Siyasi coğrafyanın bölümleri, en az Binbir Gece Masalları kadar paradoksal ve ilginç olabilir.
Dünya, tarihi boyunca sabit veya "tartışmasız" siyasi sınırlar tanımadı ama Avrupa haritaları en tartışmalı ve aynı zamanda en çok savaşlara neden olan, oluşumlar üreten haritalardı ve hâlâ da öyleler.
Yarım yüzyıl boyunca, Soğuk Savaş’ın zirvesinde, ABD, Sovyetler Birliği'nin 1940'ta Litvanya, Letonya ve Estonya'dan oluşan üç Baltık cumhuriyetini ilhakını meşru görmeyi reddetti.
Problem, ancak üç küçük cumhuriyetin, her biri ayrı ayrı, Varşova Paktı’nın da onunla birlikte çöktüğü Sovyet devletinden 1990'da bağımsızlığını deklare etmesiyle tamamen sona erdi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Tarihi ve coğrafi paradokslar taşıyan son birkaç günde, çok önemli bir dönüm noktası yaşandı.
Litvanya'nın başkenti Vilnius şehrinin, "Varşova Paktı"nın tarihsel rakibi olan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü NATO'nun bir "zirve"sine ev sahipliği yapmasının temsil ettiği bu dönüm noktasının önemli sonuçlar doğurması bekleniyor.
Moskova'nın yarım asır boyunca "Sovyet toprağı" olarak gördüğü Litvanya'da, NATO liderleri, Rusya'ya hükmeden ve Kremlin Sarayı’ndan emellerini yöneten herkes için çok şey ifade eden ve hâlâ da anlam ifade eden ülkelerle ilgili bir dizi konuyu tartışmak için bir araya geldi.
Dahası aslında bu Zirve’yi katalize eden konu, Moskova'nın topraklarının Atlantik Batı tarafından hedef alınması tehdidini savuşturma bahanesiyle başlattığı "Ukrayna savaşı" idi.
Zira Ukrayna Rusya için daha önce Batı’dan gelen tüm işgalcilerin topraklarına girmek için kullandığı çok yakın ve aynı zamanda acı verici Slav kapısını oluşturuyor. Bu işgalcilerin sonuncuları Napolyon Bonapart ve Adolf Hitler'di.
İyi bilindiği ve tekrarlandığı gibi, Rus ulusal kültürü Ukrayna'nın Rus mirasına ve Rus kimliğine yabancı bir yer olduğunu kabul etmedi ve kabul etmeyecek.
Öte yandan Batı, eski zamanlardan beri, Moskova'nın Ukrayna’da -Slav milliyetçiliği ve Ortodoks mezhebi derinliğine- sahip jeopolitik bir varlığı himaye etmesinin ona koruyucu bir kalkan, ihmal edilemeyecek kadar değerli maden ve tarım zenginlikleri, stratejik tesisler sağlayan geniş bir alan sağlayacağının farkında.
Öte yandan, Ruslar hırslarına veya emellerine dayatılan kronik "Batı ablukası" kaygılarıyla bir şekilde bir arada yaşamalarına rağmen, Moskova bu kez Batı’nın muhtemel ya da olası tepkisinin ciddiyetini hafife almış gibi davrandı.
Donald Trump ve Joe Biden döneminde keşfettikleri Amerikan gevşekliği, Brexit sonrası İngiliz izolasyonculuğu, Emmanuel Macron dönemindeki aceleci ve düşüncesiz Fransız doğaçlamaları, boş "Ostpolitik" sayfadan sonra, Doğu'daki krizlerle ilgili olağan Alman çekinceleri, Başkan Vladimir Putin ve generallerini teşvik etmiş olabilir.
Dahası özellikle Asya'da güçlü bir şekilde yükselen devlerin ortaya çıkışı ışığında, Berlin Duvarı’nın ve Sovyetler Birliği'nin çöküşünün ardından dünyada ortaya çıkan "tek kutupluluğun" sona erdiğine dair kanaatin yaygınlaşması da Putin’i cesaretlendirmiş olabilir.
Burada Rus liderliğinin Arap topraklarındaki iki karşıt deneyimi de gözden kaçırılmamalı.
Birincisinde Moskova, Batı'nın kendisini Libya'da "marjinalleştirdiğini" düşündü. İkincisinde yani Suriye’de de neredeyse aynısını yapacakken, Rusya doğrudan askeri müdahale yoluyla bunu engellemeye karar verdi.
Ama olan oldu, Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, Moskova'nın tüm muhaliflerini bir anda seferber etti.
İncelikli bir diplomasi ile kamufle edilmiş olsa bile kurumlara ve teamüllere saygılı bir şekilde siyaset yapan bir devlet olmayı -kendi ısrarı ile- kaçıran büyük güç ile eski ve yeni hesaplaşmaları olan herkesi harekete geçirdi.
Ukrayna'nın işgaline verilen jeopolitik tepkilerin başında, Avrupa'da "tarafsızlık" fikrinin kalan değerini de kaybetmesi geldi.
İlk işaret, Avrupa'nın en kuzeyinde Rusya ile sınır komşusu olan "tarafsız" Finlandiya'nın NATO'ya katılması oldu.
İsveç de aynı yola girdi ama NATO’ya katılımı, İsveç’in Ankara'nın Kürt "ayrılıkçılarla" sorunlarına ilişkin tutumu nedeniyle Türkiye üyeliğini veto ettiği için gecikti.
Tarihe önem verenler veya hâlâ önem verenler için hem Türklerin hem de İsveçlilerin "Rus ayısı" ile tamamı dost olmayan uzun bir tarihleri olduğunu hatırlatalım.
Türkiye, bir NATO gücü olmadan önce, Soğuk Savaş sırasında eski Sovyetler Birliği'ne karşı hassas bir rol oynamıştı.
Osmanlı Halifeliği de Kafkasya ve Orta Avrupa'ya kadar Balkanlar'ın büyük bir kısmına hakim olmuştu.
İsveç ise 1554 ile 1809 yılları arasında Rusya ile en az 8 kez savaşmıştı.
Ancak Vilnius Zirvesi mutabakatlarının mürekkebi kurumadan Hindistan Başbakanı Narendra Modi, Fransa'nın ulusal gün kutlamalarında onur konuğu oldu.
Dün Paris'te olduğu gibi Modi gibi tartışmalı bir ismin cömertçe onurlandırılması doğal olarak birçok çevrede soru işaretlerine yol açtı.
Ne var ki bu yaklaşımın nedenleri arasında şunların geldiği aşikar:
- NATO, Batı ittifakını tamamen Avrupa-Kuzey Amerika alanına odaklanmaktan kurtaracak yeni bir stratejik yaklaşım benimsiyor. Dünyadaki diğer sıcak noktalarla ilgileniyor ve bu noktaların belki de en göze çarpanı Çin'in yükselen gücü çağında Uzak Doğu.
- QUAD’taki (Dörtlü Güvenlik Diyaloğu) ortakları ABD, Japonya ve Avustralya ile birlikte Pasifik ve Hint okyanuslarında Çin’in gücünü dengeleme açısından Hindistan'ın Asya'daki gelecekteki rolü.
- Hindistan'ın terörle mücadeledeki rolü. Şu anda Yeni Delhi'de hüküm süren muhafazakar Hindu liderliğinin, bazı Batılı ülkelerin benimsediği ve Cumhurbaşkanı Macron'un daha önce Fransa'nın son yıllarda tanık olduğu terör eylemleri gölgesinde ima ettiği dinî tanımlamaya göre kendisini "teröre karşı savaşta ortak" gördüğü biliniyor.
- Hindistan’ın büyük bir teknoloji, üretim ve tüketim pazarı olarak önemi, dolayısıyla NATO ülkelerinin -elbette Fransa dahil olmak üzere- ekonomik, siyasi ve askeri olarak bundan faydalanma arzusu.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.