Mabet, müzik ve manipülasyon

Zeynel Karataş Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Pinterest

Herkesin daha dikkatli olacağı bir çağda yaşıyoruz. Asırlar öncesini ve ayrı coğrafyaların olayları holografik bir şekilde önümüze alabiyoruz.

Herkes anlamalı ki bu gezegen, her canlının “nefes alabildiği” bir atmosfere sahip ve “o” kimsenin mülkü değil.

Kimse aktarılmış, emanet güçleri üzerinden; olağanın, doğalın ve adaletin dışına taşmamalı. Sonra hep beraber delik hunide çarpışıyoruz. 

Yaklaşık 200 yıldan beri dünyanın her yerinden tanrılara/ilahlara karşı bir isyan var.

Nietzsche; '"Tanrı(?) öldü" diyerek insanlık yürüyüşünün kemale ulaşma yolundaki engeli kaldırmaya çalışmıştır.

Benliği işgal eden sahte/suni ilahlar şahsın “kendi” olmasını da engeller. Kişi “kendini bulamıyor veya tanıyamıyorsa” sahte ilahların ablukasında olduğunu gösterir.

Sümerlilerin tanrıları olan ANU, ENKİ, ENLİ ve diğerleri Nibiru gezeninden bir koridordan Mezopotamya’ya iniş yaparlar.

Tarlasında çalışan, hayvanlarını otlatan Sümerliler bu olağanüstü yaratıkları tanrı/ilah olarak tanımlar.

İlah kavramı; farklı coğrafyalarda özgün mitlerle oluşsa da Ortadoğu’da böyle başlandığı söylenebilir.

Her yerde “ilah” kavramının karşılığı da aynı değildir.

Diyarbakır’da Ulu Cami’de Ramazan Börçük’ün; “… Sen kendi ilahını kendin belirleyeceksin.  Zümer 15. Ayette 1 kendinize bir ilah seçin der. Allah’ı ilah olarak kabul ettiğin zaman Kur’an senin anayasan olur, nefsini İlah kabul edersen helali haramı sen kendin belirlersin, parayı ilah kabul edersen hayatının akışını/dengesini para değiştirir, senin en çok sevdiğin/olmazsa olmazın senin ilahın olur, işte! İlah Allah demek değildir, İlah bir sıfattır” diyerek bu konuyu izah etmeye çalışır.

Hz. İbrahim, insanlığa “Baltanızı alın tüm putları kırın” demiştir.  

Hz. Muhammed ise “La İlaha İllallah” diyerek insanlığa Allah dışındaki tüm ilahları reddetmelerini istemiştir.

Somut ve soyut dünyamıza/zihinlere giren işgalcilerden kurtulmamız istenmiştir.  

O zaman insan olduğumuzu anlayacak, insan gibi yaşayacağımız söylenmiştir. Korku ve şiddetin yolu kısıtlanmış, engellenmiş metotlar İbrahim’in, Muhammed’in dini değildir.

Günümüzde bir milyarı aşkın insanın ateizmi kabullenmeleri, karanlığın hiçliğinde aydınlıktan umutlarını kesmeleridir.

Bir milyarı aşkın ateist, her inanç grubundan daha kalabalıktır. Müslüman, Hıristiyan, Budist olarak bilinenlerin çoğu, gerçekte dinlerine mensup olmadıkları bilinen bir gerçektir.

Dinlerine bağlı görünenlerin işlediği haltlara rağmen “Allah” inancını koruyanları kutlamak gerekir.

Yaşam, her anlamda “uyarıcılara” ihtiyaç duymaktadır. Yahudilerin peygamberi Hz. Musa’nın üzerinden 3 bin 500 yıl, Hıristiyanların peygamberi Hz. İsa’nın üzerinden 2 bin yıl Hz. Muhammed’den sonra da bin 400 yıl geçmiştir.

Bu durum Hz. Muhammed’in “Ben son peygamberim” demesini doğrulamaktadır.

Görev, peygamberlerin varisi âlimlere(?) ve Martin Luther'lere düşmektedir.

Karanlığın ve aydınlığın kendine özgü hâkimiyeti evresel olarak el değiştirir. Güçlenmek için aydınlığın, hâkimiyetin devamı için karanlığın kuralları kullanılır.

Biri adaleti diğeri zulmü temsil eder. İkisi de yerleşik ve baki değildir.

Karanlık kandırarak ve korkutarak, aydınlık ise rahatlatarak ve yücelterek iknaya çalışır. Farklı güçlerin tahakkümü sosyal kavramlarda tonlama ve anlam farkı oluşturur.

Bu anlamda mabetler ve müzik toplumların hangi evrede olduklarının önemli göstergeleridir. Mabetler ve müzik ortamın tansiyonuna göre şekil alır. 

Saraylar en güzel yerlere, mabetler en görünen yerlere kurulur. Mabetlerde her zaman kullanılan dil aynı ancak anlam farklıdır.

Mabetler gerçekte zihinlerin özgürlüğe açılmasını sağlar.

Hz. Muhammed’in Dârülerkam’ı, 31 Ekim 1517’de Martin Luther’in 95 maddelik hazırladığı tezi Wittenberg Kilisesi’nin kapısına çivilemesi mabetlerin öze dönüş girişimleridir.

Kutsal dilde anlam kaydırılınca hipnoz edilen toplum; boyun eğer, kör ve sağırlaşır. Yalan yanlış eklentiler ibadetten sayılır.

Bu anlamda mabetler, zihinlerin işgal alanı olarak kullanılır.

Dualar; melodi ve müzikal yorumlar ile talep yönünde toplumu ajite eder. Narsist liderlerin kutsal ritüel veya kitaplar ile manipülatif gösterileri aciz girişimler olarak değerlendirilebilir. 

Müzik beyne ve kalbe hitap eden bir olgudur. Müziğin melodisi yaşanan gerçeklerden müstakil değildir.

Çinli yazar Lü Bu We, şöyle der:

Dirlik düzenlik içindeki bir çağın müziği dingin ve şen, yönetimi uyum içindedir. Huzurdan yoksun bir çağın müziği ise telaşlı ve vahşi, yönetimi ise eğri yoldadır. Yıkılmakta olan bir devletin müziği duygusallık ve hüzün doludur. Hükümeti de tehlike içindedir. 


Müziğin aurasında toplulukları sürüklemek mümkündür. Toplumsal dönüşüm veya kontrolünde müzik önemli bir araçtır.

Hitaba, satırlara veya mısralara sığmayan anlamalar müziğin melodisinde birey ve toplulukları istenilen yöne evirebilir. 

Bardağı dolduracak damlalar yaşamın ta kendisini anlatır. Bardağa düşen damlalar ile taşan damla eş anlama gelmez.

Diktatör, sadist ve narsistler yaptıklarıyla bardağa düşen damlalardır.

Çöle diri diri gömülen kız, haksız yere taşlanan kadın, düşündüğü için asılan adam, rengi için öldürülen insan, dili için dışlanan kul bardağı doldurmaya başlarlar.

17 Aralık 2010 tarihindeTunus’ta Muhammed Buazizi adlı bir üniversite öğrencesinin kendisini yakması Arap Baharı'nı başlatmıştır.

25 Mayıs 2020 tarihinde Amerika’da George Floyd’un polisler tarafından öldürülmesi, dünyanın gelişmiş ülkelerinin bastırılmış öfkesini sokağa dökmüştür.

Her kabın bir kapasitesi var, taşacak damlaların etkilerini kimse önceden ölçemeyebilir.

“İnsanlık” karşısındaki “insanlar” ile büyük bir çatışmanın eşiğindedir.

Ekonomik beklentiler ve tatminsizlik, adil ve eşit olmayan paylaşım, patlamaya hazır bir basınç oluşturmuştur.

Ekonominin, siyasetin, teknolojinin ve de hastalıkların pandemik etkileri küreselleşmedeki sınırların kalktığını kanıtlamıştır.

Absürt zihniyetlerin “ayrımcı” müdahaleleri mağdurları birleşik bir güce dönüştürecektir.

İlk İnsan Hz. Âdem'in varisleri olan Habil ile Kabil’in üç ortak özelliği vardı.

İkisi de peygamber çocuğuydu. İkisi de peygamberin öğretisine uygun ibadet ediyorlardı.

İkisi de birinci ağızdan (Peygamberden) yalın bilgi ile gerçek ilahı (Allah’ı) tüm özellikleri ile tanıyorlardı.

Ancak ikisinin tek farklı özeliği vardı:

Kabil; hayatını öldürmek/imha etmek/yok etmek üzerine kurmuştu.

Habil ise hayatını; var olmak/yaşamak üzerine kurmuştu.

Bu iki farklı yaşam öğretisi birey ve toplulukların genlerine işledi. Hadi hep birlikte düşünelim benim/bizim genlerimizde hangi öğreti yaşıyor…  

 

 

1. Zümer Suresi 15. Ayet: “Siz de Allah’tan başka dilediğiniz şeylere ibadet edin!” De ki: “Şüphesiz hüsrana uğrayanlar, kıyamet gününde kendilerini ve ailelerini hüsrana sokanlardır. İyi bilin ki bu, apaçık hüsranın ta kendisidir.”

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU