Hollanda depremi Avrupa'yı etkileyecek mi?

Belki de kesin gerçek şu ki, Aydınlanma'nın ve Avrupa laikliğinin savunucuları, özellikle de Wilders'in Hollanda'nın başbakanı olması durumunda Müslümanlardan daha fazla rahatsız olmalılar

Fotoğraf: Robin Utrecht/AFP

Geçen hafta Hollanda'da yapılan parlamento seçimlerinde zararlı radikal eğilimleriyle tanınan Geert Wilders'in liderliğindeki Hollandalı sağcı Özgürlük Partisi sandıktan birinci çıktı.

Aslında yaşananlar aşırı sağın büyük zaferiydi ve sadece Hollanda'yı etkilemeyen ciddi bir siyasi deprem olarak değerlendirildi.

Bunun yansımaları, kendisine ve başkalarına karşı uzlaşmaz, hoşgörülü olmayan partizan hareketlerin büyümesine çok uygun olan siyasi, ekonomik ve hatta askeri açıdan kritik bir dönemden geçen Avrupa kıtasının neredeyse tamamına ulaşmış durumda.

Wilders'in, özellikle Araplara ve Müslümanlara yönelik göçmen karşıtı ve yabancı düşmanı söyleminin Hollandalı seçmenler arasında meyvesini verdiği açıkça görüldü.

Parlamentoda 150 sandalyeden 37'sini kazanması da bunun ispatı.

Her ne kadar bu sayı, Hollanda'daki benzer sağcı partilerle bir ittifak kurmadığı sürece, ülkenin yeni başbakanı olma konumunu kendisine garanti etmiyor olsa bile.

Hollanda sahnesini izleyenler şunu merak ediyorlar:

Wilders, Hollanda'da aşırı sağın ilk koalisyon hükümetini kurmayı başarabilecek mi?

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Kesin olan şu ki, Hollanda'da Wilders hükümetinin ortaya çıkmasını ve yükselişini görmek istemeyen üç ana parti olmasına rağmen, gerçeklik bize onun benzer sağcı hareketler arasında destekçilerinin olduğunu söylüyor.

Göçmenlik konusunda katı bir duruş sergileyen popülist siyasetçi Pieter Omtzigt de bunlardan biri.

Koalisyon hükümeti kurmanın kolay olmayacağını düşünse de geçtiğimiz günlerde "Hollanda'yı yönetmeye hazır" olduğunu belirtti.

Omtzigt, geçen yaz kurulan "Yeni Sosyal Sözleşme" Partisi'nin liderliğini yapıyor ve parti sürpriz bir şekilde geçen haftaki seçimlerde 20 sandalye kazandı.

Peki, nasıl ve neden?

Bunlar, olayın ciddiyeti nedeniyle yanıtlanması gereken sorular.

Merkez sağ hareketi temsil eden ve aslen bir Kürt göçmen olan Hollandalı siyasetçi Dilan Yeşilgöz'ün Wilders'in partisi PVV ile koalisyon kurma olasılığına açık olduğunu beyan etmesi belki de çok ilginç.

Wilders gerçekten önemli bir seçim zaferi mi elde etti?

Daha fazlasını yapmış olabileceğinden korkuluyor.

Clingendael Enstitüsü'nde uzman olan Diederick van Wijk'e göre bu zafer Wilders'in tamamen yeni bir dinamik oluşturduğu anlamına geliyor.

Wijk, bu zafer için dikkatlerini göç meselesine odaklayan diğer partileri suçluyor ve bunun sonuçta Özgürlük Partisi'nin zaferine yol açtığını kaydediyor.

Hollanda güçlü bir şekilde sağa yönelmiş ve devletin dümeni sağcıların eline geçmeye çok yakın hale gelmiş gibi görünüyor.

Bunun, özellikle Wilders'in iktidara gelmesi halinde Hollanda'nın Avrupa Birliği'nden ayrılması konusunda referandum düzenleyeceği vaadi ışığında, Avrupa Birliği'nin geleceği açısından önemli sonuçları olacak.

Hollanda'yı bir seçim depreminin vurduğuna şüphe yok, ancak yadsınamaz gerçek, yaşlı kıtanın birçok yerinde ve bölgesinde bu depremin hissedilen artçılarıyla bağlantılı.

Avrupa sağının Hollanda'da yaşananlardan duyduğu sevinç gizlenemez ve baskın görünüyordu.

Bu zaferi hızla memnuniyetle karşıladığını açıklayan Macaristan Başbakanı Viktor Orban'ı örnek verelim.

Bu ülkede "değişim rüzgârlarının" estiğini varsaydığı söz konusu açıklaması, Avrupa'nın toplumsal barışı için en azından endişe verici olarak tanımlanabilir.
 


Sadece Hollanda değil, genel olarak Avrupa sağının deyim yerindeyse büyük sevincine ve ideolojik pazarlamasına gelince, Fransız Ulusal Birlik Partisi lideri Marine Le Pen'in, Wilders ve partisini seçimlerdeki "muhteşem" diye adlandırdığı performanstan dolayı tebrik etmesiyle meydana çıktı.

Le Pen, "X" platformundaki hesabında şunları yazdı:

Ulusal ateşin söndüğünü görmeyi reddeden insanlar olduğu için, ulusal kimliklerin savunulmasına yönelik artan bağlılığı doğrulayan bu zaferden dolayı Geert Wilders'i tebrik ediyorum. Avrupa'da değişime dair umut hâlâ canlı.


Bu, nefret ateşleriyle zihinleri ve kalpleri tutuşturan bir alev mi?

Geert Wilders, Katolik bir Hıristiyan olarak doğdu, ancak daha sonra ötekilerden, özellikle de Kuzey Afrikalı Araplardan veya Türklerden ve bilhassa Müslümanlardan nefret eden bir zihniyetle ateist oldu.

Bu nedenle, örneğin Fas kökenli vatandaşlarını, ülkesi Hollanda'da aşırılığın uyanmasının ana nedeni olmakla suçluyor.

Aşırılığın ve suçun tüm işaret ve şekillerini onlara bağlıyor.

Bu durum, onun Hollanda yargısı tarafından mahkûm edilmesine ve daha sonra temyiz için yaptığı tüm başvurularının da sonuçsuz kalmasına yol açmıştı.

Wilders, seçimlerin ertesi günü yaptığı son açıklamalarla yüzünü değiştirmeyi veya başkalarını kandırmayı başaramadı.

Bu açıklamalarında ülkesinin sığınmacı sayısının azaltılmasından daha acil sorunları olduğunu, kazanması halinde dini, kökeni, cinsiyeti veya başka herhangi bir şeyi ne olursa olsun Hollanda'daki herkesin başbakanı olacağını belirtti.

Ama gerçek yüzü, zaferinden 48 saat sonra Filistinlilerin, Filistinliler için bir devlet olması gereken Ürdün'e gönderilmesinin gerekliliğini ilan etmesiyle bir kez daha ortaya çıktı.

Bu açıklama, onun menfur nefret kültürünün rahminden doğan ırkçılığını açığa çıkardı.

Hollandalı Müslümanlar endişelenmeli mi?

Belki de kesin gerçek şu ki, Aydınlanma'nın ve Avrupa laikliğinin savunucuları, özellikle de Wilders'in Hollanda'nın başbakanı olması durumunda Müslümanlardan daha fazla rahatsız olmalılar.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU