Piyasalar ticaret savaşını sevmez. Bu hafta Donald Trump’tan gelen Çin’le ticaret savaşını tırmandırma tehdidinden çıkarılabilecek basit sonuç bu. Trump'ın pazar öğleden sonra paylaştığı bir tweet'le piyasayı bu kadar hareketlendirmesi hayrete düşürürken, öyle sanıyorum ki gerçekte endişelenmemiz gereken husus piyasada anında ve açıkça gözlenen korkular değil.
Bu tam da Trump'tan beklenen bir hamle. Perşembe ve cuma günleri Washington’da yeni müzakereler gerçekleştirilecek ve ABD Başkanı oyunun ülkesinin kurallarına göre oynanmasını istiyor. Ne var ki bu durum dünyanın iki büyük ekonomisinin neticede birbirine uyum sağlayacağı anlamına gelmiyor. Buna pazarlık sanatı deniyor.
Gerçek dünyaya döndüğümüzdeyse ortada ABD-Çin ticaret geriliminin öne çıkardığı ve göz önünde bulundurmamız gereken üç mesele daha var:
Birincisi, bu, küresel ticaretin gelecekte daha iyi yönetileceğinin başka bir işareti. Yavaş ilerlediğinde genellikle daha serbest ticarete yönelen bir dünyadan, ticaretin daha çok ikili anlaşmalarla yönetildiği bir dünyaya doğru gidiyoruz. Başka bir deyişle, II. Dünya Savaşı sonrası Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) ve ardından Dünya Ticaret Örgütü (WTO) idaresindeki serbest ticarete yönelik gidişatın sonuna gelindi.
Bu bir anlam ifade ediyor mu? Teorik olarak evet. 1930’larda yerli ekonomiyi korumaya yönelik korkunç himayecilikten sonra kademe kademe serbest ticarete geçiş, dünyanın şimdiye kadar bildiği en büyük refah patlamasının itici gücü oldu (WTO, IMF ve Dünya Bankası’na saldıranların, savaş sonrası oluşturulan bu kurumların 1930’larda yaşananların tekrarından kaçınmak için kurulduğu gerçeğinin biraz daha farkına varmasını dilerim).
Ne var ki ikili ticaret anlaşmaları da pratikte en kabul edilebilir 2. seçenek olarak duruyor. Çünkü kısmen çok uluslu mekanizmalar, tarım ürünleri dahil birçok alanda engelleniyor. Ayrıca küresel ticarette eğilim, mal ticaretinden hizmet ticaretine kaydı. Dahası zaten karışık küresel tedarik zincirleri daha da karmaşık hale geldi. Dünya genelinde malları bir oraya bir buraya taşımaktansa yerlisini yapmaya çalışmak daha iyi.
Dolayısıyla serbest ticarete yönelik herhangi bir saldırıya karşı endişelenirken, bu konuda tutucu olmamak da gerekiyor. Ayrıca gümrük tarifesi dışında, sahte güvenlik meseleleri gibi engeller koyarak ticaret serbestisine karşı hileye başvuran birçok ülke olduğunu kabul edelim. Elbette Çin böyle yaptı. Tabii Avrupa Birliği (AB) de.
Bu, bizi ABD-Çin müzakerelerinin işaret ettiği ikinci meseleye yönlendiriyor: Ticarette tarafsızlık. Facebook ve Google gibi ABD’nin yüksek teknoloji ürünü firmaları, dünyanın diğer her yerinde hizmet verirken neden Çin’de tutunacak zemin bulmakta zorlanıyor? Çin bu şirketlerin eşdeğerlerini yaptı ve çok da iyi sonuç aldı. Ancak bunu yalnızca yerli geliştiricileri muhafaza ederek yapabildi.
Bu durum kabul edilemez. Yabancı şirketleri dışarıda tutmak dünyanın 2. büyük ekonomisi için doğru olamaz. İktisadi milliyetçilik kabul edilebilir ve gelişmekte olan ülkelerin yeni doğan sanayilerini koruyabilmesi için izlenen yerleşik bir prosedür de var. Fakat ABD'nin neden Çin'in artık girişimlerini koruma ihtiyacındaki zayıf bir ekonomi olduğunu iddia edemeyeceğini düşündüğünü, şimdi görebiliyorsunuz. Trump’ın ABD’nin ekonomik çıkarlarını savunurken takip ettiği kaba tavırdan hoşlanmayabilirsiniz ancak neden böyle davrandığını anlayabilirsiniz.
O halde bu durum bizi üçüncü noktaya götürüyor: ABD ve Çin arasındaki ekonomik ilişkiler, sonsuza dek tekrar tekrar değişecek. Ok yaydan çıktı bir kere. ABD yönetimine bundan sonra kim gelirse gelsin ülkesinin çıkarlarını çok daha agresif bir şekilde savunmaya devam edecek.
Birileri bunu esefle karşılayacak, diğerleriyse “Geç bile kalındı” diyecek. Öyle ya da böyle bu duruma alışsak iyi olur.
https://www.independent.co.uk/voices
Independent Türkçe için çeviren: Elvide Demirkol
© The Independent