Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad, Suriye’nin en zengin adamı ve kuzeni Rami Mahluf ile büyük bir anlaşmazlık içinde. Bunu, Süveyda ve devrimin başladığı Dera’daki gösteriler ve eylemler takip etti.
Çember tamamlanıyor mu? Olaylar daha da şiddetlenip kapsamlı bir ayaklanmaya dönüşebilir mi?
Rejime yönelik yeni ABD yaptırım paketinin yürürlüğe girmesi, durumu daha da karmaşıklaştırdı.
Bütün bunlar bir araya geldiğinde, Esad rejimi için son birkaç yıldır karşı karşıya kaldığı en büyük tehdidi oluşturuyorlar.
Mahluf her zaman Esad’den daha önemli olduğunu düşünüyordu. Geçen yılın ağustos ayında Esad, güvenlik güçleri aracılığıyla kendisine karşı bir operasyon yürüttü.
Bu operasyon, tüm mal varlığına, şirketlerine ve mülküne el konulması ile sona erdi. Mahluf, tabi ki Esad ailesinin onayıyla, Suriye’nin neredeyse tamamına sahipti.
Mahluf davası ilgi çekiciydi ama beklenen bir şeydi. Son aylarda Suriye’deki ekonomik durum, Lübnan’daki ekonomik çöküş dahil birçok nedenden ötürü kötüleşti.
Suriye yıllardır Lübnan devletinin Lübnanlı mevduat sahiplerinin parası ile sübvanse ettiği gıda maddelerinin topraklarına kaçırılması ile besleniyor.
Her zaman en “şerefli insanlardan” bahseden Hizbullah, Suriye rejimini beslemek için Lübnanlıları aç bırakma görevini yerine getiriyordu.
İki ülkenin ekonomilerinin iç içe geçmiş olduğunu inkar etmiyoruz; ama bu daha çok Suriye ekonomisinin lehineydi.
Bu ayın başında Suriye lirası çöktü ve dolar 3 bin liraya yükseldi. Oysa 2011 yılında sadece 50 Suriye lirasıydı.
Bu büyük değer kaybı nedeniyle rejim Suriye halkının temel ihtiyaçlarını temin etmekte zorlanmaya başladı.
Esad ve Mahluf arasındaki çatışma gün yüzüne çıktı. Suriyeliler rejimlerinin iflas ettiğinin, yolsuzluk içinde yüzdüğünün, faaliyetlerini finanse etmek için Mahluf başta olmak üzere zenginlerinin peşine düştüğünün farkına vardılar.
Güçlü olmaya ve Esad’dan daha önemli olduğuna inanmaya alışkın Mahluf, bir açıklama yaparak hedef alınmasının Suriye ekonomisinin hedef alınması anlamına geldiği tehdidinde bulundu.
Bunu yaparken Aleviler arasındaki tabanına güveniyordu. Mahluf şu anda zor bir durumda olabilir; ama rejim ile arasındaki anlaşmazlık açığa çıktıkça Suriye lirası daha da çöküyor.
Peki ama Mahluf’un siyasi olarak devrilmesi kimin işine geliyor?
Rejimin iki destekçisi Rusya ve İran, rejimin nasıl destekleneceği konusunda hemfikir değiller.
Mahluf meselesinde, Rusya ve İran arasındaki ilişkide, Esad’ı kontrol etmeye devam etmek için rejim yanlısı tarafları nasıl yöneteceklerini etkileyecek yeni zorluklara tanık olabiliriz.
İran ve Rusya’nın rejimin kalan kaynaklarını da tüketmek ve Suriye’nin yeniden inşası için tahsis edilecek fonlardan yararlanmak istedikleri biliniyor.
Bunun gerçekleştiğini varsaydığımızda, hedef alınmadan önce Mahluf’un, rejim içinde en güçlü ve ülkenin tüm zenginliklerini kontrol eden aktör olduğu için bir engel teşkil ettiğini görürüz.
Ancak, Suriye rejimi içinde bir patlama kimin daha çok işine gelir: Rusya’nın mı yoksa İran’ın mı?
Olup bitenler hakkında çok sayıda haber yayınlanıyor; ama hepsi de birbirleri ile çelişiyor.
Kimisi İranlıların Mahluf’un mirasına konmaya hazırlandıklarını, kimisi de Rusya’nın bu mirasa sahip olacağını belirtiyor.
Beşşar ve Rami arasında 2019 yılında anlaşmazlık baş gösterdiğinde, rejimin, Mahluf’un paraları ile Rusya’ya olan borçlarının bir bölümünü ödeyeceği söylenmişti.
Bu nedenle gözlemciler, Rusya yoksa İran’ın mı kazanacağının ve Suriye ekonomisinde aslan payının bu iki devletten hangisinin olacağının kesinleşmesini merakla bekliyorlar.
Fakat, ganimeti ele geçirmekte kimin diğerinden daha iyi olduğu hususunda şu anda kesin bir şey söylemek zor. Her iki devlet de Syriatel şirketine odaklanıyor.
Öte yandan İran, daha savaştan önce Suriye telekomünikasyon pazarına giriş yapmaya çalışmıştı. Dolayısıyla, Mahluf’un bıraktığı boşluk buradan doldurulmaya başlanacak.
Rejim ile müttefikleri iş adamları arasındaki bütün bu çatışma devam ederken şehirlerde büyüyen ve rejimin gözlerden uzak tutmak istediği bir ayaklanma başlamış bulunuyor.
Rejimi devirme savaşı Dera’dan başlamıştı ve şimdi yine oraya dönüyor.
2018 yazında Rusya ve Suriye’nin başlattığı ortak operasyon Suriye’nin güneydoğusundaki silahlı ayaklanmanın çökmesine neden olmuştu.
Rus hava saldırılarının ardından rejim silahlı muhalifler ile “uzlaşı anlaşmaları” adını verdiği anlaşmalar imzalamıştı.
Bölgelerini yönetmeleri için onlara özerklik vermeyi vaat etmişti.
Ne var ki bunun yerine, baskıcı güvenlik organları ile Suriye’nin güneydoğusuna güçlü bir şekilde geri dönerek kendilerinden Şam rejimine ve özellikle de Esad’a kör bir bağlılık talep etti.
Bunun yanında, İran ve müttefikleri de (Hizbullah) bu anlaşmalardan sonra Suriye’nin güneydoğusuna, bilhassa Golan Tepelerine yakın bölgeye yerleşmeye başladılar.
Golan’ı, bir Suriye cephesinden İran’ın İsrail’e karşı politikasının yeni bir cephesine dönüştürdüler.
Kısacası, Suriye’nin güneydoğusunda yenilenen bir isyan var ve Esad halihazırda iktidarına meydan okuyan birçok tarafı bir araya getiren iyi organize olmuş bir isyan ile yüzleşiyor.
Bu isyan Dera şehri ile sınırlı olmayıp Suriye’nin Ürdün ile sınırı boyunca uzanarak Şam’a kadar ulaşıyor. Bu nedenle de Esad’ın meşruiyetine büyük bir tehdit oluşturuyor.
İsyan, rejimin vahşeti nedeniyle alevlendi. Rusya’nın gözetimi altında 2018 yılında varılan sözde uzlaşılar, rejimin savaşmadan ve daha sonra yeniden baş gösterebilecek muhalefeti tamamen bitirmeden bu bölgelere girmesini sağladı.
Uzlaşı aynı zamanda devrimcilerin hafif silahlarını teslim etmeyip muhafaza etmelerine de olanak tanıdı.
İmzalanan anlaşmalardan her biri diğerinden farklıydı ve Esad'ın baskıcı organlarının gerçekleştirdiği çok sayıda ihlale izin veriyordu.
Bu da, rejim ve bu uzlaşılara yönelik öfkeyi büyüttü. Yerli halk, uzlaşılara bağlı kalıp kalmaması gerektiğini sorgulamaya başladı.
Bu nedenle, rejimin de insanları memnun etmek için hiçbir şey yapmadığı göz önüne alındığında, direnişin yeniden başlayacağı tahmin ediliyordu.
Rejime göre, hayatta kalmalarına izin vermiş olması bile büyük bir lütuftu. Bu yüzden, rastgele tutuklamalar devam etti.
Hizbullah’ın buradaki varlığı da İsrail’den ziyade “yabancılar”dan rahatsız yerli halkı tehdit etti.
Geçen yılın kasım ayında güneydeki İran işbirlikçileri için durum kötüleşmeye başladı.
Halk, rejim ile müzakereleri yürütüp anlaşan devrimcileri ihanetle suçlar hale geldi.
Bu hatayı düzeltmek ya anlaşmalara uymaları ya da bölgeden çıkmaları için güvenlik güçlerine baskı yapmak isteyen yeni gruplar ortaya çıktı.
Halihazırda bu bölgede kendisine “Özgür Suriye Ordusu” ve “Dera Halk Direnişi” adını veren gruplar (bu ikincisi daha popüler) bulunuyor.
Asıl dikkat çekici olan, bu grupların sadece kendi şehirleri içinde faaliyet göstermeyip kendilerini Şam’daki muhalif gruplara bağlayan bir operasyon odasının bir parçası olmalarıdır. Bu ne kadar yayılmış olduklarını gösteriyor.
Bu bölgede faaliyet gösteren ikinci tür gruplar IŞİD ve el-Kaide’dir. Buna ek olarak, rejim ile ulaşılan uzlaşılara imza atan ve rejime bağlı düzenli birlikler -özellikle de Rusya’nın oluşturduğu- içinde savaşan devrimciler de var.
Bunlar şimdi imzaladıkları anlaşmaları yok sayıyorlar. Bu nedenle, Suriye Arap Ordusu'na bağlı bazı birliklerin isyana katıldıkları ve ordunun diğer birlikleri ile savaştıkları görülüyor.
Bütün bu dinamikler elbette normal değil. Aksine çok tehlikeli. Ortada organize ve merkezi olmayan bir isyan var denilebilir.
Bu, Esad, İran ve Rusya’nın güçlü bir şekilde kontrol altına almak için bir strateji belirlemelerini gerektiren büyük zorlukları gündeme getiriyor.
Görüşüne başvurduğum bir Batılı kaynak şöyle diyor:
Suriye’nin güneydoğusundaki muhalefetin rejime gerçek bir tehlike oluşturup oluşturmadığını görmek için takip edilmesi gereken bazı göstergeler var. Bunların ilki, isyanın Esad’ın kendisinden kaçamayacağı kadar genişlemesi. Bu, sahayı kontrol edebilen ve koruyabilen devrimcileri içerebilir. İkincisi, muhalefetin eski liderlerinin aralarında büyük bir uzlaşıya varmaları ve rejim ile imzalanan anlaşmaların iptal edildiğini açıklamaları.
Muhaliflerin, rejime organize karşılıklar verme olasılığı da var. Rejim, Suriye’nin güneyindeki şehirlere saldırırsa muhalifler, kendisine Şam içinde gerçekleştirecekleri eylemlerle karşılık verilebilirler.
Rusya’nın tutumunu da takip etmek gerekiyor. Buradaki muhaliflerle Esad adına müzakereler yürütmeyi bırakabilir; çünkü Rusya’nın Suriye’ye ilgisi güneye bağlı değil.
Bu nedenle, eğer ateşkesin bedeli ağır olursa, diğer bölgelerdeki çıkarlarına yönelip İran ve Esad rejimini güneydeki bu sorunla yüzleşmeleri için tek başlarına bırakabilir.
Olabilecek en tehlikeli şey ise, son birkaç aydır geçmişteki eylemlerinden farklı eylemler düzenlemeye başlayan ve operasyon kabiliyetinin düşündüğümüzden daha yüksek olduğunu ortaya koyan IŞİD'in yeniden canlanmasıdır. Bu, el-Kaide’yi harekete geçmeye zorlayacaktır.
Öte yandan, İsrail ile İran arasında gerilimin yükselmesi olasılığı da var. İsrail, İran ve Hizbullah’ın güneydeki üslerine hava saldırıları düzenlemişti.
İsrail ya da İran’ın diğerine karşı gerilimi yükseltmeye karar verdikleri bir aşamaya ulaşırsak, pusulanın ibresi, öngöremeyeceğimiz ama sonuçları bölge için uzun vadede kötü olacak bir yöne hareket ettirecektir.
Konuşmacım, dün yürürlüğe giren Ceasar (Sezar) Yasası’na da değinerek, öldürülenler şiddetli yaptırımlarla intikamlarını almak için geri döndüler diyor.
Bu yasa ile İran ve Rusya’nın uluslararası sistemi kandırıp Esad'ın kontrolü altındaki bölgelerin yeniden inşasına tahsis edilecek fonlardan yararlanma yolları kalmayacak.
Yaptırımlar oyunu değiştirecek. Nitekim daha yürürlüğe girmeden etkisini gördük.
Diğer bölgelerden farklı olan Süveyda gibi birçok bölgede öfke ve gösterilere yol açacak.
Süveyda’daki Dürzilerin rejim ile ilişkisi, dışarıdan müdahaleler olmadığı sürece hep barışçıl oldu.
Ama bugün Süveyda’da rejimin devrilmesini talep eden gösteriler düzenleniyor ve bunların diğer bölgelere doğru genişleyeceği tahmin ediliyor.
Son olarak konuşmacım, Suriye rejiminin ayakta kalması için Lübnan’ın kurban edilmesine karşı uyardı.
Lübnan’ın varlığı tehlikede olduğu için Hizbullah’ın maceralarını artık kaldıramayacağını ifade etti.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu
© The Independentturkish