Türkiye Ortadoğu'nun yeni aktörü Çin için hazır mı?

Dr. Nurettin Akçay Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Türk dış politikası için bir öncelik sıralaması yapmak gerekirse, Ortadoğu her zaman ön sıraları işgal edecek bölgelerin başında gelmiştir.

Zira sahip olduğu enerji kaynakları, ulusal güvenliğimize tehdit yapılar barındırması ve bizzat içinde yaşadığımız coğrafya olması nedeniyle bölge yıllardır Türk dış politikasının ana odak noktasını oluşturmuştur.

Ortadoğu'nun yanı sıra bir diğer önceliğimiz de hegemon devlet olması münasebetiyle bölgenin her karışına nüfuz edebilme gücü olan ABD olmuştur.

Bu nedenle yıllarca Ortadoğu'daki aktörlerle birlikte Amerikalı elitlerin de bölgedeki olaylar hakkında neler düşündüğünü anlamaya çalıştık.

Çünkü Washington hesaba katılmadan bölgede bir eyleme girişmenin pek de mümkün olmadığını hepimiz çok iyi biliyorduk. 


ABD'nin bölgedeki hegemonik gücü, son yıllarda ciddi bir şekilde zedelense de hala yoğun bir şekilde devam ediyor.

Ancak son yıllarda bölgedeki ayak izini hızla artıran ve Ortadoğu'nun her noktasına yavaş, dikkatli ve kararlı adımlarla nüfuz etmeye başlayan yeni bir aktör doğdu.

Bu aktör hepimizin bu günlerde sıkça ismini duyduğu Çin


Çin, dünyanın en büyük enerji rezervleri ve dünyanın en istikrarsız alanlarına ev sahipliği yapan Ortadoğu'da nispeten yeni sayılabilecek bir oyuncudur.

Hızla büyüyen ekonomik kapasitesi ile uluslararası arenada daha fazla siyasi güç elde eden Çin, zaman içerisinde küresel arenanın da başat oyuncularından biri haline gelmiştir.

Gerek hızla büyüyen ekonomisinin devamlılığını sağlayan enerjinin merkez üslerinden biri olması, gerekse ABD hegemonyasına yönelik en büyük meydan okumalardan biri olan Kuşak ve Yol Projesi'nin en önemli güzergâhlarından birinde yer alması nedeniyle Ortadoğu, zaman içerisinde Çin için hayati öneme sahip bölgelerden biri olmuştur.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Ortadoğu, 1993 yılında petrol ithalatçısı bir ülke olmasından bu yana Çin'in her geçen gün artan enerji ihtiyacının en kritik sağlayıcısı haline gelmiştir.

Çin'in petrol ithalatının neredeyse yarısını tek başına karşılayan bölge, Pekin'in enerji güvenliğinin ayrılmaz bir parçası olmuştur.

Enerji güvenliğinin yanı sıra; Çin'in diplomatik becerilerini test ettiği sıcak bir bölge, Çin ürünleri için önemli bir pazar, Uygur meselesine karşı destek alınması gereken bir coğrafya olması hasebiyle de bölge, yıllar içerisinde Pekin'in dış politika öncelikleri arasında üst sıralara çıkmayı başarmıştır.


Çin'in ekonomiyi merkeze alan yaklaşımı sayesinde bölge ülkeleriyle olan ticaret hacmi de önemli oranda artmıştır.

2000-2014 yılları arasında Çin ile Ortadoğu ülkeleri arasındaki ticaret 17 kat artarak, 18 milyar dolardan 312 milyar dolara çıkmıştır.

2010'da Çin, bölgenin en büyük ticaret ortağı olarak ABD'nin yerini alırken, ticari ilişkilerin merkezinde doğal olarak Çin'in muazzam enerji talebi bulunmaktadır.

2017'de dünyanın en büyük ham petrol ithalatçısı olan Çin, 2020 rakamlarına göre bölgeden 176 milyar ABD doları tutarında ham petrol ithal etmiştir.

Bu resmi ithalatın neredeyse yarısı (yüzde 47) anlamına gelmektedir. Çin'in en büyük petrol sağlayıcısı ise yine bölge ülkelerinden biri olan Suudi Arabistan'dır.

2021 yılında Suudi Arabistan'ın Çin'in petrol ithalatındaki toplam payı yüzde 17'ye çıkmış ve Rusya'nın da önünde Pekin'in en büyük petrol sağlayıcısı olmuştur.


Çin'in Ortadoğu'daki faaliyetleri ise rakibi ABD'nin aksine önemli farklılıklar göstermektedir.

Bölge ülkeleriyle ABD'nin kutuplaştırıcı tavrının aksine kazan-kazan anlayışını ve müdahaleci olmayan tavrını merkeze alarak ilişki kuran Pekin, birçok Ortadoğu ülkesiyle pürüzsüz diplomatik bağlar kurabilmiştir.

Kendi içişlerine müdahale etmeden şimdilik sadece ekonomiyi merkeze alan Çin'in bu tavrı bölgedeki pek çok ülkeyi de memnun etmektedir.

Ayrıca özellikle Trump'la birlikte başlayan ABD'nin müttefiklerini ötekileştirici tavrı da Suudi Arabistan başta olmak üzere bölge ülkelerinin arayışa girmesine ve Pekin'le daha yakın ilişkiler geliştirmesine vesile olmuştur. 


Bununla birlikte, Çin'in bölge ülkeleriyle yürüttüğü diplomatik ve ekonomik bağlar, bölgenin petrol temelli ekonomileri için de yeni fırsatlar yaratmaktadır.

Petrol gelirlerine aşırı bağımlı olan Ortadoğu ülkeleri, bu sıkışmışlıktan kurtulabilmenin yollarını aramakta ve ekonomik bir dönüşüm için çabalamaktadırlar.

Bu nedenle yeni dönemde Arap ülkeleri Çin ile enerji konularının yanı sıra; teknoloji transferi, alt yapı geliştirme, yenilenebilir enerji gibi konularda da iş birliğini arttırmaya çalışacaktır. 

Bu kapsamda Çin'in bölge ülkelerine yapacağı yatırımların daha da artması beklenmektedir.

Son yıllarda Çin'in Ortadoğu'daki yatırımlarında bir azalma gözlemlenmesine rağmen, 2005-2021 yılları arasında MENA ülkelerindeki toplam Çin yatırımı 213,9 milyar doları bulmuştur.

Suudi Arabistan ise 2005-2021 yılları arasında aldığı 43,47 milyar dolarlık yatırımla, MENA ülkeleri arasında en çok Çin yatırımı çeken ülke olmuştur.

Çin yatırımları Ortadoğu'nun petrol temelli ekonomilerini çeşitlendirme açısından oldukça önemliyken, Çin'in de bu doğrultuda hareket ettiği görülmektedir.

Örneğin Çin'in Suudi Arabistan'da son 15 yılda yaptığı yatırımlar incelendiğinde yatırımların dar bir kapsamdan ziyade; teknoloji, yenilenebilir ve nükleer enerji, finans, lojistik, silah üretimi, iletişim, turizm gibi geniş bir çerçeveye yayıldığını görüyoruz. 
 

ç.jpg
Kral Selman, Çin Devlet Başkanı ile Kapsamlı Stratejik Ortaklık Anlaşması imzaladı / Fotoğraf: SPA

 

Son yıllarda artan bu ivmenin 9 Aralık'ta düzenlenen Çin-Arap zirvesiyle yeni bir aşamaya geçmesi bekleniyor.

Zirve öncesinde Çin Dışişleri Bakanlığı "Yeni Dönemde Çin-Arap İşbirliği Raporu"nu yayımlayarak, Çin'in Ortadoğu'ya yönelik politikalarının ana hatlarını vurguladı.

Raporda en dikkat çeken konulardan biri; Pekin'in, bölgede jeopolitik çıkar peşinde olduğu ve ABD'nin Ortadoğu'daki boşluğunu dolduracağı iddialarını reddetmesiydi.

Rapor genel olarak ortak gelişmeye, kazan kazana vurgu yaparken, Çin'in bölgede yapıcı bir rol üstleneceğini özellikle vurguluyordu.

Raporda öne çıkan konulardan bir diğeri de Çin'in önümüzdeki dönemde bölge ülkeleriyle yapacağı iş birliğinin detaylarıydı.

Rapora göre, tarım, finans ve yüksek teknoloji gelecekteki Çin-Arap iş birliğinin kilit sektörleri olarak öne çıkacaktı. 


Rapor Çin-Arap devletleri arasındaki ilişkinin rotasını çizmesi açısından oldukça önemli bir niyet beyanı olmuştur.

Raporla Çin, ABD'nin aksine karşılıklı saygı ve içişlerine müdahale etmeme anlayışı ekseninde bölge ülkeleriyle daha yoğun ilişkiler kuracağını ilan etmiştir.

İş birliğinin enerji dışında; tarım, finans ve teknoloji gibi alanlara da yoğunlaşacak olması Arap devletlerinin ekonomilerinin çeşitlendirilmesi açısından da kayda değer bir vurgu olmuştur. 


Bu bağlamda, 9 Aralıktaki ilk Çin-Arap zirvesi Çin Dışişleri Bakanlığının raporu ile aynı doğrultuda şekillenecek ve kurulacak yeni mekanizma sayesinde ise ilişkiler yeni bir aşamaya geçecektir.

Zirve Çin ve Arap ülkeleri arasındaki enerji işbirliğine odaklanmanın yanı sıra, nükleer enerji ve yeni enerji gibi konuları da gündemine alacaktır.

Zirvenin aynı zamanda gıda krizi ve iklim değişikliği gibi konulara da odaklanması bekleniyor. 


Özetle OPEC+'ın petrol üretimini azaltma kararı sonrası yaşanan gerginlik bölgede ABD hegemonyasına olan güvensizliğin derinleşmesini sağlamış ve bölge ülkelerini yeni arayışlara itmiştir.

Pekin yönetiminin ekonomiyi ve 'kazan-kazan'ı önceleyen tavrı ise birçok Arap devletinin Çin ile daha yakın ilişkiler geliştirme arzusunu perçinlemektedir.

Aynı zamanda geleneksel enerji kaynaklarına dayanan ekonomilerinin sürdürülebilir olmadığını fark eden Arap devletleri, Çin'in yardımlarıyla teknoloji odaklı bir ekonomik dönüşüm başlatmak istemekteler.

Suudi Arabistan'daki zirve ise bu isteğin somutlaşmasını kolaylaştıracak ve ikili ilişkilerin yeni bir aşamaya geçmesini sağlayacaktır.

Böylece, dünyanın hızlı bir şekilde çok kutupluluğa doğru gittiği bu günlerde, Arap devletleri Çin ile yakınlaşarak yeni yapıya uyum sağlama niyetlerini ortaya koymuşlardır. 
 


Bu noktada sormamız gereken şey ise bizim bu değişime ne kadar adapte olacağımız ve Ortadoğu'daki Çin varlığına nasıl hazırlandığımız sorusu.

Evet, ABD bölgede hala çok güçlü ve Çin bölgede siyasi bir inisiyatif almaktan hala uzak. Ancak, Pekin'in faaliyetleri artıyor.

Çin, bölge ekonomilerini kendisine öylesine angaje etti ki bazı devletlerin karar alma mekanizmalarına dahi etki edebiliyor.

Üstelik Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, nisan ayındaki 21. Boao Asya Forumu'nda "Küresel Güvenlik Girişimi" konseptini gündeme getirerek, ilerleyen dönemlerde Çin'in güvenlik konularında da inisiyatif alacağı sinyallerini verdi. 


Öyle görünüyor ki ilerleyen dönemlerde Pekin'in etkisi daha da artacak ve bölgenin siyasi konularına da etki etmeye başlayacaktır.

Bu noktada Çin'in BM'deki faaliyetlerinin yakından takip edilmesini tavsiye ediyorum. Çin'in BM'deki temsilcisi Geng Shuang'ın Türkiye'nin Irak ve Suriye'deki operasyonlarına yönelik sert tepkileri incelenirse ne demek istediğim daha rahat anlaşılacaktır. 

Çin'in bölgedeki artan etkisi ortadayken, Türkiye'nin bu duruma ne kadar hazır olduğu ise ciddi soru işaretleri içeriyor.

En azından Çin'i tanıyan insan kaynağımızı iyi koordine etmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Zira hemen dibimizdeki gelişmeleri artık Çin'den bağımsız bir şekilde değerlendirmek imkansızlaşacak.

Ve görünen o ki artık Çin'i bilmeden Ortadoğu'daki gelişmeleri değerlendirmek hiç sağlıklı olmayacak. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU