"İsrail'de solun krizi" adlı yazı dizisinin ilk bölümünde İsrail'de solun kurumsal kökenlerine, toplumsal dinamiklerine ve ideolojik yapısına odaklandım.
Kısaca özetlenirse, İsrail'de solun oluşumu uluslaşma (İsrail'de Yahudi milleti) ve kendine yeter bir ekonomik sistemin kurulmasıyla eş anlı giden bir süreci ifade ediyordu.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Yahudilerin Avrupa'da sol siyasi oluşumlar içinde örgütlenmesi onlara teorik kıvraklık ve kurumsal hafıza kazandırmıştı.
İsrail'e gelen sosyalist Yahudiler için Avrupa deneyimi önemliydi. Fakat İsrail'deki toplumsal yapı, siyasal sistem ve kültür Avrupa ile mukayese edilmeyecek ölçüde ayrışıyordu.
Bu nedenle İsrail'de toplum olma, bu toplumu siyasal birim haline getirme ve sonra onu çalışan/işçi vatandaşa dönüştürme önem kazanıyordu.
Yahudilerin İsrail'e göçleri, orada çalışmaya başlamaları ve kamusal alana vatandaş olarak katılımları ideolojik yönelimleri güçlü olan sosyalist Siyonist elitler eliyle tasarlanıyordu.
Bu nedenle İsrail'in kuruluş döneminde (1948-1967) siyaset, ekonomi, kültür ve güvenlik sektörleri elit güdümlü süreçler olarak görülebilir.
Bu elit kümelenmeleri ise altı çizildiği şekliyle örgütsel açıdan kuvvetli ve ideolojik yönelimleri belirgin bir dizi sosyalist grupta görülüyordu.
Bu yazıda ise İsrail'de solun günümüzdeki panoramasını ele alacağım.
Bilinen bir tarihsel gerçeklik, İsrail'de sol partilerin 1949'dan 1977'ye değin kurulan koalisyon hükümetlerinde çoğunluğu ellerinde tuttuklarıydı.
1977'den bugüne ise İsrail solu kısmi başarılar harici anlamlı bir siyasi kazanç elde edemedi. Bu aralıklı yükselişler 1992-1996'da kurulan 2. Rabin Hükümeti ve sonrasında Şimon Peres'in başbakanlığıyla devam eden 25. ve 26. Hükümetler ve 1999-2001 yıllarında Ehud Barak'ın başbakan olduğu 28. hükümet gösterilebilir.
Peki ne oldu da İsrail'de sol partiler bu hâkim pozisyonlarını siyasi açıdan kaybettiler?
Temel neden olarak şu söylenebilir: İsrail demokratik kamuoyunun üç önemli bileşeni demokratik siyasetin derinleştirilmesi konusunda birlikte hareket edememekte: Yahudi solu, İsrailli Araplar ve Yahudi merkez siyaseti.
Bu üç blok İsrail'in her geçen gün genişleyen sağ, milliyetçi ve dindar blokuna alternatif oluşturamamakta.
İsrail'de sol en son İkinci Rabin Hükümeti'nde (1992-1995) anlamlı başarı kazanmıştı. 1992 Genel Seçimleri'nde İzak Rabin'in genel başkanı olduğu İşçi Partisi 42; sol yönelimli parti olan Meretz 12; dindar yönelimli parti olan Şas 6 sandalyeyle hükümete katıldı.
1992 yılı Genel Seçimleri'nde Siyonist sol siyaset toplam oyların yüzde 47'sini almış, İsrail İşçi Partisi lideri İzak Rabin Başbakan seçilmişti.
Arap siyasi partilerinden Hadaş'ın 3 vekille ve Arap Demokratik Partisi'nin 2 vekille dışarıdan desteklediği azınlık hükümeti böylece kurulmuş oldu.
Bu başarı da Arap milletvekillerinin hükümeti dışarıdan desteklemesi ile mümkün olmuştu. Bu hükümetle İsrail'de siyasetin Yahudilerin çoğunluğundan ziyade İsrail vatandaşlarının çoğunluğunun desteğini almayı başardığı görülüyordu.
Bu başarının bir diğer nedeni Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin dağılması ve Doğu Bloğu'nun yıkılmasıyla liberal demokratik değerlerin tüm dünyada temel siyasi normlar olarak öne çıkmasıydı.
Demokrasi, laiklik ve uluslararası barış düşünceleri küreyi etkisi altına almıştır. Bu anlamda uluslararası sistemdeki değişiklikler İsrail iç siyasetini de benzer ölçüde etkilemiş, barış dilinin siyaseten kullanılmasına imkân tanımıştı.
Böylece İsrail solunun liberal, seküler, ırkçılık karşıtı, sosyal demokrat değerleri benimsemesi ve iki devletli çözümü savunması halinde başarı sağlayacağı fikri yaygınlık kazanmıştı.
Bu jeopolitik atmosferde Oslo Anlaşmaları (1993-1995) imzalandı. İzak Rabin'in aşırı sağcı bir Yahudi tarafından suikast sonucu öldürülmesiyle hükümetin başına Şimon Peres geçti.
1996 yılı Genel Seçimleri'nde ise Bibi liderliğinde Likud Partisi iktidara oyların yüzde 25'ini (32 sandalye) alarak geldi.
İsrail'in ulusal güvenlik konusundaki menfaatlerini koruyarak Filistin sorununu barışçıl bir şekilde çözebilecek yegane isim olarak Bibi kendi propagandasını yapıyordu.
Esasında bu sürpriz bir çıkış değildi. Mayıs 1996 Seçimleri öncesinde iki önemli güvenlik meselesi İsrail kamuoyunu derinden etkiliyordu.
Bunlardan ilki 25 Şubat 1996'da Kudüs Merkezi Otobüs İstasyonu yakınlarındaki Yafa Yolu'ndaki intihar saldırısı sonucu 19 İsrailli yaşamını yitirmesiydi.
Diğer gelişme ise 4 Mart 1996'da Tel Aviv yakınlarındaki Dizengoff Merkezi'nde yaşanan intihar eylemiydi. Burada 13 İsrailli yaşamını yitirirken, 130 kişi yaralanmıştı.
Bu üst üste gelen intihar saldırıları sonucu seçime giden İşçi Partisi ve onun lideri Şimon Peres güven kaybına uğramıştı.
İsrail kamuoyu Bibi Netanyahu'nun Oslo Anlaşmaları'na yönelik sert eleştirilerine ilgi göstermeye başlıyordu.
1999 yılı Genel Seçimleri'ni ise İsrail İşçi Partisi'nin esas kurucu aktör olduğu Tek İsrail Blok'u kazanmış ve Ehud Barak liderliğinde Filistin sorununun barış anlaşması ile çözülmesine dair kamuoyu desteği belirginleşiyordu.
Ancak 2000 yılında başlatılan II. İntifada olayları sonrasında Başbakan Ehud Barak İsrail'in barış görüşmeleri için karşısında bir muhatabının bulunmadığını belirtmişti.
11 Eylül saldırılarının gerçekleşmesi, Mısır'la imzalanan Camp David Anlaşması'nın kalıcı hale getirilememesi, II. İntifada olayı sırasında 2003 yılında Hayfa'da sivil otobüse yönelik terör saldırısının gerçekleştirilmesi, Hamas'ın Gazze Şeridi'nde şiddet eylemlerini artırması ve 2008 yılında Annapolis'te (ABD) Filistin ile gerçekleştirilen barış görüşmelerinin olumsuz neticelenmesiyle İsrail'de barış siyasetine ve sol siyasete olan güven kamuoyu tarafından yitirilmişti.
İsrail'de sol siyasetin parlamenter temsil krizi bu süreçlerin ivmelendirmesiyle hızlanmıştı. İsrail solunun kurulan hükümetlere siyasal etkisi sınırlanmış ve İsrail'de sol, kültürel faaliyetler, edebi ürünler ve medya gibi alanlarda sıkışıyordu.
Ayrıca Camp David'in başarısızlığı ile İkinci İntifada'nın başlaması sol siyaseti oldukça geriletmesiyle seçmenler merkez partilere kaydılar: Kadima, Yeş Atid ve Kahol Lavan gibi.
İsrail solu İsrail kamuoyunun çoğunluğu tarafından Yahudi siyasal konsensüsünün dışında görülmekte.
Sağcılar için solcular tüm musibetlerin sorumlusu, dış güçlerin İsrail'deki uzantıları ve Siyonist karşıtı hainler olarak kodlanıyor.
İsrailli STK'ların Avrupa Birliği fonlarından yararlanması sağcıların bu tür söylemlerine kendilerince meşruluk sağlıyor.
İsrail solu halkın sıradan taleplerine etraflı politikalar üretmekten uzak olduğu görülüyor. Sert ve dışlayıcı sol söylemle sağa dair ne varsa saldırıyorlar.
Bu o kadar ileri gidiyor ki solcu entelektüeller sağa oy verenleri aşağılar hale geliyor. Sıradan Yahudi olmanın ne anlama geleceğine dair fikirlerinin olmaması solu müzmin başarısız bir siyasal aktör haline getiriyor.
Oslo Anlaşmaları ile FKÖ'nün tanınması, akabinde Eriha ve Gazze'den çekilme İsrail sağcılarının en çok eleştirdiği konular olarak öne çıkmakta. İsrail solu ise artık işbirliğini İsrailli Araplara doğru genişletmeyi hedefliyor.
1995 Seçimleri'nde görülen bu örtük ittifakla Arap vatandaşların çocuklarına destek ödemeleri artmış, Arap yerleşimleri tanınmış ve Arap yerel yönetimlerin bütçeleri artırılmıştır.
Politik örtük ittifak solun retoriğini değiştirirken bürokratik uygulamaları da esnetmiştir.
1977'den itibaren iktidara gelemeyen sol için tek çıkış yolu bu nedenle Arap desteğini elde etme gerekliliğinde yoğunlaşıyor.
Fakat merkez ve sol siyasetin ilke ve değerlerinde gözle görülen anlam yitimi mevcut. Hukukun üstünlüğü, üst mahkemenin bağımsızlığı, yerleşimlerin sınırlandırılması, ilhakı önleme konusunda tutarlı tavır sergileyemiyorlar.
İsrailli Arap vatandaşların ayrımcılığa maruz kalması kendisini Temmuz 2018'de yasalaşan Yahudi Devleti Yasası'nda gösterdi.
Bu yasa İsrail'de vatandaşlığın değer ve sembol düzeylerinde Arap siyasal temsilini ötelediğini gösteriyordu.
İsrail solunun ve merkez siyasetinin bu yasa karşısında takındığı tutum demokratik aktörleri tatmin etmekten uzak göründü.
Bu açıdan sol ve Arap siyaseti siyasi başarı için bir tür "işlevsel partnerlik" geliştirmeleri gerekiyor.
Arap siyasi liderlerin bu tür bir ittifak stratejisine hazır olmaları gerekiyor. Sağcı hükümet yerine merkez/sol hükümet kurmak bu ittifakın temel stratejisi olarak öne çıkabilir.
Arapların bundan elde edecekleri ise şehirleri için geniş bütçe tahsisatları ve kronikleşen Araplar arasındaki şiddetin azaltılması, Bedevi köylerinin (Negev) resmi statüye kavuşması ve 2018 tarihli Ulus devlet yasasını güncellemek ve Knesset Finans Komitesi'ne Arap milletvekili ataması olabilir.
İsrailli Arapların yüzde 80'i Arap partilerin hükümete destek vermesi ve bütçeden pay alması gerekliliği konusunda destek belirtiyorlar.
Sağın etnik merkezli ve dışlayıcı politikaları yerine merkez/sol siyasetin sivil hakları önceleyen ve ekonomik fırsatları vatandaşların tümüne yayan bir politik gündemi yaygınlaştırması önemli. Fakat buna ciddi meydan okumalar var.
Siyonist solun kimlik siyasetine bu derece yüklenmesi onu doğal tabanından uzaklaştırıyor. Küresel ölçekte yükselen sağ popülizm kimlik siyasetinin meşruiyetini eritiyor.
Bu nedenle İsrail'de solun pratik çıktıları olacak ve sıradan insanların gündelik hayatına dokunacak sosyal demokratik bir gündeme dönmesi gerektiğini söyleyenler de mevcut.
Solun sürekli vurguladığı iki devletli çözümün ise güvenlik endişeleri göz ardı edilmeden hayata geçirileceği genel İsrail kamuoyuna anlatılmalı diyor bu görüş.
Bugünün sol Siyonistleri kimlik siyaseti ve yükselen popülizm arasına sıkışmışlar. Bu nedenle solun argümanları toplum tarafından destek bulsa da siyasi bir davranış olarak oy verme pratiğine dönüşemiyor.
Örneğin İsraillilerin yüzde 58'i iki devletli çözümü destekliyor. Yüzde 9'unun ise ilhak yanlısı olduğu görülüyor. Yüzde 15'inin ise şu anki statükonun devamından yana olduğu anlaşılıyor.
2011 Protestoları'nda sosyal adalet talebi ifade edilerek siyasetin sosyo-ekonomik düzlemde ele alınması geniş kesimlerce dile getirildi.
İsrail'de süregiden neo-liberal düzenin tekrar refah devleti uygulamalarına yönelmesi temel taleplerdendi.
Bunlar engellilere ek ödemeler, sosyal konut inşaları, İsrail vatandaşlarının temel ihtiyaçlarına yönelik ekonomik koruma sağlanması gibi konvansiyonel sosyal refah devleti uygulamalarını andırıyordu.
Eğitim, sağlık, konut ve toplumsal hizmetlere daha fazla devlet yatırımının yapılması gerektiği öne çıkıyordu.
Çünkü İsrail'de ekonomik uçurum ve toplumsal eşitsizliğin yarattığı düzenin sürdürülmesi gün geçtikçe güçleşmekte.
Solun toplumsal gündemine seçmenlerce sempatik yaklaşılıyor. Fakat sola oy kaymasında tarihsel-toplumsal dinamikler öne çıkıyor. Bunların en dikkat çekici olanı etnik-kültürel meseleler olarak sivriliyor.
İsrail'de alt sınıfları çoğunlukla Oryantal/Mizrahi Yahudiler oluşturuyor. Mizrahilerin etnik-kültürel öfkesi (Aşkenazi/Batılı Yahudilere) deneyimledikleri sınıfsal çelişkiye galip geliyor.
Bu toplumsal gruplar solu Aşkenazi sınıflarla ilişkilendiriyorlar. Bibi ise, bu fırsattan istifade ile bu algıyı politize ediyor.
Netanyahu bu kitlelere çoğunluk azınlık tarafından yönetiliyor imasını yerleştiriyor. 2016 yılında gündeme gelen NGO/STK Kanunu esasında bu durumun yansımasıydı.
Solcu ve insan hakları dernekleri yabancı güçlerin ajanları olarak kodlandı. Nefret söylemi böylece hem solculara hem de Araplara yönelik bir siyasi kaldıraç olarak kullanılıyor.
2019 ve 2020 yılları İsrail siyaseti için hareketli ve akabinde krizlerle geçti. Bu sürede İsrail'de üç kez genel seçime gidilmiş, hükümet krizleri yaşanmış ve son olarak sağlık krizi olarak nitelendirebileceğimiz Kovid-19 salgını patlak verdi.
2 Mart 2020 tarihinde genel seçimlere gidilen İsrail'de mevcut kriz atmosferinde hiçbir siyasi parti tek başına hükümet kurmaya yetecek oranda oy alamadı.
Oyların yüzde 29,46'sını sağ bloğu temsilen Benjamin Netanyahu liderliğindeki Likud Partisi, yüzde 26,56'sını ise merkez sol siyaset yapan Mavi ve Beyaz İttifakı (Kahol Lavan) almıştır.
Likud Partisi bu oy oranıyla İsrail meclisi Knesset'teki 120 sandalyenin 36'sının sahibi olurken, Mavi ve Beyaz İttifakı ise 33 sandalye elde etti.
İsrail'de hükümet kurabilmek için siyasi partilerin Knesset'te salt çoğunluğu (61 vekil) sağlaması gerekmektedir.
Hal böyleyken, Benny Gantz liderliğindeki Mavi ve Beyaz İttifakı ile Bibi liderliğindeki Likud Partisi acil durum hükümeti kurmak durumunda kalmışlardır.
Sağ blok siyasetine muhalif olarak seçmenin oylarına talip olan Mavi ve Beyaz İttifakı'nın Likud Partisi ile İsrail-Filistin sorunu, dış politika ve güvenlik politikaları konusunda siyasi ajandalarının aynı olduğu görülmekte.
Yalnızca yozlaşma ve yolsuzluk konularında Likud Partisi'nden açıkça ayrıldıkları anlaşılıyor. Siyonist sol siyasetin İsrail-Filistin sorununun çözümünde barış görüşmelerinden yana olduğu, Batı Şeria'daki yerleşim yerlerinin ilhak edilmesine karşı durduğu bilinen bir gerçek.
Ancak 2020 yılı Temmuz ayında Knesset'te ABD Başkanı Donald J. Trump öncülüğünde ortaya atılan barış planı çerçevesinde Batı Şeria'nın İsrail tarafından ilhakına kamplaşma olmadan destek verildi.
Bu durum Siyonist solun İsrail'de güç kaybettiğini seçmenden oy alan sol siyasi akımların ise sağa kaydığını ortaya koyuyor.
İsrail'de muhalefetin Bibi karşıtlığında birleştiği görülüyor. Mavi ve Beyaz İttifakı bu bağlamda 2 Mart 2020 Genel Seçimlerinde Likud Partisi'nin ardından Knesset'e ikinci parti olarak girdi.
Ancak Bibi'ye muhalif kanat Mavi ve Beyaz öncülüğünde koalisyon kuramamış ve Mavi ve Beyaz İttifakı Bibi'nin lideri olduğu Likud Partisi ile koalisyon hükümeti kurmak durumunda kaldı.
Mavi ve Beyaz İttifakı üzerinden İsrail'de sol siyasetin Bibi karşıtlığı üzerinden tanımlandığı görülüyor.
Bibi'nin uzun süren iktidarı dolayısıyla siyasi bagajı oldukça dolu. Bu bağlamda İsrail toplumunda Bibi'ye muhalif birçok grup bulunuyor.
İsrail'de sol siyasetin elitist kimlik siyasetinden kendisini kurtararak Likud Partisi'nin tabanı olan Mizrahi Yahudiler dahil olmak üzere birçok farklı gruba hitap etmesi, oylarına talip olması gerekiyor.
Bibi'nin karşısında liberal demokratik değerleri hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığını savunarak Mavi ve Beyaz İttifakı'nın merkez solda konumlanacağı beklentileri şimdilik boşa çıkmışa benziyor.
Bibi'nin adı yolsuzluklarla anılsa da toplumsal destek hala canlı ve güçlü.
Bu minvalde sol muhalif siyasetin yozlaşma ve yolsuzluk karşıtı hukukun ve liberal değerlerin yanında pozisyon alması bekleniyor.
Liberal demokratik değerlere yapılan vurgu ile sol siyasetin Bibi karşısında seküler gruplardan, ultra-ortodoks gruplara, Mizrahi Yahudilerden, Aşkenaz Yahudilerine, Siyonist gruplardan Siyonist olmayan gruplara kadar geniş bir yelpazede oy alabileceği düşünülebilir.
Ayrıca, Siyonist sol siyasetin Bibi'ye alternatif üretirken Filistin sorununa ilişkin çözüm önerilerini geliştirmesi gerekiyor.
Sol siyasetin barış paradigmasından vazgeçmesi gerekmemekte ancak İsrail toplumuna Filistin sorununa ilişkin farklı bir çözüm önerisi sunması önemli.
İsrail'de halk iki devletli çözüm, işgal edilen bölgelerden çekilme, Filistin devletini tanıma veya söz konusu çözüm önerilerinin zıttı görüşlerin oluşturduğu kısır döngüden çıkmaya ihtiyaç duyuyor.
Sol muhalif siyasetin güvenlik politikaları ve dış politikada sorumluluk alarak alternatif sunması bu açıdan önem kazanıyor.
Özetle, İsrail'de sol siyasetin merkezde liberal demokratik değerlerin savunuculuğunu yaparak, Filistin sorununa ilişkin barış paradigmasını geliştirerek topluma yeni alternatifler üretmesiyle, jakoben tarzda seçmen tabanından uzakta kimlik siyaseti yapmadan, dış politika ve güvenlik politikasında sorumluluk almasıyla toplumu mobilize edebileceği ve iktidara alternatif olabileceği düşünülebilir.
Merkez sol hükümetin kurulması için Siyonist solun ve Arapların ittifak yapmasının şart olduğu görülüyor.
Tevfik Ziyad'in Hadaş Partisi 1990'larda Rabin hükümetine dışarıdan destek vermişti. Karşılığında kendi toplumuna birçok kazanım elde etti.
Bugün için de benzer bir ittifak stratejisi gündeme gelmeli. Aksi durumda umutsuzluk seçimlerde düşük katılımı doğuruyor.
Tarafların bu açıdan gerçekçi olması gerekiyor. Fonksiyonel siyasal ittifak etrafında, makul, rasyonel siyasal işbirliğini oluşturmak önem kazanıyor.
Solun gerçekçi siyasal rota ortaya koyması gerekiyor. Solun iki devletli çözüme sıkışmışlığını aşarak yeni toplumsal, jeopolitik ve iktisadi vizyonu geliştirmesi önem kazanmakta.
Sol ise şimdi asgari ücretin saatini 40 şekele çıkarmayı; sözleşmeli taşeron işçi yasağını; konut piyasasında reformu; tüm yaştaki çocuklara bedava eğitimi; sağlığa hükümet yatırımlarını ve asgari ücretin aylık 6 bin şekele çıkarılması gibi konulara odaklanıyor.
İsrail'de sol jeopolitik meselelerin taşıyıcısı olmanın ötesine geçerek sıradan insanların makul ve hayati taleplerine odaklanmaya başlamalı.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish