28 Mayıs ile birlikte yalnızca seçimlerin değil, seçim ekonomisinin de sonuna gelindi.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB) rezervlerini eritme pahasına seçime kadar 19 lira seviyelerinde tutulan dolar/TL, 26 lirayı geçmiş durumda.
Dövizin zembereğinden kurtulmuşçasına yükselmesi ile Merkez Bankası'nın rezervleri arasındaki parallelliği de gördüğümüz günlerdeyiz.
Haziran başında eksi 5,7 milyar dolarla tarihin en düşük seviyesini gören net döviz rezervleri, 23 Haziran'la biten haftada 8,5 milyar dolar artarak 9 milyar dolara yükseldi. Bundan önceki haftalık en büyük artış 8,2 milyar dolar ile 2002 Şubat ayında gerçeklemişti.
Bunun yanı sıra "sözlü müdahale" ile bilhassa Mart 2021'den (yüzde 19) bu yana baskılanan politika faizi, 4 aydır yüzde 8,50 seviyesindeydi. Son Para Politikası Kurulu ile yüzde 15'e yükseltildi.
Bu faiz kararı aynı zamanda, ucuz kredi dönemi için de bir "U" dönüşü. Hayli zamandır kredi genişlemesinden beslenen ekonomik büyümenin neye dönüşeceği ise sene sonunda belli olacak.
Bugüne kadar yüksek faiz karşıtlığını defaatle dile getiren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a Azerbaycan gezisi sonrası şu soru sorulmuştu: Cumhurbaşkanı faiz politikalarında ciddi bir değişime mi gidiyor?
"Hâlâ aynı noktadayım" vs. "Rasyonel zemine dönüş"
Cumhurbaşkanı, "Hâlâ aynı noktadayım" dese de yeni Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in göreve gelmeden masaya koyduğu şartlarda işbirliğinin olacağının da sinyalini vermişti:
Biz kendisine burada atacağı adımları süratle, rahatlıkla Merkez Bankası'yla beraber atmasını kabullendik, "Hayırlı olsun" dedik ve bu şekilde de enflasyonu tek haneye düşürmekteki kararlılığımızı da bildirdik.
Başbakanlığım döneminde biz (enflasyonu) tek haneye düşürdüğümüzde faiz 4,6'ydı, enflasyon da 6,2'ydi. O zaman da bu işleri beraber yaptık ve şimdi de sayın Bakan'ımıza bunları söyledik, aynı şekilde bunu birlikte yapmalıyız.
Biz o zaman "düşük faiz, düşük enflasyon" teorisiyle çalıştık. Şimdi de aynı anlayışla çalışıyorum, aynı düşüncedeyim ve bu şekilde bunu başarabiliriz diye inanıyorum.
Gelinen noktada, Şimşek'in göreve gelir gelmez yaptığı "Türkiye'nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır" açıklamasının, "Hâlâ aynı noktadayım" açıklamasından daha fazla yürürlükte olduğu görülüyor.
Asgari ücret artışı, enflasyonun altında
Ancak elbette ki yeterli değil. Enflasyon hâlâ yüzde 40 seviyesine yakın.
Açlık sınırı 10 bin 373, yoksulluk sınırı ise 33 bin 788 lira seviyesinde. Yani eskiden otomobil aldığınız para, bugün gıda, ulaşım, eğitim, sağlık gibi zaruri ihtiyaçları insani şekilde karşılamamız için gereken miktar. Gıda enflasyonunda Avrupa birincisi olan Türkiye, dünyada ise ilk 10'da.
Enflasyon, çalışanın gelirini erittikçe, asgari ücrete sene ortasında yapılan ara zam da kaçınılmaz oluyor iki senedir.
Net Asgari Ücret (TL) | Dolar karşılığı ($) (Yıllık ortalama dolar/TL kuruna göre) |
|
2020 | 2 bin 324 | 331 |
2021 | 2 bin 825 | 318 |
2022 ilk yarısı | 4 bin 253 | 256 |
2022 ikinci yarı | 5 bin 500 | 331 |
2023 ilk yarısı | 8 bin 506 | 427 |
2023 ikinci yarısı | 11 bin 402 | 437 |
Son olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, 1 Temmuz'dan itibaren geçerli olacak asgari ücreti 11 bin 402 lira olarak açıkladı. Bu rakam, sene başında açıklanan 8 bin 506 liradan yüzde 34 daha fazla. Yani artış, hâlen enflasyonun altında.
Geçen yılın ortasında yapılan asgari ücret artışı 29'du. 4 bin 253 liralık ücret, 5 bin 500 lira olmuştu. 2022'nin haziran ayının enflasyonu ise yüzde 78'in üzerindeydi.
Asgari ücret enflasyonu artırır mı?
Asgari ücretteki artışın ardından işsizlik maaşından kıdem tazminatına, askerlik ve doğum borçlanmasından staj ücretlerine kadar pek çok kalemde de değişiklik olacak.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Zaten bu nedenle her zam dönemi, "asgari ücret artarsa enflasyon artacak" tartışmalarına neden oluyor.
Hammaddesinin yüzde 85'ini ithal eden Türkiye'de enflasyonun en önemli tetikleyicisi döviz kurları. Ancak ücret artışının etkileri konusunda da en büyük ayrışma ortodoks ve heterodoks iktisatçılar arasında.
Ortodoks iktisat, ücretlerdeki artışla birlikte işverenin işçi çıkarmaya yönelebileceğini ve işsizlik oranında artış görüleceğini savunuyor. Buna ek olarak, firmalar maliyet artışlarını fiyatlara yansıtacağını ve bu durumun da enflasyonu tetikleyeceğini ifade ediyorlar.
Benzer şekilde, ortodoks iktisatçılara göre ücretlerin artması talebi, dolayısıyla harcamaları artıracak; bu durum da ekonomide canlanmaya kapı açacak.
Ancak Türkiye'de son yıllarda görülen iki durum var: İnsanların harcamaları (bilhassa konut ve otomobil gibi) arttıysa bunun en önemli nedeninin artan maaşlar değil, ucuz kredi, yani borçlanma olması. İkinci durum ise artan ücretlerin enflasyon karşısında erimesiyle kişilerin harcama tercihlerinde değişikliğe gitmesi. Örneğin evine et alamaması gibi.
"Enflasyon değil tam istihdam hedeflenmeli"
Heteredoks iktisatçılar ise ortodoks ekonomistlerle aynı çizgide değil.
Daha önce konuştuğumuz Yalova Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Baki Demirel, bu konuyla ilgili "Bizim yaklaşımımız, bölüşüm temellidir. Enflasyon değil, tam istihdam hedeflenmeli" demişti.
Tam istihdam hedefinin işsiz insanlara iş bulacağını, bunun da gelir yaratacağını vurgulayan Demirel, "Yaratılan bu gelir, talep beklentilerini artırır. Bu da yatırım ve üretimi artıracaktır" değerlendirmesini yapmıştı.
Demirel'e göre yoksulluk arttıkça enflasyon artıyor. Çünkü yoksulların talep ettiği gıda, temizlik gibi mallar enflasyon artışını hızlandırıyor.
"Dayanıklı tüketim mallarına talebi artıracak bir gelir modeli yaratmak lazım" diyen Demirel, "Düşük faiz politikasının istihdam yaratmadığı açık. Yoksul ülkeye yabancı yatırımcı da yerli yatırımcı da gelmez. Yoksulluğu azaltmak lazım" ifadesini kullandı.
"Dünyanın her yerinde faiz arttı, işsizlik artırıldı, neden enflasyon düşmedi?"
Maliyetleri, dolaylı olarak enflasyonu düşürmek için ücretlerin düşürülmesi gerektiği görüşüne karşına çıkan Dr. İlhan Döğüş de "Siz işsizliği arttırınca insanların harcama kapasitesini daraltıyorsunuz. Bu sefer ne oluyor? Ben işsiz kaldığım zaman hayati olan ürünleri tercih tüketmekte sınırlı kalıyorum" dedi.
Gıda, barınma, temizlik, faturalar gibi ürünler, Döğüş'ün bahsettiği ürünler ve bunların talebi esnek değil. Yani fiyatı artsa bile tüketimde çok fazla kesinti yapılamıyor.
"O yüzden devlet alkole, tütüne, şekere, benzine zam yapıyor. Çünkü onların fiyatı ne kadar artarsa artsın talebi çok sert düşmüyor" diyen Döğüş, "Bunlar hızlı şekilde yeniden üretilebilir ürünler de değil. Gıdayı hemen üretemiyorsunuz, bir konut üretmek için iki yıl lazım. Talep, enflasyonist ürünlere kayıyor" dedi ve şunları ekledi:
Ancak işsizlik düşerse ve gelirleri artarsa insanlar, erteledikleri beyaz eşya, kıyafet, mobilya, ayakkabı vs gibi ürünlere kayar. Bunlar, talebi arttığında üretimi artıran sektörler.
Dünyanın her yerinde faiz arttı, işsizlik artırıldı, neden enflasyon düşmedi? Yani talep düştüğünde her firma fiyat düşürmüyor. Talep arttığında da her firma fiyat artırmıyor. Bu o ekonominin kompozisyonuna bakar. O ülkede ekonomi ne kadar emek yoğun üretim ne kadar gıda, yani yoksulluk düzeyi vesaire gibi.
IMF: Fiyatlardaki artışın yüzde 45'i şirketlerin kâr artışından
"Yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan?" tartışmasına dönen asgari ücret- enflasyon meselesine son noktayı ise Uluslararası Para Fonu (IMF) koydu.
IMF'nin son raporuna göre Avrupa'daki enflasyonu en çok artıran kalemlerin başında son iki yıldır şirket kârları geliyor.
Bunun ana nedeni ise şirketlerin fiyatları, roket hızında yükselen enerji ithalatı maliyetlerinden daha fazla artırması.
IMF yetkilileri, Avrupa Merkez Bankası'nın 2025 için koyduğu yüzde 2 enflasyon hedefinin tutturulması için şirketlerin daha düşük kâr oranlarını kabul etmeleri gerektiğini söylüyor.
Zira çalışanlar, ücretlerinden feragat etmeyecekler.
Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden sonra enerji ve gıda zincirinin sekteye uğraması Ekim 2022'de Avrupa enflasyonunu yüzde 10,6'ya kadar yükseltmişti. Bu oran, mayısta yüzde 6,1'e kadar geriledi.
Avrupa Merkez Bankası (ECB), 2011'den bu yana ilk faiz artışını Temmuz 2022'de yaptı. 2014'te başlayan negatif faiz dönemi de yine bu tarihte sona erdi.
Son bir yılda 400 baz puan artışa giden ECB'nin en hızlı sıkılaştırma adımı ile mevduat faizi, 22 yılın en yüksek seviyesi yüzde 3,5'e çıktı.
IMF analistleri Niels Jakob Hansen, Frederik Toscani, Jing Zhou'nun 23 Haziran tarihli raporuna göre 2022'nin başından bu yana fiyatlardaki artışın yüzde 45'i şirketlerin kâr artışından kaynaklı.
"Daha yüksek enflasyon, daha yüksek kârları ve ithalat fiyatlarını yansıtıyor" diyen analistlere göre ithalat, yüzde 40 oranında, işçi maliyetleri ise yüzde 25 oranında enflasyona etki ediyor. Vergilerin ise çok az miktarda bir deflasyonist etkisi var.
Sektörel kârlara bakıldığında ise kârını 2021 sonundan bu yana en hızlı şekilde artıran sektör madencilik. Bunu tarım ve inşaat takip ediyor.
Ücretler ne zaman "normale" döner?
"Başka bir deyişle şirketler, maliyet şoklarından işçilere göre daha iyi korundu" diyen Hansen, Toscani ve Zhou'nun hesaplamalarına göre şirketlerin enflasyon düzeltmesi yapılan kârları, yılın ilk çeyreğinde, pandemi öncesi döneme kıyasla yüzde 1 daha yüksekti. Bunun yanı sıra çalışanların tazminatları, yüzde 2 daha aşağıda.
Anlattıkları durumun "Kârlılık arttı" anlamına gelmediğini vurgulayan analistler, istihdam maliyetlerinin de yükselişte olduğunu, ithalatın yarattığı faturanın 2022 ortasında zirve yapıp çekilmeye başladığını hatırlattı.
Ani şoklara karşı ürün fiyatlarının ücretlere kıyasla daha hızlı tepki verdiğini yineleyen IMF raporunda şu ifadelere yer verildi:
Bunun bir ölçüde nedeni de ücret pazarlıklarının seyrek gerçekleşmesi. Ancak Avrupa'da ücretlerinin reel anlamda yüzde 5 gerilediğini gören çalışanlar, zam konusunda bastırıyorlar.
Burada önemli olan sorular; ücretlerin ne hızda artacağı, şirketlerin yüksek ücret maliyetlerini daha fazla fiyat artırmadan karşılayıp karşılayamayacağı."
IMF'nin tahminine göre Avrupa'da nominal ücret artışı önümüzdeki iki yılda yüzde 4,5 olursa, çalışan verimliliği aşağı yukarı aynı kalırsa, şirketlerin kârları pandemi öncesine dönebilir ve ECB'nin 2025 için koyduğu yüzde 2 enflasyon hedefine ulaşılabilir.
"Peki ücretler daha önemli ölçüde artırılmalı mı?" sorusuna ise IMF analistleri şu örneği veriyor: Reel ücretlerin 2024 sonuna kadar pandemi öncesi seviyelerine dönmesi için yüzde 5,5 artış gerekli. Böyle bir durumda, enflasyon hedefinin tutturulması için, şirketlerin kâr oranlarının, 1990'lardan bu yana en düşük seviyeye çekilmesi gerekebilir.
"Daha kalıcı enflasyon gelecek"
Son dönemde Türkiye'deki iktisatçıların da paylaştığı bir makale, tam olarak bu konuyu ele alıyor.
"Satıcıların Enflasyonu, Kârlar ve Tartışmalar" başlıklı makale, Massachusetts Amherst Üniversitesi ekonomistleri Isabella M. Weber ve Evan Wasner'e ait.
Weber ve Wasner, pandemi, iklim değişikliği ve jeopolitik gerilimler gibi pek çok krizin üst üste yaşandığını ve geleceğin, daha fazla krize gebe olduğundan bahsediyor. Ve bu krizler sürdükçe, fiyat artışları dalgasıyla karşı karşıya kalınmaya da devam edilecek.
Ekonomistler, "Son zamanlarda fiyat artışlarının yavaşlaması, mevcut enflasyon dalgasının, bir sonraki krize kadar 'geçici' göründüğüne işaret edebilir. Ancak analizimiz, satıcı enflasyonunun yerini daha kalıcı enflasyona bırakabileceğini öne sürüyor" değerlendirmesine yer veriyor.
"Son çare, sektörler için stratejik fiyat kontrolleri olabilir"
"Enflasyon, ekonomik istikrarı baltalar ve reel ücretler düşerken finansal zararlara neden olur" diyen Weber ve Wasner, enflasyona karşı alınacak önlemleri, şirketler üzerinden açıklıyor.
Bahsettikleri önlemlerden ilki daha geniş bir mal yelpazesi için gerekli tampon stok sistemleri. Mallar üzerindeki finansal spekülasyonu sınırlamak da başka bir yararlı araç.
"Şirketlerin bir darboğaza yanıt olarak tekel gücü kullanmasını önlemek için, birçok ABD eyaletindeki fahiş fiyat yasaları, acil durumlarda aşırı fiyatlandırmayı yasaklar" diyen Weber ve Wasner, şöyle devam ediyor:
Çoğunlukla, bu yasalar tüketicinin temel özelliklerine odaklanır. Acil durumlarda, önemli üretim sektörleri için yasal fiyat artışlarının derecesini sınırlayan benzer ulusal ve hatta uluslararası düzenlemeler, daha sonra tüm ekonomiye yayılan ve enflasyon yaratan dürtülerin önlenmesinde önemli bir rol oynayabilir.
Isabella M. Weber ve Evan Wasner'e göre "beklenmedik kârlara uygulanabilecek bir vergi politikası", kâr marjlarını artıran fiyat artışlarını firmalar için daha az çekici hâle getirebilir.
Weber ve Wasner tüm bu önlemlerin başarısız olması durumunda önemli sektörler için stratejik fiyat kontrollerinin son çare olabileceğine vurgu yapıyor: Fiyatların bir avuç firma tarafından yönetildiği durumlarda, bunların uygulanması rekabetçi piyasalara göre daha kolaydır.
"Arz kısıtlarının olduğu dönemde firmalar geçici bir tekel gücü elde ediyor"
Greenwich Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Cem Oyvat, Twitter hesabından yaptığı açıklamada Isabella M. Weber ve Evan Wasner'in makalesine atıfta bulunuyor.
Oyvat'ın açıklamasına göre firmalar, talep düşse bile, fiyat savaşlarından kaçınmak için fiyatlarını düşürmüyorlar. Arz kısıtlarının olduğu dönemde firmalar geçici bir tekel gücü elde ederek, fiyatlarını kârlarını arttıracak şekilde arttırabiliyorlar.
Dolayısıyla resmi enflasyonun dahi yüzde 80 gördüğü bir ülkede, enflasyonun çoğu kârlara yansısa bile, bu büyük ölçüde firmaların kâr marjlarını arttırmaları değil, korumaları yoluyla oluyor.
— Cem Oyvat (@cemoyvat) May 7, 2023
7/
"Hammadde fiyatlarına bağlı olarak ‘birim emek dışı maliyet' artarsa, kâr marjı sabit kalsa bile fiyatla birlikte toplam kârlar artıyor ve fiyat artışı kârlara yansıyor" diyen Oyvat, ücretlerin de aynı oranda artmaması durumunda, firmadaki emek sömürüsünün yükseldiğini söylüyor.
Asgari ücretle ilgili üç senaryo
Weber ve Wasner'in makalesi ile konuyla ilgili diğer bazı araştırmaları köşesine taşıyan isimlerden biri de duayen iktisat profesörü Korkut Boratav.
Sol Haber için yazdığı köşe yazısının "'Kârların sürüklediği enflasyon' keşfediliyor" şeklinde bir ara başlığı var.
Boratav, işsizliği artırarak enflasyonu frenleme yönteminin solcu iktisatçıların sert eleştirileri ile karşı karşıya kaldığını vurguluyor.
Kovid'den Rusya-Ukrayna savaşına kadar karşılaşılan bir dizi şoktan bahseden Boratav, "Arz kaynaklı şoklar, kâr katsayılarının artırılması için bir fırsat olarak kullanılırsa bir maliyet enflasyonu başlayabiliyor" diyor.
Boratav, asgari ücretle ve işyeri kârları ile ilgili üç senaryodan bahsediyor.
Bunlardan ilki asgari ücret artışlarının kârları erimesi ve fiyatlara fazla yansımaması.
"Enflasyon etkilenmeyecek, reel ücretler artacak; toplam hasılada kârların payı aşınacaktır" diyen Prof. Dr. Korkut Boratav, "Bu durum şirketlerin dağınık, rekabetin yoğun, güçlü emek örgütlerinin iktidarı etkilediği bir ortamda söz konusudur. Elbette AKP Türkiye'si değil… 1970'li yıllarda Batı'da emek lehine sonuçlanan ücret-fiyat çekişmesi akla geliyor" ifadesini kullanıyor.
İkinci senaryo, kârların ücret artışlarına ayak uydurabilmesi.
Bu senaryoda işgücü dahil, tüm maliyetlere eklenen belli bir kâr katsayısı, asgari ücret artışlarına da uygulanıyor.
"Enerji gibi ithal girdilerinin ve pahalılaşan dövizin de tetiklediği, arz kaynaklı bir maliyet enflasyonu yaşanmaktadır" diyen Boratav, "Kâr katsayısı, artan ücretler sonrasında da sabit kalırsa sermaye ve emeğin net hasıladan payları değişmez. 1990'lı yılların Türkiye'sini hatırlatan bir durum" değerlendirmesini yapıyor.
Boratav'a göre üçüncü senaryo, son asgari ücret zammı sonrası Türkiye için öngördüğü, kârların sürüklediği bir enflasyona yol açan senaryo. Üçüncü senaryoda şirketler, asgari ücret artışlarını fazlasıyla telafi edebiliyor.
"Bu olanak, tekelleşmenin, "oligopolcü" işletmelerin etkili, ayrıca talep esnekliğinin düşük olduğu üretim kollarında söz konusudur" diyor Korkut Boratav ve ekliyor:
"Şirketler ücret ve diğer maliyet artışlarını kâr katsayılarını (sermayenin payını) artırmak için bir fırsat olarak kullanmaktadır."
© The Independentturkish