"Pandemi elbet bir gün bitecek. İnsan olarak bu süreçten nasıl geçeceğimiz daha önemli!"

Azerbaycan Devlet Sanatçısı Azerin, 5 yaşından beri müzik ile iç içe olan yaşamını, ülkesinde tanıklık ettiği tarihi süreçleri ve pandemide ev günlerini Independent Türkçe'ye anlattı

Tüm dünyayı saran koronavirüs pandemisi ile mücadelede evden çalışma sistemine Independent Türkçe de katılmıştı.

Herkesin evde olduğu bu süreçte moralleri yükseltmek adına kültür-sanat, sağlık, spor ve siyaset gibi alanlarda örnek teşkil eden şahsiyetlerle birlikte bu sürece katkı sağlamak, biraz olsun farklı hayatların birer parçası olmak istiyoruz.

İlk olarak Azerbaycan Devlet Sanatçısı Azerin'in evine online konuk olduk.

Azerin ile tarihten sanata birçok alanda hoş bir sohbetimiz oldu.

'Çırpınırdın Karadeniz' türküsü ile milyonların tanıdığı Azerin, 5 yaşından beri müzik ile iç içe olan yaşamını, ülkesinde tanıklık ettiği tarihi süreçleri ve pandemide ev günlerini Independent Türkçe'ye anlattı. 
 


- Hepimiz çocukluk çağlarımızda çeşitli mesleklere ilgi duyarız. Kimi bunu başarır kimi ise farklı bir meslek ile yoluna devam eder.  Ancak siz 5 yaşınızdan beri ses sanatçısı olmak istiyormuşsunuz. Bugün bu hedefinize ulaştığınızı görüyoruz. O dönemlere dönecek olursak... 

Evet. Çocukluğumdan beri ses sanatçısı  olmak istediğimi söylüyordum. Allah da bana isteğim doğrultusunda kapılar açtı.

Sovyetler Birliği döneminde yetenekli çocukları okullardan toplayıp, becerilerini geliştirecek alanda eğitim almalarını sağlarlardı. Beni de 5 yaşında iken kreşten almışlar ve sesimi beğenmişler.

Müzik serüvenim de bu şekilde başlamış oldu. 1975-1976 yıllarına tekabül ediyor sanırım. O dönemde Azerbaycan'ı temsil eden 'Cücelerim' adında meşhur bir çocuk topluluğu vardı.

Bu grup eski Sovyetler Birliği'nin bütün şehirlerinde çocuk konserlerine katılırdı. Ben de o gruba dahil oldum.

Daha sonra bizi Azerbaycan'ı temsilen İtalya, Fransa gibi birçok yurt dışı turnelerine götürdüler. Devlet Televizyonunun Menekşe Çocuk Korosu'nda solist olarak devam ettim.

Eğitimimi de Azerbaycan Devlet Konservatuvarı Şan Bölümü'nde tamamladım.  

Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Azerbaycan'da ve yurt dışında bazı uluslararası ses yarışmalarına katıldım ve derece ile ayrıldım.

Bu süreç mesleğimde ve sanatımda kendimi geliştirmem için alan açtı. Mesleğimizin perde arkasını, sanatçıların mutfağını da görmek, diğer ülkelerin sanatçıları ile tanışmak ayrıca avantaj oldu.

Bu yarışmalarda arka plandaki tartışmalara ve siyasi çekişmelere şahit olmak da gelecekte atacağım adımlar açısından dünya görüşüme katkı sağladı. 


"Dinimi yirmili yaşlarda öğrenmeye başladım. İlk kez 20 yaşında Türkiye'de Kelime-i Şahadet getirdim."

- Eski Sovyetler Birliği sistemini de Bağımsız Azerbaycan dönemini de yaşadınız. Tercih edecek olsaydınız, oyunuzu hangi dönemden yana kullanırdınız?   

Sovyet Dönemi'nin önceki yıllarını da çöküş sürecini de yaşadım. Kendi içinde iyi tarafları vardı. Eğitim seviyesi çok yüksekti ve ücretsizdi.

Her şey ve herkes eşit seviyedeydi, kimse kimseden üstün değildi. Yani evler aynı, yaşantı aynı, kazanç aynı.

Ancak yaşım ilerledikçe okumalarımda bu sistemin sunduğu imkanların ötesinde hayatımızda vazgeçemeyeceğimiz en önemli şeyi, yani dinimizi ve milli kimliğimizi yasakladığını gördüm.

O dönemlerde inancı ve milli değerleri peşinde gidenlerin akıbeti kötü oluyordu. Biz de Türkiye'de olduğu gibi, doğduğumuz andan itibaren camilerimiz yoktu, ezan sesi duymadık biz.

Dinimi yirmili yaşlarda öğrenmeye başladım. İlk kez 20 yaşında Türkiye'de Kelime-i Şahadet getirdim.

Size o kadar çok isim sayabilirim ki, sırf kendine Müslüman olduğu için, Türk dediği için gece evinden alınıp ailesi ile birlikte sürgüne gönderilen.

Kendi şiirlerinde, bestelerinde veya yaptığı siyasette bu kimliği göstermek isteyen herkes aynı sorunu yaşadı.

Bunların içinde alimlerimiz de vardı. Çünkü bizden korkmuşlardı. Milli kimliğimizi ve dinimizi yaşamamızı istemediler.

Bu yüzden hiç öğretmediler ve yasakladılar. Bilmezsek doğruları da haykıramayacaktık! 

Bu süreçleri görmeye başlayınca tarihimize olan ilgim de arttı. Nuri Paşa'nın gelip Kafkas İslam Ordusu ile Azerbaycan'ı kurtarmasından 2 yıl sonra Azerbaycan Cumhuriyeti kuruldu.

Cumhuriyetimizin ilk kurucusu Muhammed Emin Resulzade'dir. Ama Bolşevikler bağımsızlığımıza imkan vermedi ve 2 sene sonra Azerbaycan Sovyetlere katıldı.

Daha sonra Stalin döneminde Azerbaycan Türklerine, Kırım Tatarlarına, Ahıska Türklerine karşı soykırım başladı. 

Milli kimliği bastırılmış toplumlardan oluşan bir birliğin çökmek zorunda olduğunu görüyorsun. Çünkü milletler bir gün gözünü açacaktı ve bu oldu da.

Azerbaycan ile 15 ülke kendi bağımsızlığını ilan etti. 1992'den beri Azerbaycan Cumhuriyeti ve Özbekistan, Kırım gibi diğer Türk Cumhuriyetleri ayakta kalabilmek için mücadele veriyor.

Bizler bir taraftan sistemi oturtmaya çalışıyoruz, diğer taraftan da ayrı devlet olmamızı istemeyen dış kuvvetler ile mücadele veriyoruz.

Tüm bunların üstüne bir de Dağlık Karabağ işgali ve Hocalı Katliamı ile karşı karşıya kaldık. 

Tabii ki her ülkede olduğu gibi hoşumuza gitmeyen durumlar yaşanıyor. Ülke içinde mücadelemizi veriyoruz ve bundan sonra da vermeye devam edeceğiz.

Ama her şeyden önce devleti düşünmek lazım. Devletin bütünlüğünün bozulmaması ve bayrağın bir daha asla inmemesi gerek.

Bu açıdan değerlendirince Eski Sovyetler Birliği'nin ne kadar güzelliği olursa olsun milletime soykırım yapılıyorsa, dinimi ve milli kimliğimi yaşamama müsaade edilmiyorsa ben o sistemi istemem, istemiyorum! 


"Topraklarımızın işgal edildiğini, halkımızın soykırıma uğradığını 30 yıldır haykırıyoruz ama dünya kör ve sağır"

- Azerbaycan'ın Dağlık Karabağ Sorunu ve Hocalı Katliamının perde arkasında aslında ne var? 

Tarih tekerrürden ibarettir. Dağlık Karabağ'dan önce 1800'lü yılında Erivan'ın olduğu bölge Eski Rus döneminde bizim elimizden alınıp orada yaşayan Türkler sürgün ediliyor ve o bölgeye Ermeniler yerleştiriliyor.

Bugün bu topraklar bizim elimizde olsaydı Türkiye ile aramızda sınır olmayacaktı.

Daha sonra 1988'de bu soykırım tekrarlandı ve Ermenistan Erivan'da yaşayan yarım milyona yakın Azerbaycanlıyı kar kış demeden, yalın ayak, çoluk çocuk sürgün etti.

Bu sürgünün tüm kayıtları yazılı ve görsel olarak tarih arşivlerinde mevcuttur. Daha sonra 1991-1992 yıllarında bu sürgün ve soykırım yeniden başladı.

Bu kez Dağlık Karabağ süreci başladı. Azerbaycan toprakları devletimizin ve milletimizin elinden alındı. Hem de insanlarımızı katlederek.

Hocalı Katliamı da buna en büyük örnektir. Hocalı Köyü'nde dünyanın gözleri önünde bin insanımız katledildi.

Bu katliamında tüm bilgi ve belgeleri elimizde var. Maalesef o dönemde Azerbaycan Devleti ve hükümeti yeni kuruluyordu. İçinde de belirsizlik vardı ve bu süreçte topraklarını kaybetti.

Topraklarımızın işgal edildiğini, halkımızın soykırıma uğradığını 30 yıldır tüm dünyaya haykırıyoruz ama dünya kör ve sağır. Her insanın kendi toprağında yaşama hakkı vardır.


"Haksız bir mücadelenin içindeyiz, topraklarımıza ancak fotoğraflarından bakabiliyoruz. Bugün Karabağ yaşında evlatlarımız var bizim"

Ben Bakü'de doğrum ve Karabağ'ı hiç görmedim. Ama orası benim vatanım olduğu için aklıma geldikçe hüzünleniyorum.

Biz de derler ki; "Karabağ'da doğulan çocuk sevgihanla doğulur." Yani Karabağ'ın o kadar güzel havası ve tabiatı var ki, orda doğan sanatkar doğardı.

Bizim en büyük bestekarlarımızın sanatçılarımızın toprağıdır Karabağ. İşte bu yüzden sanatla yoğrulan bu toprakları, barış yolu ile geri almak istedik; ama geçen 30 sene bunun askeri yollar ile çözüleceğini gösteriyor. Hiç bir şey duymuyor.

Bu meseleyi Azerbaycan barış yoluyla çözmek istiyor; ama bu 30 sene bize bunun askeri yöntemlerle alınacağını gösteriyor.

Sınırlarımızdaki çatışma devam ediyor ve biz her gün sınırlarımızda şehit veriyoruz. Biz bir ölür bin diriliriz. Ama bugünkü savaşın boyutu biraz farklı.

Yani haksız bir mücadelenin içindeyiz. Kendi topraklarımıza ancak fotoğraflarından bakabiliyoruz. Bugün Karabağ yaşında evlatlarımız var bizim.


"Bu halk benim halkım, bu vatan benim vatanım. Bu işgale ve soykırıma susamam ve göz yumamam"
 


- Tam da yeri gelmişken, devlet sanatçısı olarak Azerbaycan sınırındaki askerlere moral konserleri veriyorsunuz. Her sanatçının yaptığı bir şey değil. Nerden aklınıza geldi bu?

Ben bir Azerbaycan vatandaşı ve devlet sanatçısıyım. Bu halk benim halkım, bu vatan benim vatanım. Bu yüzden bu işgale ve soykırıma susamam ve göz yumamam.

Bir ses sanatçısı olarak elimden gelen buydu ve 2000 yılından itibaren Azerbaycan sınır bölgelerindeki askerlere moral konserlerine başladım.

Manevi destek vermek için gidiyorum, Onları birebir gözlerimle görüyorum, mücadelelerinde bir nebze de olsa katkı vermek istiyorum. Azerbaycan askerlerine verdiğim konserlerim hala devam ediyor. 


"Mehmetçiğe moral konserlerime devam ettim; Türkiye'deki askerler de benim kendi soyumdur, kardeşlerimdir"
 


- Türkiye sınırında da Mehmetçiğe moral konserlerine gittiniz. Bu konserleri nasıl organize ettiniz?  

İlker Başbuğ, Azerbaycan'da konserime gelmişti. O zamana kadar Türkiye'de de Mehmetçiğe konser vermek istediğimi söylüyordum. Allah karşılaştırdı, bu bana bir şans oldu.

Konserden sonra durumu izah ettim. Bir hafta sonra orkestram ile birlikte bize davet geldi. 2008'de Türkiye'ye geldik.

Şırnak, Diyarbakır, Hakkari ve Siirt'te Kurban Bayramı'nda konser verdim. Çok soğuk zamanlardı.

Daha sonra Hulusi Akar'dan da rica ettim. 2016'da da Mehmetçiğe moral konserlerime devam ettim. Çünkü Türkiye'deki askerler de benim kendi soyumdur, kardeşlerimdir. 

Bazı şeyleri bağırmadan iş görerek yapmak lazım. Her şeyi devletten beklemek olmaz. Birey olarak herkes kendi mesleğinde çaba gösterip üstüne düşeni yapmalı.

Bugün siyasetin yapamayacağını medeni toplumlar yapabilir. Örneğin kendi kültürümüzü göstermek adına Azerbaycan ile Türkiye sanatçılarımızla birlikte büyük konserler yapamadık, kendi tarihimizi anlatan sinema filmleri çekemedik.

İsrail'de bile hala bu toprakların en rahat yaşadığı dönem Osmanlı dönemiydi deniyorsa, bugün yalancı soykırımları bizim üzerimize yüklemeye çalışanlara karşı neden bir şey yapmıyoruz. Neyi bekliyoruz hala? 


"‘Çırpınırdın Karadeniz’ büyük bir milletin tarihini anlatan bin yıllık bir eser"
 


- Türkiye sizi aslında 'Çırpınırdın Karadeniz' türkünüz ile tanıdı. Sizin sesinizden dinleyince insanı derinden etkiliyor gerçekten. Seslendirdiğiniz eserin bir hikayesi var mıdır?  

Aslında Çırpınırdın Karadeniz 100 yıllık bir eser. Büyük şairimiz Ahmet Cevad 1914'de Kafkas İslam Ordusu'na olan sevgisinden ilham alarak bu sözleri yazmış.

1918'de Kafkas İslam Ordusu Azerbaycan'ı kurtardığında büyük bestekarımız Üzeyir Hacıbeyli de Ahmed Cevad'ın bu sözlerine beste yapmıştır.

Sovyetler döneminde böyle eserleri söylemek yasak olduğu için bizim bu eserden haberimiz bile yoktu.

1992-1993 senesinde Türkiye ile Azerbaycan arasındaki kapılar yeni yeni açılmıştı. Türkiye'ye konsere geldiğimde bir beyefendi yanıma yaklaştı ve "Sizin sesinize çok yakışacak bir eser var. Lütfen o eseri öğrenin ve repertuarınıza alın" dedi.

O günden sonra tarihini araştırınca karşıma bestekarının da şairinin de Azerbaycan Türkü olduğu gerçeği çıktı.

O dönemde 'Çırpınırdın Karadeniz' eserine 'Anonim' diye yazılırdı. Yani bu bestecisi ve söz yazarı bilinmiyor demektir. Biz bu eserin bestesini ve söz yazarını da ekleyerek repertuarımıza aldık.

Neden bestelendiğini ve tarihini bilerek söylemek esere daha büyük anlam katıyor. 'Çırpınırdın Karadeniz' öyle herhangi bir eser değil, büyük bir milletin tarihini anlatan bin yıllık bir eserdir.
 


Büyük şairimiz Ahmed Cevad hem de Azerbaycan İstiklal Marşı'nın söz yazarıdır. Ayrıca Türkiye'nin girdiği savaşlarda asker üniforması giyip savaşan bir askerdir.

1937'nci yılda da kurşuna dizilerek şehit edilmiştir. Onlar inançları uğruna bu yolda öldürüldüler; ama susmadılar.

Yıllar geçti ve bize de onların anlatmak isteyip anlatamadıklarını gelecek nesillere aktarmak nasip oldu. İşte bu yüzden de dinlendikçe daha çok sevildi. 


"Söz konusu Müslüman ve Türk olunca dünya, zulme kulaklarını tıkıyor; 'insan hakları' diye haykıran insanlık, bu hakikati duysun!"

- Sanatınızın yanı sıra çeşitli sivil toplum hareketlerine de desteğinizi ve toplumsal olaylara karşı duyarlı yaklaşımınızı biliyoruz.

Suriyeli mahpus kadınların özgürlüğü için yola çıkan Vicdan Hareketi de bunlardan biri. Basın Toplantısında sizin de bir açıklamanız oldu. Savaş ve Kadın hakkında mesajınızı alabilir miyim? 

Ben öyle bir ülkenin insanıyım ki, biz de savaş halinde yaşıyor ve her gün sınırlarımızda şehit veriyoruz. 1 milyon mültecimiz evlerinden ve kendi topraklarından uzakta yaşıyor.

Karabağ Savaşı sonrasında binlerce akıbeti belli olmayan vatandaşımız var. Biz Hocalı Soykırımı'nı gördük.

Suriye başta olmak üzere savaş zindanlarında şiddet uygulanan kadınları unutamam. Çünkü bu zulmü birebir yaşamış bir ülkenin vatandaşıyım.

Bu durum bize yabancı değil. Suriye'de de bugün aynı bizim ülkemizde olduğu gibi milyonlarca mültecinin akıbeti bilinmiyor.
 


Bu dünyanın bir belasıdır, Haktan yana olmak zorundayız. Suriye zindanlarında eziyet çeken kadınların, şiddet gören, susturulan insanların haklarını talep edersek, kendi ülkemizdeki mağduriyetlerin de hakkını talep edebiliriz.

Vicdan gibi duygular asla yitirilmemesi gereken insani duygulardır. Maalesef dünya, söz konusu Müslüman ve Türk olunca yaşanan zulme kulaklarını tıkıyor, gözlerini yumuyor.

"İnsan hakları" diye haykıran insanlık, açsın artık gözünü ve bu hakikati duysun! 


"Önceden namazlarım kazaya kalıyor bu beni vicdanen çok rahatsız ediyordu. Namazlarımı vaktinde kılmaya, Allah'a zikir etmeye çalışıyorum"

- Savaşlardan, ülkemizin tarihinden bahsederken aslında gelecekte anlatılacak olan tarihi bir olayın tanıkları olduğumuzu da unutmamak lazım.

Salgın hastalıklar dünya tarihinde önemli yer tutmuş. Belki de hepimiz bu tarz salgınların artık çok uzakta olduğunu ve pandemi ile yaşayacağımızı düşünmemiştik bile.

Ancak bugün evdeyiz ve tüm dünya koronavirüs ile mücadele ediyor. Siz bu süreci nasıl geçiriyorsunuz?

Ben de bu süreçte herkes gibi evdeyim. Bu zincirin kırılması ve salgının devam etmemesi için mesafe koymak ve evlerimizden çıkmamak lazım.

Ailem Bakü'de yaşıyor, ben ise burada ailemden uzak kaldım. Tabiî ki Türkiye'de benim vatanımdır. Ben Türkiye'yi Azerbaycan'dan ayırmıyorum.

Evimdeyim, rahatım; ama insanız sonuçta. Onlardan ayrı kaldığım için üzülüyorum. Aileme çok değer veririm ve en zor zamanlarda ailelerin birlikte olması gerektiğine inanırım.

Şükürler olsun ki, görüntülü konuşuyoruz ama aklım onlarda. Ama burada da kitaplara zaman ayırmaya başladım. Konserlerden dolayı vakit bulamıyordum.

Spor yapmaya çalışıyorum. Şimdiye kadar yapmadığım yemekleri YouTube'dan bulup yapıyorum.

Kısırı çok seviyorum. Keşke vaktim olsa ben de yapabilsem diyordum. Onun da tarifini buldum ve kısır da yapmaya başladım.

Hanımların yaptığı her şeyi ben de evde yapıyorum. Ama benim alanım müzik ve sanat. Kendi alanımda yenilikleri takip etmeye çalışıyorum.

Bir insan 'Ben her şeyi biliyorum' derse bu onun sonudur. Bilmediğimiz o kadar çok şey var ki.

Sevenlerime kendi Instagram ve YouTube sayfamdan canlı konserler verdim. Türk Dünyası Akraba Topluluklar Başkanlığı'nın ricası üzerine onların YouTube kanalından canlı konser verdim.


"Allah bu dönemi bize kendimizi analiz edelim, kendimiz ile hasbihal edelim, bu zamana kadar yaptığımız yanlışları görelim diye sundu"

Daha önceden namazlarım kazaya kalıyor ve bu beni vicdanen çok rahatsız ediyordu. Ama şimdi namazlarımı vaktinde kılmaya, Allah'a zikir etmeye çalışıyorum. 

Sosyal medya hayatımızın merkezinde gibi olsa da, ben kendi adıma akşama kadar elimde telefon zamanımı dijital ortamda tüketmek istemiyorum.

Ama dünyamız büyük bir problem ile karşı karşıya. İnsanların her biri sanki bilgisayar kahramanı. Oturmuşlar sadece kimin ne yaptığı ile uğraşıyorlar.

Aslında Allah bu dönemi bize kendimizi analiz edelim, kendimiz ile hasbihal edelim, bu zamana kadar yaptığımız yanlışları görelim diye sundu.

Madem dünya artık eskisi gibi olmayacak bizde eski hatalarımızı yapmamak adına herşeyden önce kendimizle ve vicdanımızla konuşmalıyız.

Tövbe edelim, yeniden paylaşmayı öğrenelim, insanlar ile olan ilişkimizi gözden geçirelim. Kainata, doğaya, hayvanlara ne kadar yanlış yaptığımızı görelim.

Bu hepimiz için yenilenme dönemi olsun. Kimin aklına gelirdi ki, camiler yüzümüze kapanacak? Bu tesadüfi bir şey değil.


"Dünyaya yayılan bu virüsün insan üretimi olduğunu düşünüyorum. Hesap edemedikleri bir şey var, her oyunda en güzel oyunbozan Allah'tır"

İnanan bilir ki, Allah istemese yaprak bile kımıldamaz. Sanki bunu göz ardı ettik şimdiye kadar.

Diğer taraftan 500 yıldır camilerinde ezan yasaklanan Avrupa’da ezan sesleri duyar olduk. İslamofobi dedikleri şeyi aştılar.

Allah'ın en son dininin İslam olduğunu ve dinimizin ne kadar mükemmel ve birleştirici bir din olduğunu şimdi mi anladılar?

Demek ki tüm bunları yaşamamız gerekiyormuş. Çünkü hayatta hiçbir şey tesadüf değil. 

Ancak şunu da belirteyim, ben Çin'de biri yarasa yedi de ondan virüs çıktı diye inananlardan değilim.

Dünyaya yayılan bu virüsün insan üretimi olduğunu düşünüyorum. Hesap edemedikleri bir şey var, o da her oyunda en güzel oyunbozan Allah'tır.

Bu sürecin içinden nasıl çıkacağımızda da, bu oyunun bozulmasında da Allah'ın takdiri vardır. 
 


- Gidemediniz ama yakından takip ediyorsunuz. Azerbaycan salgınla mücadelede nasıl bir yol izliyor? 

Azerbaycan'da da pandemiye karşı sert önlemler alınıyor. Türkiye'de olduğu gibi 65 yaş üstü sokağa çıkma yasağı var. İnsanlar bir yere gitmek istiyorsa SMS yolu ile Polis Merkezine haber veriyor.

Tüm dünyada olduğu gibi Azerbaycan Devleti'nin belli kuraları var. Bu süreç de geçecek inşallah. 

- Çok keyifli bir sohbetti. Teşekkür ederiz. En yakın zamanda yeni eserlerinizle sizi aramızda görmekten mutlu olacağız.  

Dünya olarak zor bir süreçten geçerken bana ve fikirlerime değer verdiğiniz için ben teşekkür ederim.

Bu süreçten nasıl çıkacağımız bizim elimizde. Dünyada mazlumun yanında olmak isteyen, zalime karşı duran, her alanda hakkı ve adaleti savunan bir tek Türkiye var.

Bu süreçte de Türkiye'nin yanında olmamız ve bu süreci en rahat şekilde atlatmasına katkı sağlamamız gerekir.  

Ancak bireysel olarak da bu süreçten nasıl çıkacağımız çok önemli. Temkin, tevekkül ve tesbih etmek lazım.

Biraz da vicdanımızla konuşmamız ve paylaşmamız lazım. Birlik ve beraberlik içinde zor durumda olan insanlarımıza destek olmalıyız.

Bazı insanların maddi gücü yeterli gelebilir; ama gündelik kazançla yaşayan ailesini geçindiren çok sayıda insan var.

Ancak paylaşarak bu durumun üstesinden gelebiliriz. Bugünler de geçecek ve en güzel günlerde yeniden görüşeceğiz.  

 

 

Independent Türkçe

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU