Arap Maşrık bölgesi, dünya ve İsrail hakkında

"'Dünya' ile 'Doğu' arasındaki uyumsuzluk, 19'uncu yüzyılın üstünlüğü konusundaki görüş birliğini ortadan kaldırmıyor"

Fotoğraf: AFP

Modern dönemde Arap Maşrık (Levant) bölgesinin dünya ile ilişkileri iyi değildi.

Dünya ile Batı ve ülkeleri, yani Atlantik dünyası kastediliyordu.

Maşrık ile ise esas olarak askeri ve güvenlik rejimlerinin ve onlarla birlikte uzun yıllar, 60'lı yılların sonlarından başlayarak Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) tanımladığı şekilde Filistin davası kastediliyordu.

Bu ikili formülün iki büyük indirgemeyi içerdiği doğru, çünkü "dünya" yalnızca Batı değil, Maşrık da yukarıda zikredilen Arap güçlerinden ve onların tek ilgi alanından daha çok ve daha büyük.

Ancak Arap dünyası için "dünya"nın Batı olduğu ve Batı'nın onun politikalarını, ekonomisini, eğitimini ve teknolojisini etkilediği de doğru. Bunlara sömürge geçmişinin yanı sıra, arzulanan yaşam biçimi ve kültürel imgeler de ekleniyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

İsrail ile çatışmaya gelince, bu çatışmayla doğrudan ilgili olmayan yönlerde bile deklare edilen yönelimleri en çok belirleyen unsur oldu.

Böylece onlarca yıldır sadece Maşrık bölgesinde değil Arap dünyasında da dünya ile Filistin meselesindeki pozisyonuna göre ilişki kurma teorisi geçerliliğini korudu.

Bu teorinin en önemli pratiği, Ekim 1973 Savaşı'nın patlak vermesiyle birlikte İbrani devletini destekleyenlere karşı uygulanan petrol ambargosuydu.

Bunun nedeni, Filistin trajedisinin kurbanlarına karşı sempati, kolektif anlaşılmaz milliyetçi konuşmalar birikimi, ardından birden fazla silahlı tarafın uyguladığı şiddet ve terörizm yoluyla şantajlara boyun eğmeden oluşan bir karışım, bahsi geçen kolektif okumalara sebep oldu.

Filistin davası etrafındaki bu odaklanma, birçok Arap ülkesi ve bu ülkelerdeki birçok kesim, en azından gelişmekte olan ülkelerin politikalarının kendi iç işleri etrafında dönmesi gerektiğine inananlar için, bir bakıma tuhaf bir biçimde, yabancıdır.

Dünya ile Maşrık arasındaki iyi olmayan ilişki, birçok kişiye, oluşumları kuran babalara karşı o oluşumların evlatlarının isyanını hatırlatıyordu.

I. Dünya Savaşı'ndan sonra evlatlar, manda fikrinden, Balfour Deklarasyonu'ndan ve Sykes-Picot Anlaşması'ndan rahatsız oldular ve McMahon ile Şerif Hüseyin arasındaki yazışmaların bir aldatmacadan ibaret olduğu sonucuna vardılar.

II. Dünya Savaşı'ndan sonra Filistinlilerin başına gelenlerden rahatsız oldukları için, Doğu ve Batı bloklarının üzerinde anlaştığı Filistin'in bölünmesine karşı çıktılar.

Dünya milliyetçi Arap isyanını kınanacak bir olay olarak görse de, onu Afrika, Güneydoğu Asya ve Latin Amerika'nın bazı bölgelerinde yaşanan benzer isyanlarla aynı kategoriye koydu.

Soğuk Savaş çerçevesinde kabul etti. Ama bundan sonra, Nasırcılığın dağılması ve Esadçılık, Saddamcılık ve Kaddaficilik şeklinde yozlaşmasıyla birlikte, Bin Ladin ve birçok kardeşi öne çıktı.

Müslümanlara özgü bir şeymiş gibi sunulan bu radikal isyan Batı için artık anlaşılmazdı. Bu evreyle birlikte babalar ve isyankar evlatlar tanımı geçerliliğini yitirdi.

Çünkü yeni isyancılar, Batılı babanın kurduğu ve Maşrıklı babanın karşı çıktığı dünya ile tamamen bağlarını koparıp eski atalar çağına geri dönüyorlardı.
 


Ne var ki isyanın iki aşaması boyunca Ortadoğu krizi çözümsüz kaldı.

1993 Oslo Anlaşması da karanlık bir sayfayı kapatıp, beyaz olarak nitelenen yeni bir sayfa açmayı başaramadı.

Bugün hemen hemen her şey değişmiş durumda ve yaşanan değişimler, şeylerin orijinal ve birincil anlamlarını etkiliyor.

Çin, Batı'nın varlığına kıyasla hâlâ kısmi ve sınırlı bir varlığa sahip olsa da dünyaya katıldı.

Daha da önemlisi, özellikle Donald Trump'ın başkanlığı döneminde, Atlantik dünyası popülist ve milliyetçi bir ABD ile liberalizmini savunma mücadelesi veren bir Avrupa arasında bölünüyor.

Olaylara ve uluslararası ilişkilere bakış açılarında garip ve alışılmadık gelenekler ortaya çıkıyor.

Maşrık ise yeni olmasa da, kesinlikle alışılmadık bir biçimde parçalanıyor.

Filistin davası artık eskisi gibi değil, daha da önemlisi Fas, Körfez, Maşrık, Mısır ve Sudan kendi yollarını izliyorlar.

Yollar bazı duraklarda kesişseler bile, kendi içlerinde bağımsızlar ve her biri diğerinden farklılığını pekiştirmeye devam ediyor.


Ancak "dünya" ile "Doğu" arasındaki uyumsuzluk, 19'uncu yüzyılın üstünlüğü konusundaki görüş birliğini ortadan kaldırmıyor.

Trump'ın yemin töreni konuşmasından bu yana, 1897'den 1901'de suikasta kurban gidene kadar Amerika Birleşik Devletleri'ni yöneten Başkan William McKinley'den etkilendiğine dair çok şey yazıldı.

Trump'ın "büyük adam" olarak adlandırdığı korumacı vergiler destekçisi McKinley, İspanya-ABD Savaşı'ndaki rolüyle, Filipinler, Porto Riko, Guam ve Hawaii'nin ilhakıyla sonuçlanan yayılmacı bir politika benimsemesiyle tanınıyordu.

Maşrık'ta azınlık sorunlarının patlaması ve bunların bölgesel ve uluslararası politikalarla iç içe geçmesiyle birlikte, Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılması ve ondan miras alma yarışıyla ortaya çıkan Doğu Sorunu çokça hatırlatılıyor.

Miras yarışı 1820'lerde Yunan İsyanı ile başlamış ve Kırım Savaşı (1853-6), Balkan Krizi (1875-8) ve savaşlarıyla (1912-1913) zirveye ulaşmıştı.

Geçmişten ilham alma dönemleri genel olarak bunaltıcıysa, çok muhtemel ve acı verici olan bir husus var ki, o da dünyanın ve Maşrık'ın gerek uzaklaşmasından gerek yakınlaşmasından aynı ölçüde en çok İsrail'in yararlanacağıdır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU