Türkiye’ye geldi gelecek derken biz de son 10 gündür yatıp kalkıp korona ile uğraşır durumdayız.
Felaket tellalı gibi dünya geneline yayılan bir hastalık “sadece filmlerde olur” diye düşünürken, “olmaz” denilenin bir anda içinde buluverdik kendimizi.
Kabul edelim, dünya da Türkiye de hazırlıksız yakalandı.
Virüs öylesine hızlı yayılıyor ki, fiziksel sağlığımızla birlikte ruhsal sağlığımız da etkilenmeye başladı.
Yepyeni ve hiç alışkın olmadığımız bir yaşam tarzının tam da göbeğine düşüverdik.
Sosyal ortamlardan uzaklaşmalar,
Uzaktan eğitim süreci,
Evden çalışma sistemi,
Para yerine akıllı kart kullanımı,
Sarılıp kucaklaşmaların aksine temassız selamlaşmalar,
Kapanan AVM’ler,
Egzemalı eller,
Sessiz ruhsuz sokaklar,
Her dinin toplu ibadetlere karşı uyarıları,
Yasaklanan yaşlı ve hasta ziyaretleri…
Liste aşağı doğru kabarıp gidiyor.
“Evde çok canım sıkılıyor” diyenlerin sayısı gittikçe artıyor.
Yeni doğan bir bebeğin denizin ortasına bırakılması gibi…
Ya da sudan çıkmış balık misali…
Ve peşinden gelen kaygı bozuklukları…
Hasta olma kaygısı,
Ölme kaygısı,
Para kaybetme kaygısı,
İflas etme kaygısı,
Fatura, kira ödeyememe kaygısı,
Yakınını kaybetme kaygısı,
Yalnızlık kaygısı,
Kilo alma kaygısı,
Aç kalma kaygısı…
Çocukların psikolojisi…
Kendimizi bir girdabın içinde gibi hissediyoruz.
Fiziken hasta olmayanlar, ruhen çöküşe geçmeye başlamış durumda.
Peki, koronanın sebep olduğu kaygı bozukluklarının üstesinden nasıl geliriz?
Birey olarak, toplum olarak ve sağlık çalışanları olarak?
Aslında kollar çoktan sıvanmış.
Korona süreci için EMDR iyileştirme grubu terapistleri sağlık çalışanlarına ve halka yönelik terapilerde gönüllü çalışmaya başladılar.
Davranış Bilimleri Enstitüsü’nde görevli ve travma hakkında geniş çalışmaları olan Uzman psikolog Mustafa Çetinkaya ile hem uygulanan terapileri hem de bu süreçte ruhumuzu nasıl “dingin” tutabileceğimizi konuştuk.
- Korona korkusu halk genelinde yayılmaya başladı. Fiziksel açıdan hastalanmayacak ya da az etkilenecek olanlar, ruhsal anlamda nasıl etkilenebilir?
Kişiler hastalanmasa bile kendilerini fazla dinlemeye başladıklarında semptomların kendilerinde var olduğunu düşünebilirler.
Sürekli olarak ateşim çıktı mı çıkmadı mı, boğazım ağrıyor mu ağrımıyor mu gibi belirtileri çok fazla kontrol etme çabası gösterebilirler. Aslında şu anda bu durumun yaşandığını görüyoruz.
- Bu kaygı durumunun üstesinden nasıl gelinebilir? Hastalık hastası olma halinden nasıl çıkılabilir?
Uzun vadede bunun ne gibi psikiyatrik ya da psikolojik durumlar doğuracağını göreceğiz ama zaten anksiyetesi yüksek olan kişilerin bundan daha fazla etkileneceğini bekliyoruz.
Özellikle bulaş opsesyonu dediğimiz, dışarıdan kendisine hemen her durumda mikrop bulaşacağını düşünen ve bu yönden korkuları olan kişilerin bu korkularının artmasını bekliyoruz; ama tam tersi, bu tip opsesyonu olan kişilerin dışarıda gerçekten bir tehdit olduğunda rahatladığını da gözlemleyebiliyoruz.
Bunun sonuçlarını biraz daha bekleyip görmek lazım; çünkü Türkiye’de hiçbir zaman bu kadar yoğun önlemler alınan bir bulaşıcı hastalıkla karşılaşmadık biz.
Ama psikolojik olarak en hafif şekilde atlatılabilmesi için bazı önlemler alınmalı. Bu noktada medyaya büyük görev düşüyor. Haberlere nasıl maruz kaldığımız ve haberlerin nasıl verildiği çok önemli.
“İnsanların kafasında hastalanmaktan ziyade, görüntülerdeki gibi bir ölümle karşı karşıya kalma korkusu oluşmaya başladı”
- Haberler nasıl verilmeli?
Mesela, “yoğun bakımda ne gibi belirtiler yaşıyorlar” gibi konularda sosyal medyada da yayılan, insanların kafasında dehşet verici sahnelerin kalmasını sağlayan görüntüler kullanılmamalı; çünkü herkeste aynı sonuçlar yaşanmayabilir.
Hastalığın en son safhasında neler yaşandığı kısmı her vakada aynı olmak zorunda değil. İnsanların kafasında hastalanmaktan ziyade, bu şekilde bir ölümle karşı karşıya kalma korkusu oluşmaya başladı.
Bununla birlikte, doktor olarak alan dışı uzmanlar da hastalığın kendisiyle ilgili çok yorum yapmaya başladılar.
Oysa sadece konunun uzmanı olan enfeksiyon hastalıkları uzmanları ekranlardan bilgi vermeye devam etmeli.
“Sosyal medyadaki videoları izlemeyin”
Özellikle sosyal medyadan çok fazla bilgi, ses kayıtları geliyor. Bunları dikkate almamamız lazım çünkü bunlar insanları panik haline sokuyor.
Bu tip paylaşımlara maruz kalmak, sürekli bu haberleri izlemek insanlarda kaygı ve buna teşvik eden paniğe sürüklüyor.
Bu tarz videolar izlenmemeli ve paylaşılmamalı. Fazla maruziyet kişinin başa çıkma kapasitesini zorlamaya neden olur.
Hepimizin dayanıklılığı ve başa çıkma kapasitesi birbirinden farklı. Günün belli zamanlarında haber alınmalı, 7/24 televizyon ya da sosyal medya başında sürekli takip edilmemeli.
“Stres kaynağına çok fazla maruz kaldığımızda bu, kapasitemizi aşmaya başlar”
Mesela, geçen gün “olağanüstü hal ilan edilecek, sokağa çıkma yasağı gelecek” şeklinde oluşturulan bir panik havası, insanların bir anda büyük marketlere saldırmasına neden oldu.
Burada sosyal mesafe kayboldu. İnsanlar ortaya çıkacak bulaşma yöntemlerinden korunmak yerine, hastalığın daha fazla yayılacağı ortamlar oluşturmaya başladılar. Panik anında oradaki risk hali görülemedi.
“Çocukların yanında koronayla ilgili konuşmak psikolojik açıdan ciddi risk oluşturuyor”
Özellikle çocuklara korona ile ilgili haberler izletilmemeli çünkü çocuğun algılayabileceğinden çok fazla bilgi var.
Özellikle küçük çocuklar, her duyduğunu kendisinin ya da yakınlarının başına gelecekmiş gibi algılayıp korkuya kapılabilir.
Ailelerin bu konuları çocukların yanında konuşması ciddi risk oluşturuyor. Tabi ki çocuklara anlatacağız; ama basit bir dil kullanmak gerekiyor.
Ayrıca konunun anne baba tarafından anlatılması, yalan söylenmemesi önemli.
Hızlı yayılan, grip benzeri ama biraz daha güçlü bir hastalık nedeniyle korunmak için evlerde durmamız gerekiyor, temizlik kurallarına ve sosyal mesafeye dikkat edeceğiz denmesi yeterli.
“Evde kaldığınız sürede aile fertleriyle birlikte paylaşımları arttırmak önem taşıyor”
- İçine girilen yeni hayat biçimine adaptasyon süreci psikolojimizi nasıl etkileyebilir?
Dünyanın güvenli bir yer olduğu inancını kaybetmememiz gerekiyor. Hayatta tabi ki olumsuz deneyimler yaşıyoruz ama bir çok olumlu deneyimimiz de var.
Daha önce domuz gribi, kuş gribi gibi başka salgınlar da oldu. O zaman bunların da aşısı ya da ilk etapta tedavileri yoktu.
O zaman da çok korktuk ama normal hayata geri döndük. Dolayısıyla buradan da normal hayata geri döneceğiz.
Çocuklara da bu mesajı vermemiz gerekiyor. Verdiğimiz tepkiler geçmiş travmatik deneyimlerimizle de ilişkili aslında ama yurt dışı örneklerine baktığımızda hiçbir ülkenin aç kalmadığını görüyoruz.
Olağanüstü hal ilan edilen ülkeler de aç kalmadı. Türkiye’de de gıdaya ulaşamama durumu olmayacak. Kaygıyı bu yönde arttırmamak lazım.
Bir de toplumda iki tür savunma oluştuğunu görüyoruz. Evet, bu gerçek bir tehdit ama iki uç kitle oluştu; 1-aşırı panik olanlar, 2-bana bir şey olmaz deyip inkar edenler.
Her ikisi de önlem alınmasını ve kişinin kendisi ile ailesini koruma becericini engellemesine neden olur. O nedenle sakinliği korumak önem taşıyor.
Diğer taraftan, kapalı ve ne zaman biteceğini bilmediğimiz yeni bir deneyim yaşıyoruz.
Burada ev içi aktiviteleri arttırmak gerekiyor. Mesela yeni hobiler oluşturulabilir. İnternette artık birçok hobi videosu bulmak mümkün.
Evde pilates, egzersiz ya da benzeri şeyler yapılabilir. Bununla ilgili pek çok online program var.
Ailecek hep beraber rahatlatan komedi programları izlenebilir. Daha da önemlisi aile fertleriyle birlikte paylaşımlar yapmak önem taşıyor.
Çocuklarla resim yapılabilir, birlikte yemek ya da yap-boz gibi farklı aktiviteler içinde bulunulabilir.
“Sağlık çalışanları için de içinde bulunulan durum bir travma”
- Bu durumda sağlık çalışanlarının psikolojik durumları da büyük önem taşıyor. Onlar için ne gibi önlemler alınmalı?
Maalesef panik halinde maskelere, dezenfektanlara saldırıldığı ve fiyatlar yükseldiği için hastanelerin bunlara erişimi kısıtlanmaya başlandı.
Tabii ki Sağlık Bakanlığı temin ediyordur; ama temin edilene kadarki süreçte yaşanan panik ortamı kişilerin gerekli önlemleri alamamasına neden oluyor. Bu kaygı yaratır. Dolayısıyla önce sağlık çalışanının korunmasını sağlayacak tıbbi malzeme tam olmalı.
Yoğun bir şekilde bu hastalıkla uğraşacak sağlık personelinin dinlendirilmesi de lazım. Moral motivasyonlarının yüksek olması gerekiyor. Mesela, hastalar kaygı ve stres altında saldırgan olabilir.
Sağlık çalışanları, özellikle deneyimleri az ise, bunu kendilerine karşı yapılan bir davranış gibi algılamamalılar.
Hastaların ve yakınlarının da, sağlık çalışanlarının hayati risk alarak çok zor bir iş yaptıklarını unutmamaları gerekiyor.
Sağlık çalışanlarını motive etmek de önem taşıyor. En son bir hastanede hizmet içi bir eğitimde çekilen bir video yayıldı.
Oradaki görevlilerin görevden alınması diğer çalışanlarda psikolojik olarak ters etki yaratır.
Bu, oradaki diğer sağlık çalışanlarının da motivasyonunu kırar, aynı şey başımıza gelecek mi diye düşünürler. Diğer taraftan etik ihlallere ve hasta haklarına da özen gösterilmeli.
Sağlık çalışanları için de içinde bulunulan durum bir travma. Maruz kalınan durumda o insanları hayatta tutmaya çalışmak ve kayıpları görmek bir travma.
Özellikle enfeksiyon hastalıkları ve yoğun bakımda çalışan sağlık personeline bu süreçte ve sonrasında mutlaka psikolojik destek verilmesi lazım.
“Korona süreci için EMDR iyileştirme grubu terapistleri sağlık çalışanlarına ve halka yönelik terapilerde gönüllü çalışıyorlar”
Nitekim travma iyileştirme grubu gönüllüleri EMDR, çarşamba gecesinden itibaren hem halka hem sağlık çalışanına yönelik bir çalışma başlattı.
10 dakika içinde koronavirüs süreci için 112 terapist travma iyileştirme konusunda gönüllü oldu.
O sağlık çalışanlarına da destek olmamız lazım çünkü travmatize olurlarsa performansları ve motivasyonları düşecektir.
“Kamu otoritesi, bildiğimiz şeyle başa çıkmamızın beyinsel ve psikolojik olarak daha kolay olduğunu unutmamalı”
Kamu otoritesi bilgilendirmede şeffaf olmaktan kaçınmamalı; çünkü gerçek bilgi ilk anda korkuya neden olabilir, ancak bilmek beynimizin bu sorunla başa çıkmasına yardımcı olur.
Şu ana kadar süreç kötü gitmedi, ama bundan sonraki süreç için de kamu otoritesi, bildiğimiz şeyle başa çıkmamızın psikolojik olarak daha kolay olduğunu unutmamalı.
Gizlilik hissiyatı, toplumda panik ve kaygıyı arttırır. Herhangi bir bilgi gizlenmese bile toplum içinde gizleniyor hissi oluşması risklidir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish