Bir yanda yıkımlar..
Bir yanda defineciler…
Bir yanda sahte satışlar…
İstanbul’daki tarihi eser statüsündeki evlerin kaderi böyle.
Bir de o evlerin hisseleri kayıpsa, bu işi ticarete dökenler için kaçınılmaz bir fırsat.
Peki, bu ticaret ne kadar yasal?
Kayıp hissesi olan evlere nasıl ulaşılıyor?
Bu soruların cevabını Avukat Ali Elbeyoğlu verdi.
Son dönemde artış gösteren bu durumun İstanbul’da genel bir sorun haline geldiğini söyleyen Elbeyoğlu şu ifadeleri kullandı:
Ağırlıklı olarak Rum toplumundan bahsetmek gerekirse, tapularda soyadları yok. Şahsın adı ve babasının adını yazıyor.
İki türlü işlem yapılıyor. Ya gerçek sahibini buluyorlar ondan intikal yaptırıyorlar ki onda bir problem yok.
Burada problem olarak gördüğümüz isim benzerliğinden faydalanarak gerçek olmayan kişilere mal sağlanması, haksız bir kazanç elde edilmesi sonucunu doğuruyor.
Bir de şöyle bir şey yapıyorlar; gerçek sahibini buluyorlar, çok ucuz fiyatla elinden bütün yetkileri alınıp insanları mağdur ediyorlar.
Evlerin nasıl tespit ettiklerini ise Elbeyoğlu, “Tapulardan öğreniyor. İşin başı bu şekilde başlıyor. Daha sonra 1-2 gün içerisinde veraset ilanı çıkartıyorlar. Normal şartlarda bir Rum’un buradaki malını ispatlamak yıllar süren bir iş” diye anlatıyor.
Elbeyoğlu, normal şartlarda tapu müdürlüğünden ilgili kişinin kendisine ait tapuyu görebileceğini söyledi. Tapuların hızlı bir şekilde el değiştirdiğini söyleyen Elbeyoğlu, “Üçüncü kez el değiştirdiği zaman, mahkeme artık son alan şahsı iyi niyetli buluyor. Mülk sahibinin ortaya çıkması durumunda üçüncü kişiden zararını tazmin etmesi söz konusu değil” şeklinde konuştu.
Tapuların kolaylıkla el değiştirmesine sebebiyet veren veraset işlemleri bu kadar kolay mı çıkartılıyor?
Elbeyoğlu, bu soruya şöyle yanıt verdi:
Şu anda yaşayan kişilerin mirasçı olduğunu ispatlamak için Osmanlıca kayıtlara kadar gidiyoruz. Aile ağaçlarına bakılıyor, devlet arşivinden kayıtların gelmesi gerekiyor.
Ayrıca Yunanistan’dan ölüm belgeleri, mirasçılık belgelerinin gelmesi gerekiyor. Çoğunun da mirasçı olduğunu ispatlayamıyoruz. İspatlamak da en erken 2-3 yıl sürüyor.
Elbeyoğlu, bu kişi/grupların İstanbul dışında küçük bir yerde veraset çıkarttıklarını söylüyor.
Tüm bunların gerçekleşebilmesi için resmi evrakta sahtecilik yaptıklarını anlatan Elbeyoğlu “Sahte ölüm belgeleri, verasetler, vekâletnamelerle yapıyorlar” diye konuştu.
Elbeyoğlu, bir ayrıntıya dikkat çekerek, “Böyle bir satış gerçekleştiği zaman 100 taneden 2-3 tanesinin sahibi ortaya çıkıyor. Gerçek mirasçıların burada bir malı olduğundan haberi olmuyor zaten” dedi.
Bu sorunun çözülebilmesinin kolay olmadığını söyleyen Elbeyoğlu, cezai yaptırımların da zamanında uygulanmadığını savundu. “Bu sadece bu suçlara ilişkin değil, Türkiye’nin genel sıkıntısı” diye ekledi.
“Kötü niyetli kişiler suistimal ediyor”
Kayıp hisselerin bulunamaması, mülk iade davalarının uzun sürmesi ya da onarılmayarak çürümeye terk edilmesi, bu mülkleri hedef haline getiriyor.
Avukat Elbeyoğlu, kötü niyetli kişilerin bu durumu suistimal ettiğini mahkemelere gerek kalmadan idari yollarla tapuları alarak sattıklarını söyledi.
“Bir kişiden haber alınamıyorsa mülkiyete kayyım tayin edilir” diyen avukat Elbeyoğlu şu ifadeleri kullandı:
Kayyımlar o malı korunmakla yükümlüdürler. Eğer şayet 10 yıl içerisinde sahipleri çıkmazsa gaiplik nedeniyle tapu devlete geçiyor.
Ama şöyle bir şey var ki; tapu devlete geçtikten 50 sonra bile sahibi ortaya çıksa, dava açtığı takdirde tapuyu geri alabiliyor.
Sistemde bir sıkıntı yok. Sistemimiz güzel. Bu kayyımlık müessesi düzgün çalıştırırsa aslına bu sahipsiz yerler için daha iyi olur.
Kayyım yetkilerinin, kiralamak ve yönetmekle sınırlı olduğunu belirten Elbeyoğlu, “Kayyım ancak mahkeme kararı ile satış yapabilir. Bu tarz örnekler yok mu? Var. Daha çok kamulaştırma yapılan alanlarda gerçekleşmiş. Yol, okul yapılmış, üzerinde kamu tesisi kurulmuş yerlerde kayyım tebligat yapılmış. Gerçek hak sahibi parasını istediği zaman çok küçük bir ödeme yapılıyor” şeklinde anlattı.
Elbeyoğlu, kayyımların kamulaştırma sürecinde para işine karışmaması gerektiğine vurgu yaptı. Elbeyoğlu böylelikle daha sonra gerçek sahibi çıktığında taşınmazın reel değerini geriye alabileceğini söyleyerek, “En adil çözüm bu” dedi.
Mülklerin büyük oranda boşalmasının en son tarihi 1964’e dayanıyor. 1964’te gitmek zorunda kalanların birçoğunun kendi mallarını bildiklerini hatırlatan Elbeyoğlu, 1974’teki Hukuk Genel Kurulu Kararı’na değindi;
Kendi vatandaşına yabancı diyen facia bir karar var. O dönemde sıkıntılar oldu. Mallarını bildikleri halde alamadılar. Tabi ilerleyen süreçte mallarını geri alanlar oldu.
Önemli olan daha önceki süreçler. 1928-30 arasında, Soyadı Kanunu’ndan önce gidenler var. Onların mülkleri bilme ve takip etme şansı hiç yoktu.
Bir de gidenlerin yerine gelenler var. Özellikle 1955-64 yıllarında gidenlerin yerine Anadolu’dan gelip yerleşenlerin kimisi hala işgalci statüsünde.
“Olağanüstü zaman aşımı diye bir durum mevcut” diyen Elbeyoğlu sözlerini şöyle sürdürdü:
Bir yeri iyi niyetle sahiplenip kullanıyorsanız, orası için dava açıp tapu hakkı elde edebiliyorsunuz.
Yargıtay’ın çok güzel bir içtihadı var; eğer bir gayrimenkul metrukken devlete geçmişse isterseniz orayı 50 sene kullanın tapusunu alamazsınız.
Bu sebeple Beykoz, Sarıyer gibi semtlerde o kadar gayrimenkul var ki en az yüzde 50’si ya devletin ya da hala Rum, Ermeni, Yahudi birini adına kayıtlı.
Gelen kişi hala işgalci konumunda duruyor. Bunun ideali, kayyımın atanması.
Kayyım kendi malıymış gibi değerlendirmeli, satmamalı, sahibi çıktığında geliriyle birlikte iade etmeli, 10 yıl sonra devlete geçmemeli.
© The Independentturkish