Orijini tam olarak bilinmeyen Venedik Karnavalı’na ilk defa bu yıl, bir fotoğrafçı olarak meslektaşlarımla birlikte katıldık.
Karnaval mı festival mi tartışmasının kazananı karnaval oldu; çünkü araştırınca gördüm ki, hasat mevsimine kadar süren kıtlık dönemi öncesinde, özellikle zenginler bu tatil döneminde evde kalan tüm yemekleri tüketir, bol bol et yermiş.
Etler tükendikten sonra, artan tahıl ve kuru meyvelerle ‘fritelle’ hazırlanmış ve lokmaya benzeyen bu hamur kızartması, karnavalın sembolik lezzeti haline dönüşmüş.
Halk, bu tatili eğlenerek ve meydanlarda dans ederek geçirirmiş.
Kutlamaların bir diğer nedeni de 12'nci yüzyılda, Venedik Cumhuriyeti doçesinin, Venedik’i Alman boyunduruğuna sokmak isteyen Aquileia patriğine karşı kazandığı zafer.
Kutlama yapmak isteyen için yeterli neden her zaman var.
Festivalin tarih boyunca büründüğü biçimleri bir kenara bırakırsam, günümüzde dünyadan milyonlarca insanı bir mıknatıs gibi çeken, adeta maskeli bir açık hava balosu kıvamındaki bu karnavalın son iki günü koronavirüs nedeniyle iptal edildi.
Bu da, bir fotomuhabiri olarak ilk defa katıldığım karnavalın tarihinde nadir rastlanan olaylardan biri olmalı.
Birbirinden farklı Ortaçağ kostümleriyle arzı endam eden karnaval katılımcıları, Avrupa’nın ilk cumhuriyeti Venedik’in bozulmamış tarihsel dokusunu bir tiyatro sahnesine dönüştürmüştü.
Her yıl benzer görüntülerin olduğu karnavala yıllarca gitmeyişime ilk defa hayıflandım.
Bu canlı dekorun içinde oyuncuların sahneye koydukları oyun, hayatın ta kendisiydi.
Maskeleri ve görkemli kostümleriyle hayatlarına kısa bir mola veren bu insanlar, işten güçten, paradan puldan uzakta geçirdikleri birkaç gün için bir yıl hazırlık yapıyor.
Karnaval tarihi değişse de, değişmeyen bazı özellikleri var.
20'nci yüzyıldan itibaren kalıcı hale gelen karnaval, 2021’de düzenlenebilir mi bilmesek de, her yıl karnaval komitesinin belirlediği tema çerçevesinde kostümler ve maskeler hazırlanıyor.
2020 yılının teması “Oyun, Aşk ve Çılgınlık” olarak belirlenmişti. Bu temanın açıklanmasının ardından başlayan süreçte herkes bütçesine göre farklı yollardan kostüm ve maskelerini hazırlamaya başlıyor.
Karnavala en fazla katılım Fransa’dan gerçekleşiyor.
Korseler, ağır aksesuarlar, gün boyu yüzden çıkartılmayan maskeler, ayakkabılar, kabarık etekler vs. düşünüldüğünde katılımcıların epey eziyet çektiğini söylemek yanlış olmaz.
Bu eziyetin yanı sıra kostümler için harcanan emek ve para da cabası. Görüşme şansı yakaladığım Fransız katılımcılar, kostümlerini perdelik kumaşlar ve Çin’den gelen malzemelerle hazırladıklarını, bu hazırlık sürecinin aylar sürdüğünü ama bu uğraşın da kent yaşamındaki sıkıntılarından uzaklaşmanın bir yolu olduğunu anlattı.
Öte yandan, İda Dağı’ndan yeryüzüne inmiş Zeus kadar kendilerini ayrıcalıklı gören varlıklı kesim de, çoğunluğu tiyatro kostümcüleri olan özel terzilerine binlerce avro karşılığında kostümlerini hazırlatıyor.
Onları rahatlatan da, sınıf farklarını görünmez kılan kostüm ve maskelerin ardında, sokaklarda dolaşabilmek.
Kostüm ve maskeler arasında en ilgimi çekenler 14'ncü yüzyılda Avrupa’yı kasıp kavuran kara veba salgınını anımsatanlar oldu.
Fare kafasını anımsatan maskeler, Azrail kostümleri, veba tedavisinde sosyal mesafelendirmeyi sağlamak için kullanılmış karga burunlu maskeler...
1348’de büyük veba salgını farklı kaynaklara göre ticaret kenti Venedik’e yanaşan Tatar veya Moğol istilasından kaçan tüccarlar tarafından getirilmişti.
Birkaç yıl içinde kent nüfusunun dörtte üçünü öldürmüştü. Avrupa 13'ncü yüzyıldaki nüfusuna ancak üç yüzyıl sonra ulaşacaktı.
Azalan nüfus, emeğin değerini artıracaktı çünkü emek, artık zor bulunuyordu.
Rivayetlere göre, o dönemde bir Ceneviz şehri olan, bugünkü Ukrayna topraklarındaki Kefe, Moğol istilacılar tarafından kuşatılmış ve Moğol ordusu vebadan ölen cesetlerini mancınıklarla şehrin kale içine fırlatmış; böylece salgın Kefe’ye yayılmış.
Buradan kaçan İtalyan tacirler, salgını önce Cenova, ardından Venedik ve tüm Avrupa’ya taşımış.
Tarihteki biyolojik savaş örneklerinden biri olarak gösterilen bu yöntem, Avrupa’yı yakıp yıkan kara vebanın hızla yayılmasına yol açmış.
Yaşanan bu korkunç salgından en çok etkilenen fakirler olmuş. Zenginler şehir dışındaki taş evlerine taşınmış, şehirdeki evlerini dezenfekte ettirmiş.
Yetersiz beslendikleri için bağışıklık sistemleri zayıf olan fakirlerin saman, toprak ve ahşap kullanılan evlerinde, fareler ve pireler veba mikrobunu yaymaya devam etmiş.
Avrupa’da temizliğin önemi anlaşılmış, limanlara yanaşan gemilere 40 gün açıkta bekleme (karantina) uygulaması devreye sokulmuş.
Farklı kaynaklarda Avrupa’yı yıllarca perişan eden bu salgının ardından yaşanan katliamlar, istila hareketleri ve felaketler ayrıntılı şekilde anlatılıyor. Hepsi ibretlik hikayelerle dolu.
Bir foto muhabiri olarak Venedik’e birçok kez gitmeme rağmen, karnaval döneminde yaptığım bu ilk ziyaretim de, ne gariptir, koronavirüs salgını nedeniyle erkenden sonlandı.
Apar topar terk ettiğimiz Venedik’ten çıkarken, dünya, salgının ciddiyetini yeni yeni anlıyordu.
Hatta Trump gribe benzetiyor, Boris Johnson da sürü bağışıklığı uygulayacağını söylüyordu.
Kısa zamanda tüm bu söylemler de değişecekti. Bizler de evimize sığınacaktık.
Gelecek ne getirecek belirsiz, ama büyük bir dönüşümün eşiğinde olduğumuz ortada.
Belki de bu dönüşümün ipuçlarını, 14'üncü yüzyıl veba salgınının ardından yaşananlarda yakalayabiliriz.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish