ABD, İsrail ve zamanın bazı alametleri

Fotoğraf:  Jack Guez/AFP

"ABD-İsrail ilişkilerinin tarihi" başlığı altında birçok önemli olay sıralanabilir.

Bunların tamamen uyumlu olmaları da gerekmiyor.

En başında, yani 1948 yılının mayıs ayında, ABD Dışişleri Bakanı George Marshall, yeni kurulan Yahudi devletinin tanınmasına karşı çıkmış, bu durum dönemin ABD Başkanı Harry Truman'ın yönetimi içinde bir bölünmeye yol açmıştı.

Adı II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa'yı yeniden inşa etme projesiyle anılan George Marshall, İngiltere'nin Filistin'de ve Ortadoğu'nun geri kalanında büyük bir savaşın patlak vermesinin önlenmesi için Filistin'in Birleşmiş Milletler'in (BM) himayesine girmesi gerektiği görüşünü güçlü bir şekilde destekliyordu.

Ardından 1956 yılında dönemin ABD Başkanı Dwight David Eisenhower yönetimi, İngiltere, Fransa ve İsrail'in "üçlü saldırısına" karşı Mısır'ın yanında yer aldı.

ABD, Arap ve Müslüman ülkeler arasındaki geleneksel müttefikleriyle olan ortak çıkarlarını İsrail devletinin korunmasının önünde tuttu.

Başkan Eisenhower, İsrail'i işgal ettiği topraklardan çekilmeye zorlarken İngilizlere işgallerinin İngiliz sterlininin değerini düşürecek cezai tedbirler alınmasını gerektirebileceği imasında bulunarak sert bir uyarıda bulundu.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Washington ve Tel Aviv arasında 1967 yılında tam bir ittifak ve ortaklık kurularak paradigma değişikliğine gidildi.

Batı'da, o zamanlar Sovyetler Birliği'nin müttefiki olan eski Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır'ın İsrail'i tamamen ortadan kaldırmaya çalıştığı algısı hakimdi.

Acil durum güçlerini Gazze Şeridi'nden ve Sina Yarımadası'ndan çıkarması ve ardından deniz geçişlerini kapatması şeklinde yapabilecekleriyle ilgili en kötü tahminleri doğru çıktı.

Blitzkrieg (Yıldırım) Harbi patlak verdiğinde dönemin ABD Başkanı Lyndon Johnson yönetimi, Ortadoğu'da Yahudi devletinin Soğuk Savaş'taki tek müttefiki olduğuna ikna olmuştu.

Ayrıca İsrail'in sadece savaşmakla kalmayıp altı gün içinde büyük stratejik dengeleri değiştirecek çarpıcı bir zafer kazanacağına da inanmıştı.

Bu nedenle 6 Ekim 1973'te Arap-İsrail Savaşı'nın (Yom Kippur Savaşı) başlamasından sadece dört gün sonra ABD ve İsrail arasında bir hava ikmal köprüsü kurularak İsraillilerin Mısır ve Suriye orduları tarafından çıkarıldıkları toprakları geri almaları ve 1967 yılında işgal etmedikleri diğer bölgeleri de işgal etmeleri sağlandı.

İsrail'in 1982 yılında Lübnan'ı işgalinin, dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan'ın Özel Temsilcisi Philip Charles Habib ile kısa süre sonra istifa eden dönemin ABD Dışişleri Bakanı Alexander Haig arasındaki gerginlik gibi ciddi anlaşmazlıklara yol açtığını biliyoruz.

İsrail ve Lübnan arasında Beşir Cemayel'in Lübnan cumhurbaşkanlığı konusundaki rekabetinden ve 17 Mayıs 1983 tarihli İsrail-Lübnan Anlaşması'nı getiren müzakerelerde ortaya çıkan önemli anlaşmazlıklardan önce Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) üyelerinin Beyrut'tan çıkarılma biçiminde de anlaşmazlık yaşanmıştı.
 


Günümüze geçmişin gözünden bakmak konusunda her zaman bilinen bir ihtiyatlılık söz konusu olduğundan bazı başlıklarına atıfta bulunduğum ABD-İsrail ilişkilerinin tarihi, söz konusu tarafların durumlarındaki ve daha geniş çerçevede uluslararası durumdaki etkili değişimlerin yanı sıra, tarafların yönetimlerindeki partilerin yönelimlerini, ekonomik durumlarını ve şu an olduğu gibi herhangi birinin seçim sürecinde olup olmamasını da kapsıyor.

Nihayetinde her olay önceki bir olayın tekrarı değilse de önceki bir olay, yeni bir olayın kaynaklarından biri olabilir. Biri diğerine ilham verebilir ya da biri görevi kolaylaştıran adaptasyon süreçlerinden sonra diğerine başvurabilir.

Bu anlamda, bugün Gazze savaşıyla yoğunlaşan ABD-İsrail ilişkilerinde tüm bu olaylardan çeşitli yansımalar bulsak bile Gazze savaşını bu olaylarla ilişkilendiremiyoruz.

ABD, İsrail'in işgalci taraf olduğu 1956 yılındaki deneyimden bu yana, sivillerin korunması konusunda İsrail'e karşı katı bir tutum sergilerken gerek Refah'a kara saldırısı gerek Lübnan'a savaş gerekse İran'la açıktan savaşa girilmesi gibi daha büyük çatışmalardan kaçınması yönünde baskı uyguluyor.

Hatta ABD, aralarında askerlerin de olduğu Yahudi yerleşimcilere yaptırım uyguluyor.
 

Ortadoğu'da 1967 ve 1973 yıllarındaki deneyimler, İsrail'in İran'ın bölgedeki muadili olduğuna dair bir kanaat oluşturdu.

Bu konunun ele alınışında onunla bir anlaşmazlık olsa bile -ki böyle bir anlaşmazlık olduğu açık- daha kötü seçeneklere doğru sürüklenme durumunda ABD'nin İsrail'e olan güveni önemini halen koruyor.

İsrail'in 7 Ekim'de Gazze'ye karşı başlattığı savaşla ortaya koyduğu soykırım niyeti ve ardından Arap ülkelerinin "çevresi sarılı olan" İsrail'e karşı çıkmaları, ABD ile Batılı ülkelerin büyük bir kısmının İsrail'in Gazze'ye yönelik soykırım savaşına suç ortaklığı yapmalarına izin verirken bunu "meşru müdafaa" diyerek savundular.

Bu sadece, birkaç gün önce ABD Temsilciler Meclisi tarafından 26 milyar doları aşan askeri ve askeri olmayan yardım paketinin cömertçe onaylanmasına ve BM'de Filistin'in tam üyeliği karar taslağının veto edilmesine yol açan aptalca bir tutum.

Bu konuda şu iki noktayla ilgili şüpheye mahal yok:

  1. Sonuçlar ABD'nin İsrail'in eylemlerini değerlendirmesine göre değişir. Eğer İsrail, 1956 ve 1982'de olduğu gibi saldıran taraf olarak görülürse, ona karşı katı bir tutum sergileyebilir. Eğer 1967, 1973 ve 7 Ekim'de olduğu gibi saldırıya uğrayan taraf olarak görülürse, izin verilmesi zor olana izin verir.
     
  2. ABD-İsrail ittifakını, tüm siyaseti kesen ve bu kapalı denklemin dışından etki olasılığını ortadan kaldıran tek ve nihai bir denklemde özetlemek basite kaçmak olur.

Her halükârda önümüzdeki günler bize Güney Lübnan, Irak, Suriye ve Kızıldeniz'den geçen ve Refah'tan Tahran'a uzanan daha fazla ders verecek ve anlam kazandıracak gibi görünüyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU