Türkiye’deki demokratikleşme adımlarının her zaman kırılgan bir yanı olmuştur. Her yapılan düzenleme ve ilerlemeden sonra, herkesin zihninde geçmişe döner miyiz gibi bir kaygı, zihninin bir köşesinde her zaman durur.
Yakın tarihteki demokratikleşme süreçlerinde de aynı korku ve endişeyi görmek mümkün. Öyle ki bu konularla alakalı en ufak bir gelişme dahi, büyük bir infial yaratabiliyor ve insanların zihninde yatan o korkuyu tekrar gün yüzüne çıkartabiliyor.
Bunun son örneğini Artuklu Üniversitesi bünyesinde yer alan enstitülerin tek çatı altında toplanmasından dolayı alınan bir kararda, Yaşayan Diller Enstitüsü'nün kapatılacağının medyaya yansımasında gördük.
Ben süreci en başına kadar götürelim ki bu enstitülerin nasıl açıldığını, neler yaptıklarını ve günümüzde aslında neler olduğunu biraz daha iyi anlamış olalım.
Özellikle 2009 sonrasında başlayan demokratikleşme süreci ile beraber, dil ve kültür alanındaki iyileşmeler çok hızlı şekilde değişim ve dönüşüm yaşadı. Devlet 80 yıllık yasaklı zihninden arınıp, farklı dil ve kültürlere daha fazla olanak sağlamaya başladı. Bunun başında da Kürtçe ve Zazaca hususunda, dil ve kültürle alakalı çalışmalar oldu.
Bu demokratikleşme sürecinde, devletin farklı dillere ve kültürlere karşı bir iyi niyet göstergesi olarak, 2009 yılında Mardin Artuklu Üniversitesi bünyesinde ilk Yaşayan Diller Enstitüsü'nün kurulmasına onay verildi. İşin esasına bakılırsa Yaşayan Diller Enstitüsü ismine, daha açılır açılmaz itiraz edilmeye başlandı. Garabetin ayak sesleri olarak okundu bu isim; ancak sonrasında herkes yapılacak çalışmalara odaklanması gerektiğini düşünüp bunun üzerinde çok da durmadı.
Bu ilk adımdan sonra 2011 yılında Bingöl Üniversitesi'nde, 2012 yılında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nde, 2013 yılında ise Siirt Üniversitesi'nde aynı isimle enstitüler kuruldu.
Bu enstitülerin temel amacı şuydu: Bu enstitüler bünyesinde Kürtçe ve Zazaca lisansüstü eğitim verecek anabilim dalları açmak ve bu faaliyetleri yürütmekti. Tabii bir de bu enstitüler dışında Diyarbakır Dicle Üniversitesi ile Muş Alparslan Üniversitesi, kendi bünyeleri altında bulunan Sosyal Bilimler Enstitülerinde bu çalışmaları yapmaya başladılar.
Aslında bu süreçte Kürtçe ve Zazaca için planlanan lisansüstü çalışmalar için yeni bir enstitüye ihtiyaç duymadan, üniversite bünyesi altındaki mevcut enstitü vasıtasıyla da bu çalışmaların yapılabildiğini gördük.
Örneğin; Mardin Artuklu Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsü bünyesinde Kürtçe/Zazaca çalışmalar yapan anabilim dalının adı Kürt Dili ve Kültürü’dür, aynı çalışmaları Muş Alparslan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde kurulan Kürt Dili ve Kültürü Anabilim Dalı da yapıyor. Yani enstitüler farklı ama anabilim dalı isimleri ve yapılan çalışmalar aynı oluyor. Burada Kürtçe veya Zazaca lisansüstü çalışmalar için illa da Yaşayan Diller Enstitüsünün olmasına ihtiyaç duyulmuyor.
Ancak kamuoyundaki algı bu şekilde değil maalesef. Kamuoyunda Kürtçe ve Zazaca ile ilgili çalışmalar hep Yaşayan Diller Enstitüsü olmadan yapılamayacağı gibi bir kanaat söz konusu. Bu durum, Bingöl ve Mardin’deki Yaşayan Diller Enstitülerinin daha fazla ön planda olmasından kaynaklanıyor olabilir.
Bu enstitüler kurulduğu 2009 yılından günümüze kadar, yani 10 yıllık süreçte çok iyi işler yaptı. Onlarca tezli ve tezsiz yüksek lisans mezunu verdi ve şu anda da yüksek lisans ve doktora çalışmalarına devam ediyorlar.
YÖK Tez verilerine göre Bingöl Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsü'nde şimdiye kadar 48, Artuklu Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsü'nde 84, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsü'nde 14 olmak üzere 146 Kürtçe veya Zazaca yüksek lisans tezi hazırlandı. Lisansüstü eğitimlerin dışında sempozyumlar, çalıştaylar, paneller düzenlendi. Türkiye kamuoyu bu enstitüler bünyesindeki çalışmalar ile Kürtçe ve Zazaca’nın sesini daha fazla duymaya ve aşina olmaya başladı. Bu enstitüler hâlâ aktif bir şekilde bu faaliyetlerine devam ediyorlar.
Buraya bir virgül koyalım, şimdi gelelim meselenin diğer yönüne.
2018 yılında yeni açılan 20 yeni üniversite ile ilgili yeni bir uygulama devreye sokuldu. Buna göre, bu üniversitelerde yapılacak lisansüstü eğitimler için her alanla ilgili farklı bir enstitü kurmak yerine, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü adı altında tek enstitü kurulacak ve bu enstitü bünyesinde oluşturulacak anabilim dalları ile yüksek lisans ve doktora eğitimi verilecekti. Yani artık sosyal bilimler alanı için Sosyal Bilimler Enstitüsü, fen bilimleri için Fen Bilimleri Enstitüsü, sağlık bilimleri için Sağlık Bilimleri Enstitüsü ve diğer alanlar için de yine farklı enstitüler kurmaya gerek yoktu. Tek enstitü bünyesinde, tüm bu enstitülerde yer alan anabilim dalları oluşturulacak ve aynı eğitim verilebilecekti.
Peki, buna ne gerek vardı, neden böyle bir uygulamaya geçildi? Esasında YÖK nezdinde yeni üniversiteler bünyesinde başlayan ve zamanla diğer üniversitelerde de uygulanacak olan bu teşkilat şemasının amacı çok başlılığın önüne geçmek ve tasarruf etmekti; çünkü her enstitü için müdür, müdür yardımcıları, enstitü sekreteri, idari personel gibi farklı bir kadro oluşturmak gerekiyor, ayrıca her enstitünün bütçesi de ayrı oluşturuluyor. Enstitülerin birleştirilip tek enstitü olması halinde ise tüm bu teşkilat yapılanması tek enstitü için kurulacak ve böylece personel ve işgücünden tasarruf edilmiş olacaktı, ayrıca işin mali kısmında da tasarruf edilecek.
Bu durum enstitü sayısı az olan üniversiteler düşünülerek, çok gerekli olmadığı gibi bir kanıya varılabilir; ama örneğin Hacettepe Üniversitesi'nde 15, Ankara Üniversitesi'nde 14, İstanbul Üniversitesi'nde 12 enstitü var. Enstitü sayısı artıkça mali ve personel bakımdan bu yük daha da artıyor.
İlk olarak yeni açılan bu üniversiteler ile başlayan enstitülerin birleştirilmesi uygulaması, zamanla diğer üniversiteler için de uygulanmaya başlandı.
Şu anda Mardin Artuklu Üniversitesi'nde olan durum tam da budur. Üniversite bünyesinde bulunan Sosyal Bilimler Enstitüsü, Fen Bilimleri Enstitüsü ve Yaşayan Diller Enstitüsü birleştirilerek; Lisansüstü Eğitim Enstitüsü olarak yeniden yapılandırılacak. Bu üç enstitü bünyesinde yer alan anabilim dalları da yeni kurulacak bu enstitüye aktarılacak ve bundan sonra tüm yüksek lisans ve doktora çalışmaları tek enstitü bünyesinde devam edecek.
Hal böyle iken medyaya yansıyan Kürtçe veya Zazaca çalışmaların durdurulduğu, enstitünün kapatılması ile bu anabilim dallarının da kapatıldığı, demokratikleşme sürecinde başlayan bu adımların artık son bulduğu gibi yorumların veya açıklamaların hiçbir doğruluğu bulunmuyor.
Bugün Artuklu Üniversitesi'nde enstitüler ile ilgili yapılan bu yapılanma değişikliği, yarın öbür gün diğer üniversitelerde de olacak, diğer üniversiteler de benzer süreçlerden geçecek.
Bu olay bize bir kez daha gösterdi ki, Türkiye’deki bazı gelişmeler hâlâ oldukça hassas bir yapıya sahip, insanların zihninde tekrardan "Geçmişe geri mi dönüyoruz" gibi düşünceleri getirebiliyor.
Bu saatten sonra kimsenin aklına dil yasakları, dille ilgili çalışmaların durdurulması, Türkiye’nin farklı dillerine pranga vurulması gelmesin. O günler geçmişte kaldı.
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish