Demokrasimizin kalbinde müebbeden kanayacak bir yara: 12 Eylül 1980 Darbesi

Mehmed Mazlum Çelik Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: BYEGM arşivi

Şehre karanlık çökmüş, caddeler ıssızdı. Ankara’da in cin evine çekilmişti. Taksiler belli noktalarda duruyor ve şehrin kuytularına gitmiyordu. Otobüs şoförleri boş seferlerle akşam mesailerinin kazasız belasız bitmesi için dualar ediyordu.

Birbirlerini hiç tanımayan gençler kuytularda karşı karşıya geldiklerinde her an vurulma tehlikesi ile ecel terleri döküyorlardı. Gençlerin kalabalık gruplar halinde dolaşması büyük bir felaketin habercisiydi. O akşam herkes bir şeyler olacağını hissetmiş gibi kabuğuna çekilmişti. Polisler devriyeye çıkmamış, bekçiler ise ortalıkta görünmüyordu. 

Gecenin sessizliği Ankara’yı esir etmişti; ama o gece uyanık olan birileri vardı. Kışlalarda derinden bir hareketlilik vardı. Her şey usulüne uygun gidiyordu ve komuta kademesinden emir geldiğinde yüzlerce tank harekete geçti. Harekât sabaha karşı 03:00 civarında başladı ve adı “Bayrak Operasyonu” konulmuştu.

Kapılar açılıp da birliklerin 12 Eylül sabahında başkenti kuşatmaya başlamasından operasyon nihayete erene kadar;

1 milyon 683 bin kişi fişlendi,

230 bin kişi hüküm giydi,

7 bin kişi için idam istenip bunların 317’si için idam kararı verildi ve 57’si uygulandı,

30 bin kişi devlet memurluğundan ihraç edildi,

14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı,

TBMM lağvedildi,

Yasama-Yürütme tek elde toplandı ve nihayetinde Kenan Evren Cumhurbaşkanı seçildiğinde “Bayrak Operasyonu” tam manasıyla başarıya ulaşmış oldu.

O gece ne Cumhurbaşkanı ne Başbakan halkı meydanlara davet edemedi. Herkesin boynu büküktü.

Çoğu kişinin kulağında emekli olacağı zannedilen bir generalin sesinden yarım yamalak bir açıklama çınlıyordu.
 

kenan evren.jpg
TRT Radyosunda, 12 Eylül sabahı İstiklal Marşı'nın ardından çalınan Harbiye Marşı ve dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren imzalı Milli Güvenlik Konseyi "bir numaralı" bildirisinin okunmasıyla demokrasiye darbe resmen ilan edildi


Artık neredeyse herkesin adını öğrendiği Kenan Evren şöyle diyordu;

(...)

Aziz Yurttaşlarım;

Bir defa daha belirtiyorum ki; Silahlı Kuvvetler aziz Türk Milletinin hakkı olan refah ve mutluluğu, vatan ve milletin bütünlüğü ve gittikçe etkisi (azalmaya) azaltılmaya çalışılan Atatürk ilkelerine yeniden güç ve işlerlik kazandırmak, kendi kendini kontrol edemeyen demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmak, kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek için yönetime el koymak zorunda kalmıştır.

Komutan, subay, astsubay ve erler olarak hepimiz vatan ve milletin refah ve mutluluğu uğruna her şeyimizi, bu arada hayatımızı dahi seve seve feda etmeye hazırız.

Memlekette her zaman bulunabilen ve özellikle son zamanlarda çoğalan kötü niyetli birçok kişi ve kuruluşlar sizlere yalanlar düzerek, bunun aksini söyleyebilecekler ve menfi propagandalara başvurabileceklerdir. Bunlara asla inanmayınız. Bütün uygulamalar milletin gözü önünde yapılacaktır.

Kıymetli Vatandaşlarım;

Her zaman milletiyle bir bütün ve Türk milletinin emrinde olan Türk Silahlı Kuvvetlerine ve yeni yönetime karşı yapılacak her türlü direniş, gösteri ve tutum anında en sert şekilde kırılarak cezalandırılacaktır.

Yurtta kan dökülmemesi için bütün vatandaşlarımın tahriklere kapılmaksızın sükûnet içinde yayınlanacak bildiriler doğrultusunda hareket etmelerini ve ikinci bir bildiriye kadar sokağa çıkmamalarını rica ederim.

Vatandaşlarımın birbirlerinin hak ve hukukuna saygılı olmalarını, sevgi içinde kırgınlıklarını unutmalarını, hepimizin bu mübarek topraklar üzerinde aynı haklara sahip bir Türk vatandaşı olduğumuzun idraki içerisinde olarak yeni yönetime yardımcı olmalarını vatanperverlik ve asil karakterlerinden bekler, mutlu ve aydınlık yarınlar dilerim.


Her şey 12 Mart 1971’de başladı: Hazır ol! Bu bir muhtıradır

27 Mayıs 1960 yılında gerçekleştirilen darbe ile Demokrat Parti hükümetlerine son verildi. Bu süreçten sonra ülkede bir cadı avı başlatıldı. Binlerce Demokrat Partili cezaevine gönderildi. Başbakan Adnan Menderes ve iki bakanı asılarak idam edildi.

Türk demokrasi tarihinde vicdanları kanatan bu olayların dışında darbenin iki önemli sonucu daha vardı: İlki darbenin emir komuta zincirinin dışında yapılmış olması, diğeri de darbe sonrası cuntacılardan beklenmeyecek düzeyde demokratik bir anayasanın yürürlüğe girmesiydi.

Bu gelişmeler Türk sivil siyasetini ve orduyu derin bir şekilde etkileyecekti. Sivil siyasette Süleyman Demirel iktidara gelmiş ve hızlı kalkınma hamleleriyle Türkiye’yi müreffeh bir noktaya getirmişti. Bunun sonucu olarak işçi sınıfı etkinliğini artırmış, demokratik anayasa sendikaların ve sivil toplum kuruluşların büyük bir güce ulaşmasını sağlamıştı.

Ordu da ise emir komuta zincirinin 1960 yılında yıkılmış olması sonrasında basit bir albay olan Talat Aydemir’in darbe girişimlerinin neredeyse başarıya ulaşacak olması orduda insicamı bozmuştu. Ordu içinde farklı siyasi fraksiyonlar oluşmuş ve ast-üst ilişkileri neredeyse iflas etmiş bir durumdaydı. 

Böylesi kaotik bir ortamda Süleyman Demirel’in, tutuklu Demokrat Partililerin affedilmesini gündeme getirmesi ordu içindeki rahatsızlıkları artırdı. Hatta Süleyman Demirel’in af talebi konusunda samimi olmadığını düşünen bazı Adalet Partili milletvekilleri Celal Bayar’ın desteğini arkalarına alarak partiden istifa etti ve “Demokratik Parti” ismiyle yeni bir parti kurdu.

Ordu içinde farklı fraksiyonlar bulunmasına rağmen uzlaşılan yegâne konu Demokrat Parti mirası karşıtlığıydı. 

Ordunun üst kademesinin Demokrat Partililerin affı meselesinin dışında rahatsız olduğu bir diğer konu da sendikal faaliyetlerle muazzam bir etkinlik alanına ulaşmış sol hareketlerdi.
 


Dönemin Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, hükümeti şu sözlerle uyaracaktı:

Öğrenciler aşırı sola yöneldi, öğretmenler sol sendikalara kaydı.

Öyle bir hava var ki memlekette, bundan ordu da etkileniyor.

Ordunun içinde de bir hareketlilik var, buna bir çözüm bulmak lâzım.


Genelkurmay Başkanı içinde bulunulan durumu ve ordunun niyetini hükümete açık açık bildirmişti.

Bu aynı zamanda 12 Mart 1971 muhtırasının temel gerekçesi olacaktı; fakat asıl hedef ordunun içindeki farklı fraksiyonları temizlemek ve 1960 Darbesi sonrası ortaya çıkan gereğinden fazla demokratik anayasayı yeniden düzenlemekti. 

15-16 Haziran 1970 yılında Türkiye İşçi Partisi’nin organize ettiği işçi eylemleri öylesine büyük bir yankı uyandırdı ki ordu harekete geçmek için düğmeye bastı. Genelkurmay Başkanı yaklaşık bir yıl sonra düşük rütbedeki subayların harekete geçmesini beklemeden Başbakan Süleyman Demirel’e bir muhtıra vererek istifa etmesini sağladı. 
 

nihat erim.jpg
Nihat Erim / Fotoğraf: BYEGM arşivi


CHP Milletvekili Nihat Erim cuntacılar tarafından partisinden istifa ettirilerek hükümet kurması için görevlendirildi. Bu gelişme karşısında CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün darbeyi desteklemesi partinin genç ve heyecanlı sekreteri Bülent Ecevit’i rahatsız etti ve Ecevit’in görevinden istifa etmesiyle sonuçlandı.

Ecevit, CHP’nin darbe yandaşı tutumunu reddederek kongrede İsmet İnönü’nün karşısına çıktı. Yapılan oylama sonucu kongrede beklenmeyen bir sonuç çıktı ve Bülent Ecevit genel başkan seçildi.
 

inönü ecevit.jpg
Bülent Ecevit ve İsmet İnönü / Fotoğraf: BYEGM arşivi


Bu aynı zamanda Ebedi Şef İsmet İnönü’yü siyaset sahnesinin tamamen dışına itti.

Bu gelişmeler yaşanırken muhtıracı cuntanın desteğini arkasına alan Nihat Erim hükümetleri 1960 Darbesinin sağladığı demokratik hakları bir bir ortadan kaldırıyordu. Yine bu süreçte 12 Eylül 1980 darbesine giden en acı travmalardan biri olarak kabul edilen bir hadise yaşandı.

Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan 1972 yılında idam edildi.

Bu gelişmeler sivil hareketlerin legal siyaset içinde yer altına inmesine sebep olurken idam edilen gençler ilerleyen yıllarda gençlik hareketlerinde bayraklaştırılacaktı.
 

bülent ecevit.jpg
Bülent Ecevit / Fotoğraf: BYEGM arşivi


Nihat Erim hükümetlerinin ara rejimi bitince muhtıraya direnen Bülent Ecevit sandıktan CHP’yi birinci parti çıkartmayı başardı ve Necmettin Erbakan ile koalisyon kurarak iktidara geldi. 

Türk Demokrasisi ayaklarının üstünde duramaz hale geliyor

1973 yılında yapılan seçimlerde Ecevit-Erbakan koalisyonu büyük bir sürprizdi; bu ortaklık Kıbrıs Barış Harekâtı'nda büyük bir koordinasyon ve uyum içinde sürmüş; ama daha sonrasında iki farklı kesimi temsil eden koalisyon bozulmuştu.

CHP-MSP koalisyonundan büyük bir ders çıkaran Süleyman Demirel kendi bloğunu bir daha böldürmemek adına “Milliyetçi Cephe” isminin verildiği geniş bir ittifak kurdu. AP-MSP-MHP gibi önemli sağ partiler ittifakın içindeydi.

Bülent Ecevit’in genel başkanlığında yüksek oy oranlarına ulaşan CHP, 1975 yılında yapılan ara seçimlerde ise iktidarı Milliyetçi Cephe’ye kaptırdı.

Özellikle Ülkücü gençlik MHP’nin iktidar ortağı olması sonrası büyük bir güç kazandı; ama bu durum karşı mahallede ters bir etkiye de sebep oldu. Sol gençlik yapılanmaları bu durum karşısında hızla örgütlenerek karşı cephe almaya başladı.

Kanlı 1 Mayıs Olayı, 1980 Darbesinin yolunu açtı

Koalisyonla sağlanan ittifak ülkede kamplaşmayı artırmıştı. Siyasi söylemler keskinleşirken gençler arasındaki hizipleşmeyi çatışma boyutuna getirmişti.

Bu gergin ortamda DİSK 1 Mayıs kutlamaları için 1977 yılında Taksim Meydanına 500 binden fazla işçiyi toplamayı başardı. Türküler ve halaylarla başlayan kutlama solun gövde gösterisine dönüştü.

DİSK Kurucu Genel Başkanı Kemal Türker’in konuşma yaptığı sırada İSKİ binası ve The Marmara Oteli terasından alandaki kalabalık çapraz ateşe tutuldu. Alana panzerler girerek Kazancı Yokuşu’nda adeta bir katliama sebep oldular.
 

kanlı 1 mayıs.jpg
Tarihe 'Kanlı 1 Mayıs' olarak geçen ve 33 kişi yaşamını yitirdiği olaydan bir kare / Fotoğraf: BYEGM arşivi


Silah seslerinden korkuya kapılan kalabalık izdihama neden oldu ve o gün alanda 34 kişi hayatını kaybetti, 130 kişi yaralandı. 29 kişi ezilerek 5 kişi de açılan ateş sonucu ölmüştü. 

Bu olay sonrası 1977 yılında yapılan genel seçimde CHP sandıktan birinci parti olarak çıkmış, MHP gibi radikal tutum içinde olan küçük partiler erimişti. Fakat bu sonuç Ecevit liderliğindeki CHP’yi iktidara taşımak için yetmemiş Süleyman Demirel liderliğindeki Milliyetçi Cephe hükümeti kurmayı başarmıştı.

Süleyman Demirel iktidara geldiğinde gergin ortamın farkındaydı. 12 Mart 1971 yılında başına gelen talihsiz olayları unutmamıştı. Bunun için ordunun komuta kademesinde önemli değişikler yaptı.

Kara Kuvvetleri Komutanlığına sürpriz bir şekilde Kenan Evren’in gelmesini sağlayacak kararnamelere imza attı. Önce Ege Komutanlığına getirilen sonrasında Kara Kuvvetleri Komutanı ve nihayetinde Genelkurmay Başkanı olan Evren, olası bir darbe tehdidine karşı Süleyman Demirel’in tehlikesiz gördüğü isimlerden biriydi.

Anarşi ve ekonomik kriz çiçeği burnunda hükümeti düşürdü

Demirel’in Başbakanlığındaki yeni hükümet bir yandan darbe tehdidini ortadan kaldırmaya çalışıyor bir yandan da ülkedeki sorunlara çareler arıyordu.

Sancılı koalisyonlar ekonomiye olan güveni sarsmıştı. Enflasyon korkunç boyutlara ulaşırken, Türk Lirası günden güne eriyordu.

Temel gıda maddeleri karaborsaya düşmüştü. Uzun gaz ve yağ kuyrukları ise halkı bıktırmıştı.

Bu durum Milliyetçi Cephe Hükümeti’nin dağılmasına sebep oldu. Türkiye demokrasi tarihinde ilk defa bir hükümet gen soru ile iktidardan düşürülmüştü. 

Hükümetin düşmesinden kısa bir süre sonra Adalet Partisi’nden tartışmalı bir şekilde ayrılan 11 milletvekili CHP ile koalisyon kurdu ve Bülent Ecevit Başbakanlık koltuğuna oturdu.

Siyasi istikrara olan güvensizlik ve artan ideolojik hizipleşmeler sokakta bir terör havasına dönüşmüştü.

Sağcı ve solcu gençler, üniversiteleri ders yapılamaz hale getirdi ve her gün sokakta onlarca genç vurularak hayatını kaybediyordu.

Orhan Pamuk “Sessiz Ev” romanında bu kaotik ortamın rutinleşmesi ve hayatın bir parçası haline gelmesini şöyle anlatmaktadır;

- ‘Oku’, dedi, Faruk Bey, Nilgün’e.

- ‘Oku bakalım, bugün kaç ölüymüş?’

- ‘On yedi,’ dedi Nilgün.

- ‘Eee, ne sonuç çıkıyor bundan?

Nilgün, bir anlamı kalmamış gibi burnunu gazeteye daha da soktu.

- ‘Bir anlamı filan da kalmadı’, dedi Faruk Bey.


İşler öyle bir boyuta ulaşmıştı ki ölümler anlamını yitirmiş ve birer istatistiğe dönüşmüştü.

Gençler sokaklarını, kahvelerini, parklarını ve kontrol altında tuttukları kampüsleri ayırmıştı. Hatta kurtarılmış şehirler ve ilçeler şeklinde dahi bölünmeler söz konusuydu.
 

sağ sol çatışması.jpg
12 Eylül darbesi öncesi sağcı ve solcu gençlerin karıştığı olaylardan bir kare / Fotoğraf: BYEGM arşivi


Bu kaos ortamında bir sağcı ya da solcu gencin yanlışlıkla karşı kesimin bölgesine geçmesi bile öldürülmesi için yeterli bir sebepti. Hatta bazı sokaklarda karşı kaldırıma geçmek bile bunun için yeterli bir sebep olabiliyordu.

Atilla Birkiye “Aşk Üçlemesi” eserinde ise anarşi ortamını ve gençlerin siyasi meselelere yaklaşımını satırlarına şu şekilde aktaracaktı;

İş çığırından çıkmıştı artık.

İşsiz olan, aşkta kaybeden, hayalleri yıkılan; sağcı ya da solcu bir gruba giriyor, gözünü kırpmadan insan öldürme makinesi haline geliyordu.

Korkunçtu bütün bunlar, korkunçtu. İnsan öldürülmedik gün yoktu.

Geçenlerde bir milletvekilini öldürmüşlerdi…

Artık bu ideolojik savaşı aşmış bir durumdu.

Solcular karşıt düşmandan çok fraksiyon kavgası nedeniyle birbirlerini öldürüyorlardı.

Baştaki sosyal demokrat partinin eli kolu bağlıydı, bir önlem alamıyordu-alamazdı.


Emekli olacaktı ama darbe yapmaya karar verdi: Kenan Evren

Kenan Evren, Manisa’da doğup büyümüştü. Askeri yaşamında fazla göze batmayan bir komutandı.

Süleyman Demirel, 12 Mart 1971 faciasını tekrar yaşamamak adına 1977 yılındaki kararnamelerde önemli sürprizler yapmıştı.

Normal şartlarda 4 yıldızlı bir komutanın gelmesi gereken komutanlıklara 3 yıldızlı komutanlar atayarak önemli değişiklikler yapmıştı.

Cumhurbaşkanı ve eski Genel Kurmay Başkanı Fahri Korutürk bu atamalara karşı çıkmış; ama Süleyman Demirel geri adım atmayarak kararnamelerin çıkmasını sağladı. Hatta durumu protesto eden komutanlar mahkemeye dahi başvurmuş; ama bir sonuç alamamıştı.

Bu terfilerden nasibini alanlardan biri de Kenan Evren’di. Kenan Evren 1977 yılında Ege Ordusu Komutanlığına atanmıştı.

Karargahına giden Kenan Evren atamayı şu şekilde anlatmıştı; 

İşte alın yazısı bu. Alın yazısı.

Onun için dedim ki iyi, Ege Ordu Komutanlığı'nı da seviyordum yani.

Yani sevindim, neden?

Memleketim. Alaşehirliyim, Egeliyim. Orada yerleşiriz dedim.


Kenan Evren’e bu terfiler sonrası sırasıyla Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve Genelkurmay Başkanlı koltuklarının önü açılmıştı. Üstelik Demirel’in kısa süreli Başbakanlığından sonra bu makama gelen Bülent Ecevit de Kenan Evren’in yükselişini engellemeyerek Genelkurmay Başkanı olmasını onaylayan kararnameyi imzalamıştı.

Kenan Evren ordu bünyesinde muvazzaf görevini tamamlayıp emekliliğe ayrılması beklendiği bir zamanda kamuoyunun karşısına darbe lideri olarak çıkacaktı.

Darbe adım adım geliyor

Darbeye giden yolda sokak terörünü artıran bazı olaylar gerçekleşti. Bunların önemli olanları kronolojik olarak şöyleydi;

16 Mart 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesinde yaşanan çatışmalarda 7 kişi hayatını kaybetti.

Bu katliamdan sadece iki gün sonra Ümraniye’de korkunç bir olay yaşandı; 5 işçi işkence ile katledilerek öldürüldü.

Bu korkunç olaylardan sonra ülkücü lider Abdullah Çatlı Bahçelievler’de 7 tıp fakültesi öğrencisini boğarak öldürdü.

Kaosun ardı arkası kesilmiyordu. Maraş’ta bir Alevi Dedesinin öldürülmesiyle başlayan olaylar 3 gün sürmüş ve 120’den fazla Alevi vatandaşımız katledilmişti.

Bu korkunç tablonun şoku atlatılamamışken acı haberler bu kez Malatya’dan geldi; koliler içinde gönderilen bombalar 9 kişinin ölümüne sebep olacaktı.

Bu olaylardan sonra kaos Sivas’a sıçradı. Sivas’ta meydana gelen olaylar da yine 9 kişi hayatını kaybetti. Olayların daha fazla yayılmasından endişe eden hükümet 13 bölgede sıkı yönetim ilan etti. 

Sıkı yönetimin ilan edilmesi işe yaramamıştı çünkü bu kez ülke Çorum olayları ile sarsılmıştı.

Burada yaşanan öğrenci çatışmalarında 59 kişi hayatını kaybetmişti.

Yine Tarsus’ta yaşanan çatışmalarda 9 kişi hayatını kaybetmiş, ülke adeta kan gölüne dönmüştü.

Tüm müdahalelere rağmen akan kanlar durdurulamıyordu, Fatsa ve Tariş gibi bölgelerde korkunç haberler geliyordu. 

Ülkeyi faili meçhuller esir almıştı

Darbe öncesi yaşanan en elim olayların başında şüphesiz faili meçhul olaylar geliyordu. Bu suikastlarda gazeteci Abdi İpekçi, gazeteci Ümit Kaftancıoğlu (CHP İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun eşi Ümit Kaftancıoğlu’nun babası) eski milletvekili İlhan Darendelioğlu, eski Başbakan Nihat Erim, DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler gibi sayısız isim suikastlar sonucu öldürülüyordu.

Bu cinayetlerin en acı yanı ise bir türlü aydınlatılamıyor olmasıydı. Bugün dahi pek çoğu aydınlatılamamış bu suikastlar her nasıl oluyorsa darbenin hemen ertesi günü bıçak gibi kesilmişti.

Yaşanan siyasi krizler Ecevit’in istifasını getirmişti. Süleyman Demirel yeniden Başbakanlığa getirilmişti ama ülkedeki ekonomik kriz ve anarşi artık kontrol edilemez bir hal almıştı.

“Şartların olgunlaşması”nı bekleyen cunta harekete geçerek ülke yönetimine el koydu. Cuntanın siyasi katliam ve zulümleri ülkede birçok kronik soruna sebep oldu.

Diyarbakır Kapalı Cezaevinde yapılan işkenceler, antidemokratik bir anayasa, idam edilmek suretiyle katledilen gençler, evinden alındıktan sonra bir daha asla kendisine ulaşılamayan sayısız insan, PKK’nın fiziki alt yapısını oluşturan uygulamalar bu darbenin ürünü olarak hala gündelik hayatımızın bir parçasıdır.

Darbenin komuta kademesinde bulunanlar yıllar sonra yargılansa da kamuoyunun vicdanı hiçbir zaman mutmain olmamıştır.

Geriye o günlere dair sayısız acı dolu hatıra, mektup ve şiirler canlılığını hala korumaktadır.

Bunlardan biri de darbeden hemen sonra tutuklanan Nevzat Çelik’e ait “Şafak Türküsü”dür;

künyemi okudular
suçumuz malum
gecenin kıyısında durmuşum
kefenin cebi yok
koynuma yıldız doldurmuşum
koşun çocuklar çocuklar koşun
sabah üstüme
üstüme geliyor
yanlış mı duydum yoksa
erkenci bir horoz mu ötüyor
keskin bir acı bilenmiş
gitgide yaklaşıyor sonum

(…)
korkutamadılar beni anne
avlunun ortasında çatık bir kaş gibi duran
darağacı
bir zaman rüzgarda
saçını tarayan telli kavak değil mi
boynumdaki kemendi bir öğle sonu bükerken o kız
sarı sıcak sevdasını düşünmedi mi
söyle anne

(…)
kurulmuş tuzaklar yok artık yolumda
işkenceler zindanlar hücreler
savunmak yok mutlu tok bir yaşamı
açlık grevlerinde beynimi bir sıçan gibi kemiren
mideme karşı
kısacası
bir çiçeği düşünürken ürpermek yok
gülmek umut etmek özlemek
ya da mektup beklemek
gözleri yatırıp ıraklara
ölmek ne garip şey anne

(…)
baba olamayacağım örneğin
toprak olmak ne garip şey anne
ceplerimde el yerine balyoz taşırken
korkunç bir merakla beklerken kurtuluş haberlerini
ve yüreğimin ırmakları taştı
taşacakken
ölmek ne garip şey anne

(…)
beni burada arama anne
kapıda adımı sorma
saçlarına yıldız düşmüş
koparma anne
ağlama

 

 

*Daha geniş bir okuma için Dilek Kırkpınar’ın “12 Eylül Darbesi’nin Gençliğin Üzerindeki Etkisi” ve Uğur Mumcu’nun “12 Eylül Adaleti” isimli çalışmaları incelenebilir.

** Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU