"Özgürlük, ekmek ve onur…" tam tamına 10 yıl önce Arap ülkelerinde ağızlardan bu sloganlar döküldü. Bu sloganlar birçok şey içeriyordu, en önemlisi de devrimlerin hedefindeki düşmanın içeride olduğuydu. Dış ittifaklardan ve yardımlardan besleniyor olabilirdi ama esasında, buradan ve bizden olduğu için bir iç düşmandı
Devrimlerin oluşturdukları modern Arap tarihindeki ilk ve en büyük dönüm noktası buydu. Geleceğe bir fırsat daha verilirse üzerinde yükseleceği dayanak da budur.
Meydanlardaki gösterileri düzenleyenler vatanlarını geri almaya çalışıyorlardı. Cumhuriyetçi veraset sistemi kuracak kadar düşen rejimlerden ülkelerini geri alıyorlardı. Aynı zamanda, halkları ve ülkeleri İslam, Arap birliği, ittifaklarla mücadele ve Filistin’i kurtarmak gibi onları aşan hedeflere tutsak eden siyasi eylem kalıplarından ve sloganlardan da geri alıyorlardı.
Arap Baharı devrimleri daha ziyade halkların ve ülkelerin ulusal özlerini keşfetme süreciydi. Birden fazla Arap ülkesinde patlak vermeleri iki anlam taşıyordu. İlk anlam, Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinde tam olarak 1989-1991 yılları arasında, Sovyetler Birliği’nin onlara dayattığı zorlama ve yapay birliği yıkmak için 7 veya 8 halkın aynı anda ayaklanması ve "ayrılmak için gelin toplanalım" demeleri gibi örtülü bir anlamdı. İkincisi, bu halkların ortak endişelerinin, yani özgürlük, ekmek ve onurun, bütün dünya halklarını talep ettiği ve savunduğu evrensel doğanın bir parçası olduğunu söylüyordu.
Gerek Tunus, Mısır, Suriye, Libya ve Yemen’deki beş devrimin, gerekse daha sonra onları takip eden Irak, Lübnan, Sudan ve Cezayir’deki ikinci dalga devrimlerin doğasına yansıyan budur. Bu noktada devrim, Fransız ve Rus devrimlerinden esinlenen bir kan ve cesetler destanı olmaktan çıkıyor. Artık bir sınıfın başka bir sınıfı şiddet ile yıkan bir eylemi değildi. Devrim artık öncü partinin tesis ettiği ve genel sekreterinin başına geçtiği kulakları kapalı bir diktatörlük vaat etmiyor. Bilimsel ve kurtarıcı niteliklerin boca edildiği kutsal bir teorinin uygulaması değil. Onlar, yaygın ifadeyle renkli devrimler. Barışçıl olduğunun altını çizen, diğer düşünce ve yönelimlere açık, kadınların önemli bir yere sahip oldukları devrimler. Onların amacı, seçilmiş ve sonsuza kadar halkın temsilcisi kalacak bir sınıfı iktidara taşımak değil. Aksine, hakimiyeti, iktidarları değiştirecek, ebedinin yerine geçici bir süre yönetecek olanı getirecek halka ve iradesine iade etme sözü veriyorlar. Onlar artık dış dünyadan kopuk yaşamak istemiyorlar, aksine hapsedilmiş halkların kendisine ulaşmaktan engellendiği evrensel bilim, teknik ve bilişsel devrimlere yetişmeye çalışıyorlar.
Arap Baharı devrimleri en az iki yıl bu şekilde yaşadılar. Daha sonra aslında birbirine düşman ama devrim karşıtlığının onları birleştirdiği iki taraf, ihraç ettikleri eski kavramlar ve araçlarla devrimlere karşı ayaklandılar. Bahsedilen iki taraf; askeri rejimler ve tekfirci İslami gruplardır. Bu ikisi devrimleri geniş anlamıyla eski rejimlere dönüşe zorladılar. Onlar için siyaset, bir davaya bağlı olarak uygulanan bir şiddetten ibaretti. İçine kapanık benliklerin yoksunluğunu yansıtan sefil ve tekrarlanan söylemlere eşlik eden zulüm, vahşet ve iç savaş, çağa yetişmeyi ve yeniliklerini yakalamayı engelleme çabasıydı.
Terörizm ile kendisiyle mücadele ortasında, siyaset ve devrim, her iki tarafın uyguladığı olağanüstü bir şiddet yoluyla sıkıştırıldı. Bunlara yerel burjuvazinin zayıflığı, şehirlerin kırılganlığı, bastırılmış kırsal fanatizmindeki patlama, Irak ve Afganistan’daki büyük müdahaleye, daha sonra da Libya’ya yönelik küçük müdahaleye onay verme suçundan aklanmayan uluslararası toplumun ahmaklığı da eşlik etti.
Bunun için, devrimci faaliyetlerin gelişme gösterdiği 2011 ortalarında, hiç kimsenin umursamadığı bir gelişme olan Usame bin Ladin’in öldürülmesi ile DEAŞ vb. örgütlerin kurulması, devrimci faaliyetlerin dumura uğraması ve iç savaş bayrağının yükselmesinden sonra DEAŞ’ın yaptıklarını karşılaştırmak yeter.
Bugün karşı devrimler, ya askeri baskıyı yenilmek ya da toplumların din, mezhep ve etnik fay hatlarını çatlatmak yoluyla görevlerini yerine getirdiler. Devrimcilerin en başında vaat ettiği ulusal-kozmik ikili yerine, gerek iktidara gelen gerekse isyancıya dönüşen devrim karşıtı hareket ve güçlerde ulusalcılığın altında kalan bir düşüş yaşandı. Ancak söz konusu güçler bu sefer tek başlarına değillerdi. Onlara, bizzat ülkelerin tarihe karışmalarına yol açabilecek işgallerle birlikte toplumsal bir kırılma da eşlik ediyordu. En acı verici ise, bir yandan devrimlerin fitilini ateşleyen nedenler çoğalıp büyürken, diğer yandan sürgün ve kovulmaların özgürlüğün kaybetmesinin bedelini ödeyen büyük kitlelere kadar uzanması. Devrimci güçlere gelince, yalnızca devrimlerin değil, bizzat ülkelerin hızla toparlanmaları bir yana toparlanabilmelerini dahi uzak bir ihtimale dönüştüren çatlamalar yaşıyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish