"Özgür ve bağımsız gazetecilik kimin işi" sorusuna usta kalemler yanıt verdi

Türk basını günün koşullarına ayak uydursa da tartışma ve nitelendirmelerden kurtulamıyor. Kartel, tekel, besleme basın, yandaş, candaş... Sansüre uğrayan, darbecilerini saldırısından nasibini alan basının etkinliğini duayen gazeteciler yorumladı

“Özgür ve bağımsız gazetecilik kimin işi” sorusuna usta kalemler yanıt verdi / Fotoğraf: AA

İlk Türkçe gazete Takvim-i Vakayi 11 Kasım 1831'da yayımlandı.

10 Mayıs 1876'da ise Türk basınında ilk kez sansür uygulandı.

Türkçe yayımlanan gazetenin piyasaya çıkmasında 45 yıl sonra getirilen sansür uygulaması, 24 Temmuz 1908'de kaldırıldı. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bu tarihten sonraki yıllarda durum basın bayramı olarak kutlanmaya başlandı.

14 Ağustos 1908'de ise Türk Basın Birliği kuruldu.

Kronolojiye bakıldığında Türk basın tarihinin eski olduğu net anlaşılıyor. 

Ancak basın tarihinde tartışmalar hiç eksik olmadı.

Tekelleşme, kartelleşme, taraflılık, yandaş, candaş ve besleme basın tartışmaları hep süregeldi. 

Bir dönem Türk basının organlarının büyük bölümü sadece iki grubun elindeydi. 

28 Şubat döneminde bu nedenle "kartel" tabiri fazlasıyla kullanıldı. 

Ardından iktidar değişince "tekelleşme" veya "kartel" tabirleri fazla kullanılmamaya başlandı. 

Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AK Parti) iktidara gelmesiyle birlikte de "besleme basın" tabiri gündeme geldi. 

 

basın
"Tekelleşme" veya "kartel" tabirleri fazla kullanılmamaya başlandı / Fotoğraf: AA

 

Satışı az olan yazılı ile izleyici ve dinleyicisi yüksek olmayan ama iktidara koşulsuz destek veren küçük medya organlarına "besleme" denildi. 

Bir süre sonra bu defa basın organları el değiştirmeye başladı. Artık medyanın büyük bölümünde iktidar söz sahibi oldu. 

Gazetecilerin azımsanmayacak bir kısmı da iktidarı savununca "yandaş" ifadesi ön plana çıktı.  

Sadece partilerin değil, terör örgütlerinin bile medyası var

Peki iktidarın medyası olur da muhalefetin olmaz mı? Tabii ki muhalefeti destekleyen medya organları da var. Onlar için kullanılan tabir ise "candaş". 

Sadece iktidarın değil. Türkiye'de faaliyet gösteren birçok partinin medyası bulunuyor. 

Bunlara tek tek yazmaya gerek bile yok. Zira en küçüğündü en büyüğüne kadar her siyasi hareket "küçük olsun ama benim olsun" mantığıyla medyaya yöneliyor. 

Eskiden bu çok belirgindi. Fakat sosyal medyanın çok yaygınlaşması üzerine artık partiler televizyon kanalları, gazete ve dergiler çıkarmıyor. Ancak yine de her siyasi partinin desteklediği medya organları var. 

 

Birçok gazeteci mevcut durumdan rahatsız
Birçok gazeteci mevcut durumdan rahatsız / Fotoğraf: AA

 

Siyasi partilerin yanı sıra Türkiye'de devletin terör örgütü olarak gördüğü yapıların bile medyası mevcut.

Bunun en bariz örneği ise FETÖ ve PKK'nın yayın organları olduğu için kapılarına kilit vurulun basın kuruluşları. 

Bu durumdan ise en çok rahatsız olanlar ise haliyle gazeteciler.

Objektifliğin kaybeden gazeteciler, meslektaşlarına zarar verdikleri gibi inandırıcılıklarını da yitiriyor. 

Zira ortadaki tablonun oluşmasında gazetecilerin de kabahati yok değil. 

Bir zamanlar "dördüncü kuvvet" olarak değerlendirilen ancak şimdilerde etkisi değil tavrı tartışma konusu olan basının içinde bulunduğu duruma kimi zaman gazeteciler isyan ediyor. 

"Bizim de yanlışlarımız, günahlarımız var"

Sektörde farklı kademelerde görev alan ve gazetecilik mesleğini 53 yıldır Hasan Cemal, kötü gidişata tepki gösterlerden. 

Cemal, gazetecilerin özeleştiri yapması gerektiğini ifade etti. Cemal, T24'deki "Eyy gazeteci milleti, titre ve kendine dön!" başlıklı yazısında "Özgür ve bağımsız medya, en başta senin işin, başkasının değil" dedi. 

"Yeni bir medya inşa etmek için, en başta bir özeleştiri mekanizması kurmak zorundayız" diyen Cemal, "Gazeteci milleti olarak kendimizi bir özeleştiri süzgecinden geçirmeliyiz. Çünkü bizim de yanlışlarımız, günahlarımız var" ifadelerini kullandı. 

 

Basın
Türk basını günün koşullarına ayak uydursa da tartışma ve nitelendirmelerden kurtulamıyor / Fotoğraf: AA

 

Türk medyasında yaşananlara örnekler veren Hasan Cemal'e göre bazen cumhuriyeti korumak, bazen devletin bekası, bezen ülkenin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü, bazen bölünme korkusu, bazen dış düşmanla mücadele, bazen terörle mücadele adına ve bunlara benzer gerekçelerle demokrasi, hukuk ve özgürlüklerin kolu kanadı kırıldı.

Gazetecilik diye bir meslek olduğunu, bunun bazı temel ilkelere dayandığını pek öyle fazla önemsenmediğini vurgulayan Cemal, "Ya da mesleğimize doğru dürüst sahip çıkmadık. Gazetecilik mesleğinin çıtasını yükseltmek de önümüzdeki dönemde yeni bir medya yaratmak da 'demokrasi kültürü'nden yeterince nasiplenmekten geçiyor. Bu kültürü doğru dürüst edinmeden, özgür ve bağımsız medya hayaldir" uyarısında bulundu. 

Hasan Cemal'ın "Özgür ve bağımsız medya en başta gazetecileri işi" ve özeleştiri çağrısını medya dünyasının güçlü kalemlerine yorumlattık.

"Demokrasi özgür gazeteciliğin oksijenidir"

Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici onlardan biri. Yıllardır, özgür ve bağımsız medyanın öncelikle gazetecilerin işi olduğunu, medya kuruluşlarının bağımsız gazetecilik yapabilmesi için patronların da editoryal bağımsızlığı tanımaları, saygı göstermeleri gerektiği görüşünde ısrar ediyor Bildirici.

Bildirici'ye göre editoryal bağımsızlığın olmadığı, medya sahiplerinin yayıncılık dışında işlerinin olduğu kurumlarda kamu yararını gözeten gazeteciliği yapmak mümkün değil. 

 

Faruk Bildirici
Faruk Bildirici / Fotoğraf: AA

 

Bağımsız medyanın kendi kendini denetleyecek kurumlar oluşturması, siyasi ve güç odaklarından gelecek müdahalelere karşı örgütlenmesi gerektiğine dikkati çeken Bildirici, "Tabii bağımsız ve özgür gazetecilik yapabilmenin temel koşulu da demokrasinin varlığıdır. Demokrasi özgür gazeteciliğin oksijenidir, olmazsa olmazıdır. O nedenle gazeteciler için demokrasi mücadelesi her zaman önceliklidir" dedi. 

Gazetecilerin baskıcı yönetimlere karşı yine gazeteciliğin hakkını vererek mücadele edebileceğine değinen Bildirici, "Yazarak, çizerek, görüntüleyerek, anlatarak karanlığı yırtabilir. Çünkü baskıcı, anti demokratik yönetimlerin panzehiri her zaman geçeklerdir. Gazeteciler de gerçekleri insanlara ileterek mücadele edebilirler" şeklinde konuştu.

"Eski medyanın yanlışlarından, günahlarından arınmak şart"

Yeni bir medya yaratmanın mümkün olduğunu aktaran Bildirici, şöyle devam etti: 

Bilindiği gibi bir dijital devrimin ortasından geçiyoruz ve yeni bir siyasal kavşaktayız. Eski medyanın günahlarında boğulduğu, güç odaklarıyla iç içe geçmiş ilişkileriyle iyice kirlendiği bir ortamda dijital devrim ve siyasal dönüşüm bize yeni olanaklar sunuyor. Bu olanakların değerlendirilmesiyle yeni bir medya yaratılabilir. Ama eski medyanın yanlışlarından, günahlarından da arınmak şart.  Kuşkusuz sadece medya kuruluşları değil her birimiz de birey olarak günahlarımızdan arınmalıyız. Kendi adıma ‘Günahlarımızda Yıkandık' ile ‘Medyanın Ombudsmanı ve Saray'ın Medyası' kitaplarımda hem gördüğüm yanlışları, etik dışı davranışları, hem de kendi yanlışlarımı, eksikliklerimi sergilemiştim."

"Medya sermaye sahiplerine bağımlı hale gelmiş durumda"

Yazar Dr. Nuray Mert de Hasan Cemal'in özeleştiri çağrısının çok samimi olduğundan şüphe duymadığını, eleştiriye açık olduğuna şahsen şahit olmuş biri olduğunu söyledi.

1990'lı yılların sonlarında, Hasan Cemal'in bir kitabını eleştiren, neoliberal düşüncelerini hedef alan, ama alaycılık dozunu kaçıran bir yazı yazdığını hatırlatan Mert, "O denli olgun bir tavır takındı ki, mahcup oldum, dahası bende sevgi ve saygı uyandırdı. Medyada benzer fazla isim olmadığına da şahit olma fırsatım oldu. Bu nedenle, özgür ve bağımsız medya konusunda pek umutlu değilim. Ayrıca, güzel bir ideal olmasına rağmen, dünyanın her yerinde medya artık tamamen başta sermaye sahipleri olmak üzere bağımlı hale gelmiş durumda. Yine de bugünkü medyanın durumundan daha iyi, daha seviyeli ve görece özerk bir gelecek üzerine düşünmekte fayda olduğuna katılmamak mümkün değil" yorumunda bulundu.

 

Nuray Mert
Nuray Mert / Fotoğraf: Twitter

 

Dr. Mert, "Gazeteciler, baskıcı yönetimlere karşı ne yapabilir?" sorusuna şu yanıtı verdi:

Bu sorunun kısa ve uzun iki cevabı olabilir. Kısa olanı; 'hırslarına gem vurabilirler'. Uzun cevap olarak, bu soruya beklediğiniz cevap ‘direniş stratejileri' ise, ben de tam ondan bahsediyorum; iktidar baskılarına karşı en büyük direniş, zaaflarımıza rehin düşmek konusunda titiz davranmaya çalışmak olabilir. Maalesef hala bu kaba yöntemler de geçerli, ama baskı, sadece ceza, hapis, işkence demek değildir, zaten bu tür baskılar, karşı dirençleri arttırır. Gönüllük esasına dayalı daha ince baskı mekanizmaları daha etkili olabilir. Gazetecilerin simit-çay dönemine geri dönülsün demiyorum ama, Türkiye'de Özel döneminde başlayan ‘yüksek maaş', ‘yıldız gazeteciler' ortamı ile, bu ikinci türden bir iktidara sadakat halkası oluşturuldu. Yüksek maaşlar, popülerlik, iktidara yakınlık, ‘her faninin' kolayca gözden çıkarabileceği şeyler değildir. Maişet kaygısı ile medyanın arka planında çalışan basın emekçilerinden söz etmiyorum, ana medyanın köşe başlarından, sonra köşe başı hayali ile sıra bekleyenlerden söz ediyorum. Bu noktada, özgürlükler adına ilkeler falan yoktur, çok gürültüsü koparılan kadın dayanışması falan da yoktur. Tüm bunlar aslında medyanın geçmişine göz atarsanız kolayca gözlenebilecek şeyler, ama ben bunları bizzat tecrübe de etmiş bulundum."

"Bugün özgürlük tellallığı yapanlar düne kadar bununla meşgul değildi"

"Mesele şahsi değil, elbette, açtırmasınlar kutuyu söyletmesinler kötüyü, bugün özgürlük tellallığı yapanların, düne kadar ne özgürlük ne yoksulluk ile meşgul değildi" diyen Mert, sözlerini şöyle sürdürdü:

Hasan Cemal, özeleştiri konusunda haklı. Fakat görecek ki, çağrısına ciddi anlamda cevap veren olmayacak. En azından, ben halihazırda böyle bir hava görmüyorum. Belki mümkündür, göreceğiz. Belki, genç nesiller, tüm yaşananlara karşı tepki olarak, farklı bir yol izleyebilirler. Bu noktada da en büyük sorun, tüm kötülüklerin ve dolayısı ile medyaya ilişkin sorunların da AK Parti iktidarı ile sınırlanması ve dolayısı ile geçmişin temize çıkarılması. Hatta, ‘bit pazarına nur yağması'. Bu ortam genç gazetecilerin geçmişi sorgulamasını zorlaştırır, öyle olursa da iktidar değişse bile yeni kadrolar ile aynı oyunlar sahne alır. Şimdiden, bu sahneye çıkmaya hazırlananları gözlemek mümkün."

 

Sadece iktidarın değil. Türkiye’de faaliyet gösteren birçok partinin medyası var
Sadece iktidarın değil, Türkiye'de faaliyet gösteren birçok partinin medyası var / Fotoğraf: AA

 

"Medya da STK'lar da 'parayı verenin çaldığı bir düdük'e dönüştü"

Gazeteci yazar Abdurrahman Dilipak ise özgür ve bağımsız medyanın oluşmasında yasama, yürütme, yargı, medya, sermaye, siyaset, bürokrasi, akademi, STK, Diyanet ve MEB dahil herkesin sorumluluğunun olduğu kanaatinde olduğunu belirtti.

Medyanın hakkın ve halkın gören gözü, işiten kulağı ve haykıran sesi olması gerektiğine değinen Dilipak, "Hakikat arayışından gerçeklerin üzerinden yol alır insanlar. Değilse dost-düşman karışır. İnsanlar bu şekilde kendi inanç tarih ve geleneklerine düşman hale getirilebilir. Soğuk savaş döneminde önce medya ele geçirildi. Bu yolla ani, sıcak bir şekilde insanların beyinlerine dokunabiliyorsunuz. Sonuçta aynı ülkenin çocukları sağ-Sol, Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Laik-İslamcı diye birbirine karşı kullanıldı. Aynı ülkenin çocuklarının kanları ve gözyaşları üzerinden birileri kendilerine servet ve iktidar ürettiler" yorumunda bulundu.

Günümüzde "medya tetikçiliği", "kiralık kalemler" ve trollerden söz edildiğini anımsatan Dilipak, "yandaş medya', ‘candaş medya', ‘Nuh'un köpekleri', gazeteci görünen kime çalıştığı belli olmayan istihbarat elemanlarından geçilmiyor. Batıda bir ‘basının, demokratik bir toplumun 'bekçi köpeği' rolü oynadığı' iddiaları pandemi sürecinde iflas etti. Medya da STK'lar da ‘parayı verenin çaldığı bir düdük'e dönüştü" dedi.

"'Zalimleri alkışladık' diyerek özeleştiri yapmamız lazım"

Özgür, haktan yana, hakka bağlı, adil şahitlik görevinin ilk muhatabının elbette medya mensuplarının bizzat kendileri olduğuna vurgu yapan Dilipak, devamında şunları kaydetti:

"Maalesef bunu siyasetin finansman gibi medyanın finansmanı da ciddi bir sorundur ve global sosyal medya da bugün ‘sahibinin sesi' olarak global sistemin hizmetinde, emrinde, sansürcü ve tetikçi bir tutum içindedir. Bu noktada hepimizin ciddi bir özeleştiri, nefis muhasebesi yapmamız ve ‘inni küntü minezzalimin, (biz zalimlerden olduk, haksızlık karşısında sustuk ve zalimlari alkışladık)' diyerek ciddi bir özeleştiri yapmamız lazım. Maalesef bu konuda ne siyaset ne bürokrasi ne de sermaye sahipleri dürüst değil. Bugün medya bir soğuk savaş aracıdır ve karşı kampların tehdit ve şantaj aracı olarak var olan dehşet dengesinin bir aracıdır."

 

Abdurrahman Dlipak
Abdurrahman Dlipak / Fotoğraf: AA

 

"Toplumda köklü bir değişim olmadan dürüst bir medya olmayacaktır"

Yazar Abdurrahman Dilipak'ın "Yeni bir medya yaratmak mümkün mü, nasıl" sorusuna yanıtı şöyle oldu:

Bu konuda basın örgütlü değil. Resmi basın örgütleri sorun çözücü olmaktan çok, yönetici kadroların havuç ve sopa mekanizmasıdır. Kiralık, satılık kalemler varsa, her zaman bunun içeriden ve dışarıdan müşterisi olacaktır. Namuslu kişiler ise, her zaman birileri için risk oluşturmaktadır. İktidar, servet, meslek kuruluşları ve mevcut sivil örgütlenmeler onların kontrolünde ise, Medya zaten onların Truva atı demektir. Sonuçta medya bu toplumun aynasıdır. Toplumda köklü bir değişim olmadan dürüst bir medya olmayacaktır. Bu biraz arz-talep dengesine bağlıdır. Biraz da tavuk yumurtadan mı, yumurta tavuktan mı hikayesi ile ilgilidir. Böyle bir toplumun böyle bir medyası olur, böyle bir medyanın peşinden giden bir toplum böyle olur. Sonuçta ‘Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş'. Ya da toplumun farklı kesimleri arasında ‘U Borusu' misali bir benzeşme söz konusudur. Ahlak ve bilgi seviyesi açısından toplumun çatışan kesimleri bile büyük ölçüde birbirine benzer."

"Sessizin sesi, güçsüzün nefesi olmayı başaramadılar"

Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Süleyman İrvan da bütün meslekler için olduğu gibi gazetecilik için de özeleştirinin gerekli olduğunu söyledi.

Türkiye'de gazeteciler çok hata yaptığını, darbeleri desteklediğini, otoriter yönetimlerin yanında saf tuttuğunu, dördüncü güç olma vasfını ve eleştiri görevini yerine getiremediğine dikkati çeken Prof. Dr. İrvan, "Sessizin sesi, güçsüzün nefesi olmayı başaramadılar. İşte bu yüzden özeleştiri gerekiyor. Özeleştiri, yapılan hatalardan ders alabilmek anlamına geliyor en başta. Özellikle son önemde iyice kutuplaşmış bir yapıya bürünen Türk medyasının ciddi bir özeleştiri kültürü geliştirmesi, mesleğin geleceği adına bunu yapması gerekiyor" ifadelerine yer verdi.

 

Süleyman İrvan
Süleyman İrvan / Fotoğraf: Üsküdar Üniversitesi

 

Yeni bir medyanın aksine mesleki dayanışmayı, etik ilkeleri, mesleğin itibarını, barış gazeteciliğini, çözüm gazeteciliğini önceleyen, insan haklarını gözeten yeni bir gazeteciliğe ihtiyaç olduğunu kaydeden İrvan, "Eğer bunları yapabilirsek geleneksel medyayı da daha iyi hale getirebiliriz. Hep birlikte yeni bir medya değil yeni bir gazetecilik yaratalım" dedi.

"Ortak hareket edilseydi 29 madde TBMM'de geçer miydi?"

Gazetecilerin toplumda her zaman en fazla baskı altında kalan meslek gruplarının başında geldiğini, yaptıkları iş gereği baskıdan kaçınmalarının pek mümkün olmadığını belirten İrvan, sözlerini şöyle tamamladı:

Ya gerçekleri aktaracak ve baskı ve tehditlere maruz kalacaklar ya da ‘biat et rahat et' diyeceklerdir. Bu da elbette en başta gazetecilik mesleğinin toplumu tam ve doğru bilgilendirme misyonuna ihanettir. Gazetecilerin baskıcı yönetimlere karşı dayanışmak dışında yapabilecekleri pek fazla bir şey yoktur. Aslında 12 Eylül'ün en sert, en baskıcı dönemlerinde bile kısmen de olsa dayanışma sergileyebilmiş, birbirlerine sahip çıkabilmiş gazetecilerimizin bugün geldiğimiz noktada benzer bir dayanışmayı sergileyememesi kabul edilebilir değildir. Bunun için en başta gazetecilik meslek örgütleri dayanışma ruhunu yeniden diriltecek çalışmalar yapmalıdır. Eğer gazeteciler ortak hareket edebilmiş olsalardı, meselâ sansür yasası olarak adlandırdığımız meşhur 29. madde acaba yine de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden (TBMM) geçer miydi diye sormadan edemiyorum."

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU