Bundan 15 ay önce, müzik dünyası en özel seslerinden birini kaybetti. İrlandalı grup The Cranberries’in solisti Dolores O’Riordan, hülyalı “Linger”dan grunge-vari kükreyen “Zombie”ye 90’ların birçok alternatif rock hit şarkısının ardındaki sesti. Ne var ki, çok içtiği bir gecenin ardından Londra’daki bir otel odasının banyosunda boğularak 46 yaşında aramızdan ayrıldı. Grubun kalan 3 üyesi, dünyanın dört bir yanındaki milyonlarca insan için The Cranberries’in ne kadar büyük bir anlam ifade ettiğini ancak o zaman fark etmiş. “Hiçbir fikrimiz yoktu” diyor grubun O’Riordan’la beraber şarkıları da yazan gitaristi Noel Hogan, “Ve sonra ne kadar çok etkimiz olduğunu anladık. Bu büyük bir miras.”
Grubun plak şirketinin Londra’daki ofisindeyiz. Hayranlara O’Riordan’ı yeni şarkılar söylerken dinlemek için son bir şans veren veda albümleri In The End üzerine konuşuyoruz. Kalan üyeler (Noel, Noel’in kardeşi basçı Mike ve baterist Fergal Lawler) O’Riordan’ın ölümünden sadece birkaç ay sonra uzun zamandır beraber çalıştıkları yapımcı Stephen Street’le birlikte stüdyoya döndü. O’Riordan’sız ilk birkaç gün en zoruydu. “Unutmak da istesen sanki dün yaşanmış gibi yeniden hatırlıyorsun” diye anımsıyor Noel, “İlk gün tüm düşünebildiğin onun burada olmadığı ve başına gelen şey. Sonra kulaklığı takıyorsun ve yine Dolores sana şarkı söylüyor. Ancak fark ettik ki, böyle bunalımlı takılmaya devam edersek bu şarkıların hakkını veremeyeceğiz.” Mike, zor da olsa albüme odaklanmanın yas sürecinde yardımcı olduğunu ekliyor, “Biraz aklımızı dağıttı. İlk haftayı atlattıktan ve duygularımızı bir kenara bıraktıktan sonra, neredeyse bir terapi gibiydi.”
Şimdi ışıklar solistleri yerine onların üzerindeyken, bugünkü ruh halleri neredeyse 30 yıllık kariyerlerinin sıcak bir yansımasıyla grup arkadaşlarının yokluğunu kabullenme arasında gidip geliyor. “Dolores hep burada olurdu, sahip olduğu o enerjiyi özlüyor insan” diyor Lawler sessizce, ”Bu tuhaf”. Bugünkü ruh halini hafifleten O’Riordan mı olurdu diye merak ediyor insan. “Harika bir mizah anlayışı vardı” diyor Noel, diğerleri de onu hemen onaylıyor, “Ortamı yumuşatmada harikaydı çünkü bu işte insanlar kendilerini fazla ciddiye alabiliyor ve Dolores buna gerçekten tahammül edemiyordu. İnsanlara ‘çok ciddiler!’ diye sataşıyordu." “Muzip”, onu sevgiyle hatırladıkları kelime.
İnsanlar onu bir de gürültücü politikliğiyle hatırlayacak. 1994 tarihli hiti “Zombie”yi ele alalım. Şarkı, 2 çocuğun bir IRA bombalı saldırısı sonucu ölümüne cevaben yazılmıştı; distortion’lı gitar soloları, tanklar ve bombalarla ilgili sözleriyle hem hassas hem öfkeli boğuk bir barış yakarışı. 25 yıl sonra hala yankı buluyor. Bilhassa bu ay Kuzey İrlanda’nın Derry kentinde gazeteci Lyra McKee’nin öldürülmesinin ardından. “Bu tip şeylerin tekrar yaşandığını görmek berbat” diyor Noel, “Dünya ilerlemiş olmalıydı. Cenazeyi televizyondan izledim ve zamanda geri gitmek gibiydi.”
O’Riordan, politik konularda sesini yükseltmeye istekli olduğu gibi müzik endüstrisindeki cinsiyetçi baskılara da direndi. Grup, bir fotoğraf çekiminden yarı çıplak soyunmayı reddedip döndüğünü hatırlıyor. “Müzikle, sesiyle ve şarkılarıyla ilgiliydi. Önceliği buydu ve öyle bir şey yapacağına yürür giderdi” diyor Noel ve Lawler ekliyor; “Ancak seneler geçtikçe, insanlar onun hiçbir şeyi sineye çekmeyeceğini öğrendi.”
En sevdikleri anılarından biri, o sesi duydukları ilk an olmaya devam ediyor. 1990 yılıydı; gruplarına solistlik edecek bir şarkıcı bulma umutlarını yitirmek üzereydiler ki, kırsaldan gelen o sessiz, “küçük kız” kolunun altında bir klavyeyle Limerick’te seçmelerin yapıldığı odaya girip 3 kentli oğlanın ve arkadaşlarının önünde performansını sergiledi.
Göz korkutucu bir ilk buluşmaydı ve O’Riordan’da kesin bir kararlılık sezdiler. Ona “Linger”ın akorlarını verdiler ve o da vokalleri tamamlayıp döndü. Grubun stüdyoya girmesinden sadece bir ya da iki ay önceydi ve orada O’Riordan’ın sesindeki şaşırtıcı potansiyeli duydular. “Geri vokalleri ve sopranoları yapıyordu, ‘Tanrım, bu kız gerçekten söyleyebiliyor’ dedik” diyor Lawler. “Bizi gerçekten çarptığı an oydu işte.”
“Linger” ve “Dreams” şarkılarını içeren bir demo kaset insanları konuşturduysa bu, 32 müzik yöneticisinin katıldığı ve Island Records’la anlaşmalarını sağlayan Limerick Üniversitesi’ndeki bir konser sayesindeydi. İlk albümleri Everybody Else Is Doing It, So Why Can’t We? 1993’te çıktı ancak albümün İngiltere listelerinde 1 numaraya yükselip dünya çapında 6 milyonluk satış rakamına ulaşması için önce grubun ABD turnesine çıkması ve “Linger”ın Amerikan üniversite radyolarında çalınması gerekti.
O günden itibaren her şey doludizgin gitti. Ve müzik endüstrisiyle ilgili çok sık anlatılan bir hikaye olarak üzerlerindeki baskı gittikçe arttı, ta ki 3. albümleri To The Faithful Departed döneminde patlama noktasına gelene kadar. Hepsi tükenmiş haldeydi ve O’Riordan anoreksikti. Bunun, kariyerlerinin en zor dönemi olduğunda hepsi hemfikir.
“O noktada gerçekten ama gerçekten incecik kalmıştı, hiç yemiyordu” diyor Noel, “O zamandan videoları izlerseniz görebilirsiniz.” Lawler da “Korkutucuydu” diye ekliyor.
Noel sözlerini “Eğlenceli kısım gitmişti” diye sürdürüyor, “Grup bizim bile değilmiş gibi hissetmeye başlamıştık, menajerler ve plak şirketleri tarafından kontrol ediliyordu. Dönüp geriye bakınca, o zaman o albümü yapmamalıydık diyorum. Bir yıl ara vermeliydik.”
12 aylık bir turnede oldukları sırada, gelecek senenin turnesinin nasıl organize edildiğini ve anlaşmayı nasıl safça imzaladıklarını anlatıyorlar. Sınırlarına ulaştıklarını fark ettiklerinde iptal etmek için artık çok geçti ya da en azından zorba menajerlerce onlara söylenen buydu. “Bize ‘Bunu şimdi iptal ederseniz milyonlarca dolarlık davalarla karşı karşıya kalacaksınız’ diyen bir dolu felaket tellalı olurdu ve 21 - 22 yaşlarındayken elinizden bir şey gelmiyor. Bu korkutucu bir düşünce, öylece ‘Tamam’ diyorsunuz. Ama sonunda fişi çektik.”
Bu ara verme kararını alan O’Riordan’dı, grubun geri kalanı da ona arka çıktı. Bir Avustralya turnesinden çekildiklerinde, menajerlik ve plak şirketleri “çıldırdı”. Kızgın telefonlar yağıyordu. Ama doğru şeyi yaptıklarını biliyorlardı. “‘Hayır, bitti. Bunu kabullenin’ diyorduk” diye anlatıyor Noel. “Ve kimse gelip de bizi dava etmedi.” Gülüyorlar ama bu, pişmanlık yüklü bir gülüş.
“Dolores çok cılızdı” diyor Lawler, “2. albümde dizini sakatladı. O kadar cılızdı ki dizinin etrafında hiç kas yoktu, bu yüzden de kırılıverdi.”
4. albüm için tekrar bir araya geldiklerinde yeni menajerleri vardı ve birlikte müzik yapmanın keyfini yeniden keşfetmişlerdi.
Deneyim, diyorlar, müzik endüstrisinde kaçınılması gereken tipleri fark etmelerini sağlamış. Şu an çalıştıkları şirket de O’Riordan’ın ölümünün yarattığı dalgayı yakalamak için erken bir albüm çıkarabilirdi ancak gruba kendilerini rahat hissedene kadar zaman verdi.
Ölüm sonrası albümlerin plak şirketleri için sıklıkla parayı kırma hamlesi olduğu yerde, In the End kes-yapıştır bir derleme değil. Albüm, O’Riordan’la Noel’in 2017 yazından beri üzerinde çalıştıkları 11 şarkıdan oluşuyor. Bir de kesin kurallar koymuşlar. “Aceleye gelmiş gibi tınlamasını istemedik” diyor Lawler, “Grubun mirasına haksızlık olurdu.”
“Herhangi bir Cranberries albümü gibi yazıldı” diyor Noel. “Kendimize ‘İlk bir hafta sonunda doğru hissetmezsek bu işi sonlandıracağız’ dedik. Bunun son derece farkındaydık.”
Bitmiş albüme gelince, yaşasa O’Riordan’ın albümden “hoşnut” olacağına eminler. “Asla gerçekten bilemeyeceğiz ama doğru şeyi yaptığımızdan emin olmak için çok dikkat ettik.” Ocak’ta ölüm yıl dönümünde albümü O’Riordan’ın ailesine çaldıklarını anlattılar ve eklediler; “Övgüden başka bir şey yoktu. ‘Tamam, doğru şeyi yaptık’ diye düşünüyorsun.”
İç karartıcı bir albüm olmasa da O’Riordan’ın son yıllarda yaşadığı zorlukları öne çıkarıyor. 20 yıldan sonra 3 çocuklarının babası, Duran Duran’ın eski menajeri Don Burton’la boşanmışlardı ve O’Riordan’a bipolar bozukluk teşhisi konmuştu.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Albüme adını veren parça ve karanlık şarkı sözleriyle “Lost” gibi parçalar, grup için üzerinde çalışması en zor olanlardı. “In The End hüzünlüydü” diyor Lawler, “Ama onun yaşamını kutlamak için birkaç iyimser şarkımızın olması hoştu. Çünkü bir açıdan o her daim şarkılarında yaşayacak.”
O’Riordan için üretken bir yazı dönemiydi, çünkü kimse yazmaya bir kaybın ya da gönül yarasının kederi içindeyken olduğundan daha istekli olamaz (Noel de grup arkadaşının ölümünden beri durmaksızın yazıyor). “Onun sorunlarla baş etme yöntemi şarkı yazmaktı ve ona ayak uyduramazdın” diyor Noel.
O’Riordan’ın ölümünden önceki aylar hep geleceğe bakmakla geçmişti. Noel, onunla son sohbetini anımsıyor; turne ve albüm kaydı tarihlerini konuşurlarken “heyecanlı ve istekliymiş.”
“İyi bir durumdaydı” diyor Noel, “Ve bu, ölümünü bizim için daha zor kıldı.”
Yeni albüm, uygun bir veda hissi veriyor, özellikle de grubu güzelce ilk başladıkları zamana götüren klasik erken dönem Cranberries tınısından dolayı. Bu, kısmen O’Riordan’ın vokallerinin yumuşaklığıyla ortaya konuyor, daha yumuşak çünkü onun New York’taki apartmanında kaydedilmişler. Ve In The End’le heyecanlanırken, üzüldükleri tek bir şey varsa o da bu albümün turnesine The Cranberries olarak asla çıkamayacak olmaları. Biz de bir daha The Cranberries’ten şarkılarının tahmin edilemeyecek kadar dinamik canlı versiyonlarını asla dinleyemeyeceğiz. “Kafanızda, albüm canlı nasıl tınlardı diye bir merak yığını var” diyor Noel, “Ama yalnızca bir Dolores vardı. O ses, onundu.”
In the End piyasaya çıktı
* İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
https://www.independent.co.uk/arts-entertainment/music/features
Independent Türkçe için çeviren: Onur Bayrakçeken
© The Independent