21’nci yüzyılın arifesinde, robot teknolojisinin, fabrikaya dayalı üretim teknolojisinin yerine geçeceği söyleniyordu.
Bu aynı zamanda robotların ve beyaz yakalıların (ya da kafa emekçilerinin), mavi yakalı olarak adlandırılan klasik işçi sınıfının yerine geçmesi demek oluyordu.
ABD emperyalizmi ve Sovyetler Birliği arasında cereyan eden Soğuk Savaş'ın başlarına saralım zaman makinesini.
1957 yılında Sovyetler Birliği, uzay teknolojisinde zamanın en ileri atılımını yaptı.
Uzaya 'Sputnik' adını verdiği bir araç gönderdi. Bu ABD’de “Sputnik dalgası” olarak tarihe geçen sarsıcı bir şok dalgası yarattı.
“Sovyetler Birliği uzaydan vuracak” gibi ciddi bir beka kaygısıyla, ABD denebilir ki teknolojik sistemini yeniledi.
Her bakanlıkta, özellikle savunma bakanlığında, büyük fonların aktarıldığı Araştırma Kurulları kuruldu.
21’nci yüzyıla girerken adlarını daha sıkça duyduğumuz on yıllar sonra, biyoteknoloji, nanoteknoloji, internet gibi ileri teknoloji ürünleri böylesi bir güvenlik kaygısının ürünü olarak yaşamamıza girdi.
1970’lerde Intel bünyesinde chip bulunurken, 1980’lerde mikro elektrik gelişmeler bunu takip etti.
21'nci yüzyıla geçiş sürecinde robotlar ve beyaz yakalılar süreç olarak uygulama sahasına sokuluyordu.
Emperyalistleşmiş ileri kapitalist ülkelerin üretim süreçlerinde, giderek klasik işçi sınıfının yerini sınırlı sayıda beyaz yakalı eşliğinde robotlar yer alıyordu.
Robotların üretim maliyeti işçilere nazaran çok daha fazla düşük olması; grev, sendika gibi hak taleplerinin olmaması kâr oranını azami olmasını sağlıyordu
Bununla yetinmiyorlar, çok uzak olmayan bir gelecekte, yapay zekanın beyaz yakalıların yerine ikame etmenin çalışmasını yürütüyorlardı.
Sorun var!
Yapay zekanın kontrolü kimin elinde olacaktı?
İleri kapitalist ülkelerin mi, yoksa kelimenin geniş anlamıyla ortakçı toplumsal ilişkilerin mi?
İlki, kapitalizmin bencil, bireyci rekabeti, azami kâr hırsı; güç ve iktidarcı ilişkileri mi?
İşte koronavirüs öncesinde ABD'de emek piyasadan çekildiği için yüzde 5-6 görünen işsizlik, emeğe günlük katılım bağlamında aslında yüzde 33 gibi yüksek bir oranlarda dolaşıyor.
Robotların ve yapay zekanın üretimi gerçekleştirmesi, çok daha büyük çoğunluğun işsiz kalması, bildiğimiz kapitalizmin çökmesi anlamına da geliyor.
Kapitalizmi ayakta tutan, insanların çalışarak elde ettikleri gelirlerle üretilen mal ve hizmetleri talep etmeleridir. Kapitalizm budur. Herkes işsiz kalınca sistem çöker.
Çok daha olumsuz olanı yapay zekanın geliştirilmesi ve silahlarda kullanılması, üçüncü dünya savaşını çıkarmasına yol açabilir ki bu ciddi bir tehdit…
Yapay zekanın kontrolünün eninde sonunda insanın elinde olduğunu düşündüğümüzde böyle bir ihtimalin zayıf, hatta mümkün olmadığı sonucuna varabiliriz.
Ancak kapitalizmin bencil, bireyci rekabeti ve azami kâr hırsı; statü, güç ve iktidarcı dokusu, yapay zekanın insan kontrolünden hızla çıkması sonucunu yaratabilir.
Nitekim daha şimdiden bunun belirtilerinden bahsediliyor. Birkaç yıl önce yapay zekaların kendi aralarında dil geliştirince, makinelerin hemen kapatıldığı yazıldı.
Çünkü bu durumda karar verme giderek akıllı makinelerin işi haline geliyor.
Güncelliği bakımından şu anda ilişkisi olduğuna dair elimizde kanıtlanmış bilimsel bir bilgi olmamakla birlikte, koronavirüs salgını, insan-doğa, insan-hayvan ilişkisi açısından sorgulanıyor.
Laboratuar çalışmalarına dair ciddi şüpheler ileri sürülüyor…
İkincisi, ortakçı, dayanışmacı toplumsal ilişkiler mi?
Kapitalizm çökünce yerine ne gelir, onu şimdiden tam olarak bilemeyiz. Ancak bencil, bireyci kapitalizmin en yakın alternatifinin ortakçı, dayanışmacı toplumsal ilişkiler olduğunu biliyoruz.
Bunun bir formatının dün sosyalizm olduğunu, yarın pekala daha gelişmiş teknoloji ve toplumsal ilişkiler çerçevesinde başka bir şey olabileceğini de biliyoruz.
Bir yerde format önemli değildir.
Bir şeyin adının değişmesi o şeyi değiştirmez çünkü.
Meselenin esası, insan ihtiyacına dayalı bir ortakçı yaşama biçiminin belirli bir ‘toplumsal organizasyon’ içinde organize olması ve kendini ortaya koymasıdır.
Her insanın ihtiyacına dayalı ortakçı paylaşım ve bunu karşılayacak yüksek düzeyde teknolojik gelişmenin kontrollü biçimde geliştirilmesidir.
Bu temelde insanların misafir oldukları dünyanın ve sonraki nesillerin geleceği için doğayla, canlılarla, hemcinsleriyle iyilik ve güzellik içinde yaşamaları, ‘boş zamanlarını hoş zamanlara’ çevirmeleridir.
Zamanlarının kendilerine kalması, zamanlarını kullanmakta özgür olmalarıdır…
Marx’ın sözleriyle:
Özgürlüğün krallığı ancak dışarıdan dayatılan gereklilik yüzünden çalışmayı bıraktığımız zaman başlar, dolayısıyla bu krallık, tam olarak söylemek gerekirse maddi üretim alanının ötesinde yer alır.
Dünya ekonomisinin temel işleyişi
Robotların ve yapay zekanın çalışmayı sona erdirmesi öncelikle ileri kapitalist ülkelerde olur.
Geri kalmış ya da “kalkınmakta” olan ülkelerde olmaz ya da ileri kapitalist ülkelerden çok sonra olur.
Böylesi bir durumda ortaya çıkan tablo en genelinde, bir yanda üretimi robotların ve yapay zekanın gerçekleştirdiği ileri kapitalist ülkeler, diğer yanda da üretimi büyük ölçüde işçi emekçi sınıf ve tabakaların gerçekleştirdiği geri kalmış ve ‘kalkınmakta’ olan ülkeler oluyor.
Bunu aslında yeni bir durum olarak değerlendirmemeli.
Marx, sermayenin organik bileşiminin düşük olduğu sektörlerden, yüksek olduğu sektörlere değer ve kâr akışı olacağını söyler.
Burada, bugünün koşullarında yeni teknolojiler üzerinden uygulamasını görüyoruz.
Önceden de böyleydi. Sömürgeci sömürge ilişkisinin evrimini düşünelim.
Emperyalistleşmiş kapitalist ülkelerin tayin edici olduğu dünya ekonomisi bu şekilde çalışıyor.
Ülkeler ya da sektörler arası ilişki de sermaye birikim seviyesine ve teknolojik gelişme düzeyine göre sert bir merkezi sistem var.
Geri kalmış ve bağımlı olan ülkelerden, ileri ve gelişmiş olanlara değer ve kâr akışı oluyor.
Düzen-içi çözüm arayışları…
Robot teknolojisinin daha bir yaygınlaşması ve yapay zekanın gelişmesi halinde kuzeyin ileri kapitalist ülkelerinde ortaya çıkması beklenen yüksek işsizliğin yarattığı sorunlar ve çözüm arayışları nelerdir?
Öncelikle bu ülkelerde ciddi talep sorunu muhtemeldir.
İkincisi, yüksek işsizliğin, kapitalist sistemin kendini yeniden üretmesini zorlayacağı gibi devlet-toplum ilişkisinde korunması gereken sosyal ve siyasi dengeleri de zorlayacağıdır.
Ancak güçlü sermaye birikim seviyesi, toplumsal kazanımlar gibi nedenlerle ileri kapitalist ülkeler, bu sorunlara asgari ölçülerde sürdürülebilir bir çözüm bulma potansiyeline sahiptir.
Bu durumları ne kadar sürer?
Maddi potansiyellerini koruyabildikleri ve yeni sömürgelerden değer ve kâr akışı sürdükçe sürer.
Sürekli gelişen ve kendini yenileyen teknolojiyi kontrol altında tutabildikleri sürece sürer.
Nihayet nesnel ve öznel koşulları gelmişse, ileri kapitalist ülkelerin iç dinamiklerinden doğru ortakçı, dayanışmacı, toplumsal bir alternatif kendini ortaya koyana kadar sürer.
…
İşsizlerle ilgili en çok konuşulan çözümlerden biri, her insana bir dünya vatandaşı olmanın sağladığı hak, yaşamını sürdürmesi için temel gelire sahip olmasıdır.
Bunun uygulamaları birçok ülkede başladı. Bir kısım ileri kapitalist ülke yurttaşların ısrarlı talebi sonucu deneyim alanı olarak seçilen pilot bölgelerde temel gelir veriyor ve bunun sonuçlarını görmeye çalışıyor.
Temel gelir çok yüksek bir yekûn tutuyor. Nasıl karşılanacaktır, sorusu sorulunca akla hemen geri kalmış ve 'kalkınmakta' olan yeni sömürge ülkelerden değer ve kâr akışı geliyor.
Yani ileri kapitalist ülkelerin işsizlerinin temel gelirlerinin ödenmesinde, hatta işçilerinin yaşam standartlarının yüksek olmasında, yeni sömürge ülkelerin işçi ve emekçi sınıf tabakaların ücretlerinin düşük tutulmasının sürüp geldiği gibi azımsanmaz bir payı oluyor.
Bu payla bütünlük içinde, yeni sömürgelerin ucuz tüketim mallarının yeni sömürgeci ileri kapitalist ülkelere ihracatı, pahalı ithal mallar, aşırı borç faizi, lisans ve patent anlaşmaları, know how, yap-devret modelleri, çeşitlenen silah alımı,ucuz emek gibi türlü yollarla gerçekleşiyor.
Bu, bizi geri kalmış ve ‘kalkınmakta’ olan yeni sömürge ülkelerin kalkınma sorununa çözüm arayışlarına götürür.
(Devam edeceğiz)
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish