Filistin davasının hem iç hem de dış yüzü arasındaki çelişki, daha önce hiç şu anda gördüğümüz kadar keskin olmamıştı.
Bir yanda söz konusu dava, dünyada daha önce benzeri görülmemiş bir destek ve sempati görüyor ve bunun tek nedeni İsrail'in çok kötü günlerden geçmesi değil.
Buna ek olarak ve bundan da öte neden, Filistin topraklarındaki işgal ve yerleşime itiraz hareketinin Batı'da ve küresel ölçekte genişlemesi, İsrail'in uluslararası hukuku ve diktelerini hiçe saymasına yönelik kızgınlığın büyümesi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
İbrani devletini eleştirenler artık ne Batı'daki üniversite öğrencileri ve marjinal partilerle ne de nefret edilen ve kınanan askeri ve güvenlik rejimleriyle sınırlı.
Bunlara ilaveten, bizzat demokratik ülkelerin geniş tabanlı partilerinde de artık İsrail’i eleştirenler görülüyor.
Ayrıca geleneksel medyanın gücünün kırılması ve sosyal medyanın rolünün artması bu eğilimi destekledi ve desteklemeye devam ediyor.
Bu eğilim aynı zamanda sempatinin güçlüden zayıfa ve galipten mağluba kaydığı yeni bir kültürel ruh halini güçlendirdi.
Böylece Filistinlilerin hakları geniş insan hakları, adalet ve eşitlik taleplerinin maddelerinden biri haline geldi.
Ama aynı zamanda Batı'ya karşı sebepli sebepsiz muhalif popülist taleplerin maddelerinden birine de dönüştü.
Ayrıca Filistin davasına desteğin temsil ettiği kazanım, gerçekleşmeyen bir ütopyaya, sahada ve gerçekte yeri olmayabilecek bir ütopyaya verilen desteğe dönüşüyor.
Kimsenin teslim almadığı bir hediyeye ya da içine su dökülen delikli bir eleğe benziyor.
Bu çok acı verici ama acının kaynakları, acıyı ifade ederek ortadan kaldırılamayacak kadar fazla ve aynı zamanda çok daha karmaşık.
Bugün bir Filistin-Filistin iç savaşı var, alevleniyor, sonra sönüyor ve yeniden alevleniyor. Birkaç cephede, farklı yerlerde ve değişen oranlarda sürdürülüyor.
Durum şu ki, ortak strateji veya bunun gibi herhangi bir iddialı başlığa ulaşmak değil, ateşkesi sağlamak veya yangın olasılığını önlemek asıl hedef haline geldi.
Filistinli fraksiyonları bir araya getiren Mısır’daki el-Alameyn toplantısı, "diyaloğu sürdürme" ve bunun için bir komisyon kurma çağrısından başka sonuç vermedi.
Bu, bitmek bilmeyen bölünmeyi bitirmek maksadıyla daha önce belki bin kez yapılan girişimler kapsamında kurulacak bininci komisyon olabilir.
Ancak bu acizliğe paralel olarak, Güney Lübnan'daki Ayn el-Hilve Kampı'nda çatışmanın gücü ve dinamizmi doruk noktasına ulaştı.
Çatışmanın bir tarafında Fetih Hareketi diğer tarafında Ensarullah ve Lübnan Hizbullahı’na yakın İslami örgütler vardı.
Can kayıplarına ve zaten yalnızca üzüntü uyandıracak yaşam koşulları altında yaşayan kamp sakinlerinin kitlesel olarak evlerini terk etmek zorunda kalmalarına ek olarak, kontrolsüz Filistin silahı ve kampların güvenliğinin Lübnan devletinin güvenlik sorumluluğu kapsamı dışında kalması konusu yeniden gündeme geldi.
Her zamanki gibi, bu olaylarda iç savaş hafızası kendisini tetikleyecek bir yan buldu, çünkü bu hafıza Lübnan'da hâlâ çok diri.
Ancak Filistin Otoritesi ile Hamas ve İslami Cihat örgütlerine bağlı silahlı militanlar arasındaki gerginlik, bizzat Cenin ile Batı Şeria'daki diğer bölge ve şehirleri de sardı.
Gözlemciler arasında bir çatışmanın patlama olasılığının hâlâ çok güçlü olduğu ve her an olabileceği konusunda uyarıda bulunanlar var.
Direnişçi Gazze Şeridi’ne gelince, zaten yeterince sıkıntı çeken sakinlerinin sırtına Hamas hükümetinin çabalarıyla daha ağır bir yük olarak yüklenen geçim ve yaşam sıkıntılarına yönelik taleplerin dillendirildiği kitlesel gösterilere sahne oldu.
Batı Şeria ile Gazze arasında 16 yıldır devam eden ayrışmanın taçlandırdığı bu kırılmalara ek olarak, iki devletin yaşlanan liderleri ile genç kuşakların yükselen ve çoğalan kaygıları arasındaki kapsamlı bir yabancılaşma gerçeği var.
Burada Filistin ulusal eyleminin özelliklerinden birinden, Filistinlilerin ikamet ettikleri ülkelerin ve bölgelerin dağılımına göre sorunlarının çoğalmaya ve çekişmeye yatkın hale gelmesinden bahsetmiyoruz bile.
Buna bir de fraksiyonların bağlılıklarının dağılımı ve uyuşmazlığı ekleniyor.
Şu anda elbette son derece karmaşık olan bu sorunlar, direnişin "başarılarını" kutlamaktan ve fırtınalara kâğıttan kayıklarla göğüs germekten yorulmayan Tahran'ın ve kendisine bağlı Filistinli ve Lübnanlı tarafların takındığı muzaffer tavırla çözülemez.
Bunun da ötesinde söz konusu tavır, var olan ikilemin nedenlerinden birine ve ciddiyetinin bir başka kanıtına dönüşüyor.
Böyle bir gerçeklik, şu ya da bu fraksiyon aracılığıyla Filistin davasından geriye kalanların Tahran ve müttefiklerinin politikalarına bağlanmasıyla somutlaşıyor.
Hem de bu bağlantının, Filistinliler arasında zaten var olan anlaşmazlıkları şiddetlendirdiği bilinmesine rağmen.
Bu gerçeklik ayrıca diğerlerinin kendilerine ait olmayan ve çıkarlarına hizmet etmeyen meselelere dahil olması şeklinde de somutlaşıyor.
Bahsi geçen unsurların, özellikle de İran'ın oynadığı rolün, Filistin ve Filistinlilere yönelik oluşan küresel ilginin bir kısmını zayıflatabileceği tahmininde bulunursak abartmış olmayız.
Sonuç olarak, tüm paralel çizgiler gibi kesişmeyen iki çizgiyle karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz.
Birinci çizgi ilerlemeye devam edecek ve mutlu eden ütopik sözler dünyasında karar kılacak.
İkincisi, kazanılan zaferlere dair zihni kanatan büyük gürültünün eşlik ettiği kanlı eylemler ve iç çekişmeler dünyasında karar kılacak.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.