ABD'nin bölgedeki müttefikleriyle ilişkilerinin yenilenmesi için ne gerekiyor?

ABD'nin Ortadoğu'ya yönelik stratejik taahhüdüne duyulan güvenin aşınması, Washington'un bölgeye yönelik dış politikasındaki daha geniş sistemik sorunların bir belirtisidir

İllüstrasyon: Anvita Gupta/Fast Company Middle East

Suudi-ABD ilişkileri yeni bir dönemeçte bulunuyor. Temasların ve Dışişleri Bakanı Anthony Blinken ile ondan önce Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan'ın iki ziyareti gibi, ikili ziyaretlere ek olarak, Sudan dosyası gibi bölgesel dosyalarda siyasi koordinasyonun temsil ettiği bu dönemeç, iki ülke arasında resmi bir uzlaşmadan daha fazlasını ama stratejik bir atılımdan daha azını içinde saklıyor.

Rusya-Ukrayna savaşı ve Pekin ile Washington arasındaki çok eksenli yarışın gölgesindeki dünyada jeopolitik rekabetin artmasının yanı sıra küresel ekonominin tamamını tehdit eden durgunluk, bunun yansımalarıyla yüzleşmede Suudi Arabistan gibi ülkelerin oynadığı rol çerçevesinde, ABD'nin Ortadoğu ile Riyad kapısından ilişkisi yeni ve özel bir önem kazanıyor.

Ancak Ortadoğu'ya yönelik Amerikan dış politikasının eksiklikleri, Washington'un bölgeye yönelik stratejik taahhüdüne karşı güven erozyonunu oluşturan unsurlar, 4 ana faktör incelenerek daha doğru ve derinlemesine anlaşılmalı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

1- Amerikan politikası, yönetimlerin değişmesi nedeniyle, her zaman pek çok tutarsızlıkla karakterize edilmiştir. Bununla birlikte, Ortadoğu'ya yönelik dış politika 75 yıl boyunca net bir siyasi, ekonomik ve güvenlik çıkarları ağı içinde tutarlı kaldı.

Ne var ki bir yönetimden diğerine ABD dış politikasını belirlemede artan çelişki, müttefikler arasındaki güvenin aşınmasına görülmemiş bir şekilde katkıda bulunuyor.

Bu, Washington'un küresel önceliklerindeki değişiklikten, bilhassa Çin'in yükselişi nedeniyle ABD'nin Asya-Pasifik bölgesine artan ilgisinden kaynaklanıyor.

Gelgelelim Washington şimdiye kadar stratejisini ve ilişkilerini bu yeni önceliklere hizmet edecek biçimde akıcı ve uyumlu bir şekilde revize edebilmiş gibi görünmüyor.

Bu, örneğin, üç ABD yönetiminin yani Obama, Trump ve Biden yönetimlerinin İran ile nükleer anlaşmaya ilişkin pozisyonlarında açıkça görülüyor.

Bu pozisyonlar ABD yönetimlerinin, İran'a karşı net bir strateji belirleme konusunda Suudi Arabistan, Mısır, BAE ve İsrail gibi anlaşmanın kilit müttefiklerin çıkarları üzerindeki etkisine dair gerçek bir anlayış olmadan, Ortadoğu'daki bu dosyayı kapatıp diğer önceliklere yönelmek istediklerini gösteriyor.

Ayrıca, ABD'nin Ortadoğu petrolüne daha az bağımlı hale gelmesiyle birlikte enerji dinamiklerindeki değişim, iki taraf arasındaki stratejik ilişkinin temel direklerinden birini sarstı.

ABD'nin artık bölgeye ihtiyaç duymadığına dair basitleştirilmiş izlenimlerin yaratılması, "irrasyonel" bir tepkisellikle kendisine sırtını dönebileceğini düşünmesine ama daha sonra geri dönüp köprülerin nasıl onarılacağını, ittifakların nasıl restore edileceğini müzakere etmesiyle sonuçlandı.
 


2- Amerikan siyasi hayatının en kutuplaşmış ve bölünmüş dönemlerinden birinde, iç çekişme aracına dönüşen iç politikanın ABD'nin dış politikası üzerindeki etkisi göz ardı edilemez.

ABD'nin kendi içindeki siyasi dalgalanmalar, her bir yönetime bir öncekinden keskin bir şekilde ayrılması için baskı yapıyor ve bu da etkilenenler için derin ve uzun vadeli sonuçları olan ani siyasi değişimlere yol açıyor.

Biden yönetiminin, Washington'un Ortadoğu'daki tarihi müttefikleriyle ilişkilerini bozma pahasına bile olsa kendisini Trump yönetiminden ayırma takıntısında bu açıkça görülebilir.

Ayrıca hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi partinin tabanı temelinde Amerikan kamuoyu, Ortadoğu'da 20 yıl içindeki devasa can ve mal kaybı maliyetlerinin ardından, uluslararası çatışmalardan çekilmeye ve iç meselelere odaklanmaya giderek daha fazla meylediyor.

Bölgenin kendisi; Arap Baharı ve Suriye savaşı, IŞİD'in ortaya çıkışı ve yenilgisi, İran yayılmacı projesinin patlak vermesi gibi hızlı ve değişken jeopolitik dinamiklerin yönettiği sürekli bir değişim halinde.

Bu, ABD'nin belirli, açıkça tanımlanmış çıkarları işaret edip, bunu Ortadoğu'ya yönelik karmaşık ve maliyetli bir dış politikaya yatırım yapmanın gerekçesi olarak Amerikan seçmenine sunmasını zorlaştırıyor.


3- Amerikan kimliğinin doğasında var olan ahlaki üstünlük fikrine dayanarak derinden kök salmış bir inanç olan Amerikan müstesnalığı fikri, ABD’nin Ortadoğu politikasını baltalamada eskisinden daha fazla rol oynayan faktörlerden biri.

Bu fikir, genellikle iki ciddi soruna yol açıyor. Birincisi, ABD ile bölge ülkeleri arasındaki sosyal ve değer farklılıklarının, iktidar yapıları arasındaki ayrımların görmezden gelinmesine yol açıyor. Siyasal sistemleri demokratik ve totaliter şeklinde ikiye bölmeyi basit ve kolay görmeye itiyor.

Bu Amerikan entelektüel tembelliği, Washington'un bölge hükümetleri ve liderleriyle ilişkilerini zorlaştıran durumların önünü açıyor. Pratik siyasi, güvenlik ve ekonomik anlayışların formüle edilmesi olasılığını engelliyor.

İkincisi, bu Amerikan küstahlığı, tıpkı 2015 yılında İran ile nükleer anlaşma imzalandığında olduğu gibi, genellikle müttefiklerin hassasiyetlerine ve endişelerine karşı tehlikeli bir kayıtsızlığa dönüşüyor. İran ile anlaşma imzalandığında bölgedeki birçok ülkenin endişeleri garip bir ihmalle karşılandı.


4- ABD'nin Ortadoğu politikasında stratejik ittifaklardan karşılıklı ilişkilere geçiş, bölgesel istikrar ve ABD'nin uzun vadeli çıkarları için ciddi bir tehlike oluşturuyor.

Öncelikle kısa vadeli ekonomik veya acil siyasi kazanımlarla motive edilen bu yaklaşım, tarihsel olarak ABD'nin bölgedeki varlığının merkezinde yer alan köklü stratejik ortaklıkların değerini hafife alıyor.

Büyük silah anlaşmaları veya uçak sözleşmeleri gibi önemli anlaşmalar, ne kadar önemli olsalar da bu ittifakları metaya dönüştürme, ortak stratejik çıkarlara ve karşılıklı güvene dayalı ortaklıklar yerine salt ekonomik mübadelelere indirgenme riskini taşıyor.

ABD'nin Ortadoğu'ya yönelik stratejik taahhüdüne duyulan güvenin aşınması, Washington'un bölgeye yönelik dış politikasındaki daha geniş sistemik sorunların bir belirtisidir.

Daha doğru, saygılı ve istikrarlı bir gelecek tasavvurunun veya herhangi bir stratejik diyalogun odaklanması gereken nokta da budur.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU