurgulanamaz
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek de Arap Baharı'na ilişkin görüşlerini paylaştı. Perinçek'in sorularımıza verdiği cevaplar şöyle:
"Arap Baharı" kendi dinamikleriyle mi başladı yoksa kurgulandı mı?
Büyük kitlesel hareketler kurgulanamaz. Nesnel zemini vardır. Ancak her güç, o zemine kendi siyasal hedefleri açısından müdahale etmeye çalışır, kitlelere yön verme çabasına girer.
Arap ülkeleri, "mazlumlar dünyasının" içinde önemli bir yere sahip. Bu ülkelerin sınırları Birinci Dünya Savaşı'nda ve sonrasında İngiliz ve Fransız emperyalistleri tarafından çizili. Arapların kayaklarına ve olanaklarına el konuldu. Aslında Arap Baharı'nın kökleri o zamanlara kadar gider. Arap ülkeleri ve halkları, yüzyıldır İngiliz ve Fransız emperyalistlerine ve İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra da ABD emperyalizmine ve İsrail siyonizmine karşı savaşıyorlar. Bu mücadelede, işbirlikçi krallar, emirler, büyük feodaller, şeyhler ve emperyalizmin acenteleri de hedeftir.
Arap Baharı, yüzyıllık kurtuluş mücadelesinin canlanmasıdır, yeni atağıdır. Sonuçlarını görüyoruz: Tunus'ta, Mısır'da ABD işbirlikçisi İhvancı yönetimler devrildi. Suriye, ABD emperyalizmine direndi. ABD ve İsrail'in "Kürdistan" adı altında İkinci İsrail planı bölge ülkelerinin elbirliğiyle önlendi. ABD'nin Batı Asya'da Sünni-Şii bloklaşması yaratma girişimi bozuldu. Katar, Türkiye, İran ve Rusya'nın tarafında saf tuttu. Suudi Arabistan ve Körfez emirliklerinde kaynaşmalar başladı.
Bu olayları kurgu olarak görmek, gerçekçi değildir. Hele Amerikan kurgusu olarak görmek, ABD ve İsrail'e yenildikleri koşullarda, sahip olmadıkları bir kudret atfetmek olur. Bu tür propagandaların Atlantik çevrelerinde üretilmesi anlamlıdır.
"ABD ve işbirlikçileri kaybetti, Çin'in Kuşak Yol Projesi'nin önü açıldı"
"Arap Baharı" sonrası İslam dünyası ne kazandı ne kaybetti?
Kaybedilen bir şey yok. Kazançlar önemli. ABD'nin İhvancı rejimleri yıkıldı. Suriye'deki İhvancı ayaklanmalar ise bastırıldı. Mezhep ayrılıklarını kışkırtan bölücü hareketler zayıflatıldı. Bölücü ve yobaz terör örgütleri ağır darbeler yedi.
ABD ve İsrail'in "Kürdistan" rüyası bitti. Batı Asya ülkelerinin birliği yönündeki gelişmeler hızlandı. Kralların ve emirlerin tahtları sallanıyor. Çin'in Kuşak Yol Projesi'nin önü açıldı. Azerbaycan, Türkiye ve Rusya'nın da desteğiyle Karabağ'ı kurtardı. Batı Asya halklarının "Yanki go home" sloganı sonuç alıyor, ABD emperyalizmi pılısını pırtısını toplayıp evine dönmeyi planlıyor.
Bekaroğlu: ''İsyanın temel dinamiği Arap gençlerinin adalet ve özgürlük arayışıydı''
CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Bekaroğlu da toplumsal olayların kurgulanamayacağını düşünenlerden biri.
Bekaroğlu'nun yanıtları şu şekilde:
Ben hiçbir toplumsal/siyasal olayın kurgulanamayacağına inanıyorum. Ebette bunu yapmaya kalkanlar oluyor; ancak toplum mühendislerinin en başta okudukları kitaplar sosyoloji ve antropoloji kitaplarıdır, çünkü üzerinde oynayacakları toplumu tanımadan kurgu yapılamayacağını bilirler. Yine de ne kadar toplumsa dinamikler üzerinden çalışırlarsa çalışsınlar dört başı mamur bir kurgu yapamazlar. Böyle olduğu için toplumsal dinamiklere bağlı toplumsa/siyasal olaylara müdahil olup kendi çıkarlarına uygun ya da en azından kendilerine zarar vermeyecek hale getirmeye çalışırlar.
Arap Baharı'nda da böyle oldu. Başlangıçta Arap Sokağının kendi dinamikleri ile gelişti. İsyanın patlak vermesinin temel dinamiği Arap gençlerinin adalet ve özgürlük arayışıydı. Ama sonrasında onlarca karışma oldu ve iş 'Arapsaçı'na döndü. Evet, Arap Baharı diktatörlerin bir kısmını süpürdü ama yerlerine yenileri geldi, Arap sokağının adalet ve özgürlük arayışı da başka baharlara kadı. Öte yandan bölge kanlı hesaplaşmalara sahne oldu, işgaller, savaşlar yaşandı, yüzbinlerce insan öldü, milyonlar göç etmek zorunda kaldı, insanlar evlerinden yurtlarından odu.
"Arap Baharı ateşini tutuşturan Muhammed Bouazizi asla unutulmayacaktır"
"Arap Baharı" sonrası İslam dünyası ne kazandı ne kaybetti?
Kazananlar oldu; dünya egemenleri, Arap dünyasının zenginliklerini yağmalayanlar yeniden paylaşma imkânı buldular. Lakin çoğu zaman olduğu gibi geniş kitleler kaybetti, daha çok insan acı çekti, Akdeniz'in soğuk sularına daha çok insan gömüldü.
Umarım cansız bedeni Muğla'nın Bodrum ilçesinde kıyıya vuran Aylan bebek dünyanın kazanımı olmuştur. Umarım insanlık vicdanı Aylan bebekten sonra daha duyarlı hala gelmiştir. Bir şey daha, büyük bedeler ödenmiştir ama Arap Baharı insanlığın hak hukuk mücadelesinde önemli halka olarak tarihteki yerini almıştır. Arap Baharı ateşini tutuşturan Muhammed Bouazizi asla unutulmayacaktır.
© The Independentturkish