Batı, İsrail-Yahudi sultasından kurtulabilir mi?

Esedullah Oğuz Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: harpers.org

Batı'nın Gazze soykırımında İsrail'e verdiği destek, onun itibarına ve saygınlığına dünya çapında büyük bir darbe indirdi.

Bu, öylesine şiddetli bir darbeydi ki, yıllarca dünyaya demokrasi ve insan hakları nutukları çeken Batı, artık hiçbir üçüncü dünya ülkesinin karşısına geçip eşitlik, özgürlük ve adaletten söz edemez. Etse de ciddiye alınmaz. 

Gazze trajedisi aynı zamanda Batı karşıtı arayışları da hızlandırdı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Batı'nın hasmane tutumu, Çin ve Rusya gibi ülkeleri birbirine daha da yakınlaştırırken, yıllar önce kurulan BRICS blokuna olan ilgiyi de artırdı.

Brezilya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika'nın kurucusu olduğu BRICS kulübünün üye sayısı, en son Azerbaycan'ın da katılmasıyla 10'a ulaştı. 

BRICS'in lideri sayılan Çin gerek Güney Amerika gerekse Afrika açılımlarıyla dünya çapında bir ekonomik ağ örerken ABD, bu bölgelerde güç ve zemin kaybetmeye başladı.

ABD'nin güçlü olduğu Ortadoğu'da da bölgedeki en büyük müttefiki Suudi Arabistan'ın Çin'le yakınlaşma çabaları, dikkatlerden kaçmadı.

Yani, ABD ve Batı, Gazze soykırımın yarattığı büyük tepkiden dolayı en sağlam ve güvenilir müttefiklerini bile kaybediyor. 

Türkiye'nin Batı ile ilişkileri zaten bir süredir herkesin malumu.

Türkiye, uzun zamandır Batı'nın rotasından çıkmış durumda ve Ankara, artık Washington'dan gelen direktifler doğrultusunda hareket etmiyor.

Aksine Türkiye Dağlık Karabağ'dan İran'a, Gazze'den Suriye'ye ve Akdeniz'den Yunanistan'a kadar her alanda ve bölgede kendi çıkarlarını korumak için Batı'nın karşısına dikilmekten çekinmiyor.  

ABD'nin uyarılarına rağmen Suriye'ye asker gönderen ve orada kendi güvenli bölgesini oluşturan Ankara, sık sık Washington'un Kürt müttefiklerini bombalamaktan da geri durmuyor. 

AB içerisinde de Washington'a baş kaldıran sesler duyuluyor. Bunların başında da Macron'un Fransa'sı geliyor. Onu da İrlanda ve İspanya gibi ülkeler izliyor. 

Bu konuda en acıklı durumda olan, Almanya olsa gerek. Alman hükümeti ülkede İsrail'i eleştiren herkesi antisemitist ve ırkçı damgası ile susturmaya çalışırken, Berlin, "İsrail'in güvenliği, bizim devlet meselemizdir" safsatasını sürdürüyor. 

Sokaktaki sıradan Almanlar "İsrail, neden bizim sorunumuz olsun ki, bize ne Yahudilerden" diye homurdanırken, ülkedeki göçmen kökenliler, Almanya'nın İsrail'e olan koşulsuz desteğine daha net tavırlarla tepki gösteriyor.

Son birkaç ayda ülkede göçmen kökenli bireylerin gerçekleştirdiği bıçaklı saldırılar, bunun en açık göstergesi.

Alman hükümeti ve medyası bunları "DAEŞ bağlantılı İslami terör" diye nitelendirse de asıl nedenin Berlin'in Gazze'de soykırım uygulayan Yahudi terör devletine verdiği destek olduğu anlaşılıyor.

Zira göçmen kökenli saldırganların hiçbirinin DAEŞ ile bağlantısı tespit edilemedi. 
 


Almanya yakın bir gelecekte iç ve dış siyasetini oluştururken göçmen kökenli vatandaşlarının isteklerini dikkate almak zorunda kalacaktır.

Zira 85 milyon nüfuslu Almanya'da göçmen kökenlilerin oranı yüzde 30'a ulaşmış durumda.

Ve göçmenler artık devlet dairelerinden siyasetin üst kademelerine, medyadan sanata ve ekonomiye kadar her alanda varlık gösteriyorlar.

Artık Avrupa'da göçmen kökenli bireylerin görev almadığı hiçbir kurum ve kuruluş yok gibi. 

İki hafta önce bir arkadaşımı ziyaret için Stockholm'daydım.

1990'lı yıllarda Stockholm mavi gözlü, altın saçlı, sarışın insanların kentiydi, şu anki hali ise bir Ortadoğu kentinden farksız, en azından şehrin nüfusu açısından.

Havaalanındaki görevliden metro sürücüsüne, çöpçüsünden hediyelik eşya satan esnafa kadar hemen herkes bu kentte bana çok tanıdık geldi, Arapça, Farsça ve Türkçe gibi bildiğim, tanıdığım ve aşina olduğum dilde konuşuyorlardı. 

Aslında bu, tüm Avrupa için geçerli bir durum. Paris'te, Berlin'de veya Amsterdam'da da aynı manzara ile karşılaşabilirsiniz.

Hiçbir Avrupa dilini bilmiyorsanız bile, Ortadoğu'nun bu üç büyük dilinden birini konuşuyorsanız, belli başlı Avrupa kentlerinde derdinizi rahatça anlatabilirsiniz.

Kendi dilinizi konuşan birini bulamazsanız bile gelişen yapay zeka teknolojisi imdadınıza yetişecektir. 

Konumuza dönersek, başını ABD'nin çektiği Batı, Yahudi sermayesinin tasallutundan kurtulmak zorunda.

Batı bunu şu an geç olmadan kendi gönül rızasıyla yaparsa, ne âlâ. Yoksa, bunun ağır bedelleri olacak. 

Şöyle ki; Batı'nın itibar kaybı derinleşecek, Türkiye, Suudi Arabistan, Pakistan ve Mısır gibi en yakın bölgesel müttefiklerini kaybedecek.

Bu kayıp sadece stratejik ve siyasi olmayacak, aynı zamanda ekonomik de olacak.

Bölgenin muazzam enerji kaynakları, Batı'nın kontrolünden çıkacak.

Zaten son zamanlarda üçüncü ülkelerin BRICS'e olan ilgisinin artması, gelişmelerin çoktan bu yönde ilerlemeye başladığını gösteriyor. 

Batı'yı zorlayacak bir başka etkense, Batı'da sayıları giderek artan Müslüman nüfus.

Bugün İngiltere, Fransa, Almanya, Belçika ve Hollanda gibi ülkeler önemli birer Müslüman azınlığa sahip.

Müslüman nüfus Batı'da yönetime her geçen gün daha fazla ve aktif bir şekilde katılırken, kendi isteklerini de dikte ettirecektir.

Öyleyse, Batı'nın yapması gereken, 100 yılı aşkın bir zamandır bayraktarlığını ve sözcülüğünü yaptığı demokrasi ve insan hakları gibi değerlere geri dönmek.

Güçlünün değil, haklının, mazlumun yanında yer almak.

Batı bunu yaptığı takdirde, kendi içinde patlak vermesi muhtemel bir sürü karışıklığı şimdiden önlemiş ve iç huzurunu garanti altına almış olacaktır. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU