26 Ekim gününün simgesel fotoğraflarından biri, Azerbaycanlıların oy kullandığı sandıklardan birine tomarla bülten atarken çekilmişti.
Evet, tamamen haklısınız, bültenleri atan kişi de Azerbaycan menşeliydi.
Azerbaycan seçimleri için sıradan bir şey olan bu olayın fotoğrafı, dünyanın haber kurumlarının bandında yer almayı başarmıştı.
Buradaki "Azerbaycan" faktörünü not edelim.
Daha oy verme işlemleri başlamadan Cumhurbaşkanı Salome Zurabişvili'nin muhalif partileri sarayın önüne "zafer kutlaması"na davet etmesi, seçimden ilk sırada çıkması kuşku doğurmayan iktidardaki Gürcü Rüyası Partisi üzerinde baskı kurma amacı taşıyordu.
Zurabişvili'nin bu hamleyi yaparak muhalif partilerin adeta tamamını kendi etrafında birleştirebileceğini muhtemelen o partiler de tahmin edememişti.
İktidar partisinin bunu "karışıklığa davetiye" şeklinde nitelendirmesine rağmen, Gürcistan Cumhurbaşkanı Zurabişvili'nin pozisyonu gayet netti:
Seçimlerin meşruluğunu tanımam, Gürcistan'da Rusya'nın iktidara gelmesini kabullenmek olur. Bu, Rusya'nın emrine girmek olur, ama ben Gürcistan'a bunun için gelmedim ve dedelerim de dünyada bunun için yaşamadı.
Vatandaşları 28 Ekim'den itibaren gösterilere davet eden Salome Zurabişvili, kendisinin de protesto gösterilerine katılacağını belirtmişti.
Bağımsız Gürcistan devletinin Şubat 2021'de sosyalist Rusya tarafından işgal edilmesiyle dedelerinin Fransa'ya kaçmak zorunda kaldığı Zurabişvili'nin Batı'daki itibarı da hesaba katıldığında, protesto eylemlerinin bundan sonraki aşamasında muhalefeti birleştirme ihtimalinin yüksek olduğuna dikkat çekiliyor.
Muhalefetin şikayetleri üzerine Gürcistan Yüksek Seçim Kurulu, bazı sandıklarda yeniden oy sayma işlemini başlattı.
Çıkacak sonuçlar üzerine YSK'nın alacağı kararlar, muhalefetin bundan sonra yapacağı eylemlerin seyrini de belirlemiş olacak.
Onun için şimdilik gelişmeler başkent Tiflis'te "adele sergilemesi" şeklinde sürüyor.
Başta AGİT olmak üzere uluslararası kurumlar, "Seçimin gerçekleştiğini ve aşırı kural ihlalleri olmadığını" ifade ettiği gibi, ABD ve AB de sonuçlara temkinli yaklaşarak şimdilik sert açıklamalar yapmaktan uzak duruyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bunun esas sebebi, iktidar partisinin alacağı tavırları daha net görmek ve muhalefetin iktidarı erken seçime zorlaması durumunda Rusya'nın koyacağı tepkiyi ölçmek.
Genel olarak bakıldığında, son 20 yılın Rusya'sıyla, son on 2 yılın Gürcistan'ında sandıklardan çıkan sonuçların röntgeninin aşağı yukarı aynı olduğu görülüyor.
Bu röntgenin ana özelliği ise başkent Moskova ve Çarlık Rusya'sının başkenti Sankt-Petersburg'dan Rusya'nın mevcut cumhurbaşkanına ve iktidar partisine diğer bölgelerle kıyaslandığında az oy çıkmasıdır.
Bunun anlamı şu: Ülkenin entelektüel bakımdan elit sayılan bölgeleri cumhurbaşkanını ve iktidar partisini taşrayla kıyaslamada yeteri kadar desteklemiyor.
Vladimir Putin bu entelektüel tepkiyi, örneğin Ramzan Kadırov'un Çeçenistan'ından yüzde 99,8; Kuzey Kafkasya, Tataristan, Başkurtistan gibi Müslümanların çoğunlukta olduğu bölgelerden yüzde 97-98 oy alarak dindiriyor.
Yani başkentin ve tarihte kalmış başkentin kendisini yeteri kadar desteklememesi Rusya Cumhurbaşkanı Putin için asla dert değil; başta Müslüman bölgeleri olmak üzere taşradan gelen oylar zaten yüzde 80'in üzerinde oy almaya yetiyor.
Aynı durumu 26 Ekim'de gerçekleşen Gürcistan parlamento seçimlerinde de görüyoruz:
Başkent Tiflis ve ülkenin ikinci büyük kenti Kutaisi, iktidar partisine yaklaşık yüzde 40 oy vermişken, muhalefet bu kentlerde aldığı yüzde 50 oyla öne çıktı.
İktidar partisinin bu açığı nereden dengelediğini soruyorsanız, cevap hazır:
Gürcistan'ın Azerbaycan ve Ermeni menşeli ahalisinin bulunduğu bölgelerden.
Hayır, oralardan Ramzan Kadırov'un Çeçenistan'ı gibi yüzde 99,8 oyun gelmemesine rağmen, yüzde 79 ile yüzde 85 arasında oy çıktı.
Yani, basit bir dille ifade ettiğimizde; Gürcistan'ın entelektüel aydın eliti muhalefeti desteklerken, etnik azınlıklar iktidar partisini destekliyor.
Oysa mantık ve matematiğe göre, Azerbaycan bölgeleri de dahil olmak üzere o etnik azınlıkların haklarını herkesten daha fazla tanımış politikacı olan eski Cumhurbaşkanı Mihail Saakaşvili'nin şimdi temelsiz suçlamalarla cezaevinde bulunmasını göz önünde bulundurup, en azından vefa borcu olarak Azerbaycanlıların ve Ermenilerin kendisini desteklemesi gerekirdi.
Ama iktidar partisinin dayattığı koşullar, dün verilmiş hakların ve yapılmış hizmetlerin arka plana geçmesine neden oluyor.
İşte o zaman "İktidar partisi Gürcistan'daki etnik azınlıklar üzerinde neden ve nasıl bu kadar etkili olabiliyor?" sorusu ortaya çıkıyor.
Aslında bunun nedeninin, gelişmeleri sadece yakından değil, uzaktan izleyen herkese belli olması gerekir.
Çünkü 1994 yılında Bakü-Supsa petrol boru hattının, ardından 12 Haziran 2006'da açılışı yapılan Bakü-Ceyhan boru hattının, TANAP doğalgaz hattı ve nihayet Bakü-Tiflis-Kars demiryolu gibi uluslararası projeler, Gürcistan'ı önemli ölçüde Azerbaycan'a bağımlı hale getirdi ve Gürcistan'ın akaryakıt ihtiyacının tamamının Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi SOCAR tarafından karşılanması, Tiflis'i Bakü'nün bir sözünü iki yapmama durumuna getirdi.
Gürcistan'da bulunan gazetecilerin Azerbaycan'a kaçırılmasından tutun da siyasi muhaliflerin geri verilmesine kadar, Bakü, Tiflis üzerinde oluşturduğu nüfuzu canının istediği şekilde kullanabiliyor.
Mihail Saakaşvili'nin döneminde boru hatları, petrol, doğalgaz, SOCAR faktörlerini canının istediği gibi kullanamayan Bakü'nün etkisinin son on 2 yılda artmasının esas nedeni, Gürcistan'da tüm iplerin Moskova'nın en has adamı Bdzina İvanişvili'nin elinde bulunmasıdır.
Yani Kremlin'in çalıştırdığı mekanizmanın ana hedefi Güney Kafkasya'ya demokrasinin gelmemesi olup, Azerbaycan iktidarı canı başla bu mekanizmanın bir parçası olmuşken Gürcistan'ın daha fazla Rusya yörüngesine girmesi için kullanılan esas enstrüman ve güç ise Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi SOCAR'dır.
Yani, basit bir dille ifade edersek; Azerbaycan iktidarı Gürcistan'daki Batı yanlısı güçlerin yerine Moskova yanlısı mevcut iktidar ile işbirliğini hayati öneme sahip bir olgu olarak görüyor, mevcut iktidarın devam etmesi için sadece Tiflis'e her türlü desteği veriyorve 800 bin Azerbaycan kökenli vatandaşın bulunduğu bölgelerde Gürcistan muhalefeti aleyhinde çalışmalar yürütmeyi de kendine görev biliyor.
Bu da yetmiyormuş gibi, Azerbaycan medyasından seçim öncesinde "Muhalefetin gelmesi durumunda Gürcistan'ın ikinci bir Ukrayna'ya dönüşeceğine" ilişkin tehdit dolu yayınların yapılması da sıradan bir hâl almıştı.
Ve bunun neticesinde ortaya çıkan şu ilginç manzaraya bakar mısınız:
Başkent Tiflis'in yanı sıra, ülkenin ikinci büyük kenti (yani ağırlıklı olarak Gürcü kökenli vatandaşlar) mevcut iktidar partisini desteklemezken, etnik azınlıklar olan Azerbaycan ve Ermeni kökenli vatandaşlar iktidar partisini destekliyor.
Sizce de bu durum, Rusya içinde uygulanan metodun ortaya çıkardığı sonuçların aynısı değil mi?
Gürcistan demokrasisinin rayından çıkıp ülkenin yönetim şeklinin giderek Moskova'nın kurallarına uygun hale getirilmesi, Azerbaycan'dan sonra Güney Kafkasya'da ikinci bir totaliter rejimin doğmasına ve zamanla güçlenmesine neden olacaktır.
Ülkesinde demokrasinin kurallarından vazgeçmeyen Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan'ın bu süreci nereye kadar ilerletebileceği meçhul iken Gürcistan'daki seçimin gidişatına Azerbaycan'ın bu kadar nüfuz etmesinin ve sonuçlar üzerinde etkili olmasının Türkiye'yi iyi düşündürmesi gerekir.
Çünkü Nikol Paşinyan'ın Ermenistan'ın yarınının ümit verip vermemesine bağlı olmaksızın, Güney Kafkasya'da demokrasinin geleceği bakımından kilit ülke konumuna gelmiş Gürcistan'daki gelişmeler, Rusya'nın bu ülkeyi tamamen kendi nüfuzu altına sokabilme ihtimalini güçlendiriyor.
Rusya iç istihbarat örgütü FSB Başkanının "NATO Güney Kafkasya'ya gelmek istiyor" açıklamasının da bu çerçevede değerlendirilmesi gerekir.
Bölgenin şimdilik Ermenistan olmadan bile Azerbaycan ve Gürcistan örneklerinde Rusya hegemonyası altında bulunması ihtimali giderek güçlenirken, 1950 yılında dünya çapında demokrasi devriminin altına imza atan ve demokrasisini her şeyden önce iktidarların seçim yoluyla el değiştirmesi ilkesi üzerinden geliştirerek toplumun bunu tamamen benimsemesini sağlayan bir Türkiye'nin bu gelişmelere kayıtsız kalmayacağına inanmak istiyoruz.
Ankara'nın bu gelişmeler çerçevesinde çok iyi okuması gereken başka bir olay ise Macaristan Başbakanı Victor Orban'ın seçimin hemen ertesinde Tiflis'e giderek iktidar partisini kutlamasıdır.
Avrupa Birliği, Orban'ın bu hareketinin Brüksel'i asla bağlamadığını açıklarken, Kremlin'in en has adamlarından biri olan Victor Orban'ın, Türk Devletler Teşkilatı'nda da aslında Moskova'nın yönlendirmeleriyle bulunması nasıl olur da görülemiyor?
Şu hale bakar mısınız Allah aşkına; AB dönem başkanlığını üstlenmiş bir ülkenin başbakanına Brüksel asla itimat etmezken Türkler kendisini baş tacı ediyor.
Breh-breh-breh mi diyelim?
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish