Türkiye, uzunca süredir çok kasvetli bir siyasi atmosferin içinde yaşıyor. Biz siyaset bilimciler de yaşanan bu ortamı açıklamak için çeşitli kavram setleri kullanıyoruz.
Ancak kesin olan bir şey var, herkesin gözü önünde, tarihe not düşerek yaşanan kavganın adı bir hürriyet kavgası.
Zaten Türkiye siyasi tarihinin hikâyesi de aşağı yukarı hep böyle cereyan etti: Bir yanda hürriyet isteyenler, diğer yanda hürriyeti vermemek için direnenler, gasp edenler.
Bu hikâye 1908'den beri böyleydi. Ancak bu hikâyenin sonunda varılan menzil, hürriyete demokratik bir içerik ve o içeriğe de nevi şahsına münhasır bir önem atfetmeye yetmedi.
1908'den beri yaşanan hikâyede hürriyet, hep birilerinin kahramanlık hikâyesiyle simbiyoz içinde ortaya çıktı.
Sonunda hürriyet unutulup, kişilerin egemenliği öne çıktı ve bu egemenlik altında da başkalarının hürriyeti gasp edildi.
Örneğin 12 Eylül'den önce Kenan Evren'e "Bizi kurtar" çağrısı yapıp, rejimine büyük bir rıza gösterenlerle, bu tarihten tam 30 yıl sonra yapılan referandumda Kenan Evren'i yargılama havucu etrafında kümelenenler yine bu toplumdu.
Günün sonunda aydınımız da toplumumuz da belli kişilerin bedeninde zuhur etmiş hürriyeti aramaktan, daha fazla demokrasi aramaya takat bulamadı.
Demokrasinin hiçbir zaman yeterince demokratik olamayacağı gerçeğini unutarak, demokrasiyi toplumsallaştırmak ve bunun için refahı ve mülkiyeti tabana yaymak yerine demokrasiyi kişiselleştirdi; hatta daha da kötüsü çoğu zaman kendi çıkarları için ahlaki bir zırh yaparak araçsallaştırdı.
Fakat normalde olması gereken, en azından aydınların 1907'de hürriyet derken 1908'de "bu kadar yeter" dememesi, 1919'da "istiklâl ve hürriyet" derken 1923'te köşesine çekilmemesi ve hep daha fazlasını için mücadele etmesidir.
20 yılın sonunda vardığımız noktada yine siyasi olarak en çok istediğimizin değil, en çok istemediğimizin üzerinde uzlaşmış durumdayız.
İstemediğimiz şey çok açık: Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, üzerinde uzlaştığımız tek şey ise hürriyet.
Ancak yine bütün tarihimiz boyunca olduğu gibi hürriyet için birleşenlerin hürriyetten bekledikleri karşılık ve onu anlamlandırma şekilleri oldukça farklı.
Buna karşın kesin olan bir şey var: nefes almayı imkânsız kılan bu kasvetli hürriyetsiz ortamda önceliğimiz hürriyet. Çünkü solunumun durduğu bir bünye, tüm işlevlerini kaybeder…
Peki, böylesi bir ortamda bizlerin tek rolü yine her şeyi mevcut liderin yerine gelen birinden beklemek mi olacak?
Eğer böyle olacaksa bu deneyimlerin bizi getirdiği yer ortada. Yani bir "Baba"dan, bir "Karaoğlan"dan, bir "Başbuğ"dan, bir "Hoca"dan, bir "Reis"ten sonra bir başka lakabı unvanından büyük birinin mi peşine takılacağız yine?
Yoksa bu süreci olması gerektiği gibi bir nefes alma, normalleşme ve demokratik mücadeleye zemin hazırlama süreci olarak mı göreceğiz?
Benim görebildiğim kadarıyla özellikle CHP elitleri, süreci ikincisinden ziyade birincisine evirmiş durumda.
Kıymetli meslek büyüğüm Burak Bilgehan Özpek de geçtiğimiz günlerde Medyascope için kaleme aldığı bir yazıda benzer noktalara dikkat çekerek önemli uyarılarda bulundu.
Bu noktada bir şeyi de hatırlatmadan geçemeyeceğim: Ben CHP'ye düşman değil, dostum ve tüm bu uyarılarım dostane uyarılar.
Dibine kadar batmış akademi dünyasında CHP ve sosyal demokrasi çalışan bir avuç insandan biriyim.
Kendimi bu açıklamayı yapmak zorunda hissetmemin nedeni, yıllarca beraber demokrasi adına mücadele ettiğim birçok arkadaşımı bu seçim sürecinde tanıyamamam.
Çünkü korkum, beraber ve omuz omuza verdiğimiz bütün mücadelelerin unutulup, dostane uyarılarımdan dolayı benim de hedef tahtasına konulmam.
Zaten yaşadığım bu korku, tam da bu yazıyı yazmamın sebebi. Yani Türkiye'nin demokratikleşme umudunun birilerinin koltuk arzuları için ahlaki zırh hâline getirilip, demokrasinin ancak bu koltuklara kendilerini getirecek insanın bünyesinde filizlenebileceğini kamusal tartışma zeminine dayattıkları bu ortam.
Ben yalnızca maliyetinin seçimden sonra düşme ihtimali olan bugün değil, maliyetin çok daha yüksek olduğu dün de CHP'ye dönük mesnetsiz saldırılara göğüs gerdim.
Bunun nedeni, zeminin son derece kaygan olduğu Türkiye siyasetinin ilkesizliği içinde CHP'nin zaman zaman kötünün iyisi de olsa daima belli toplumsal iddiaları ve ilkelerinin olmasıdır.
Ancak bugün gelinen noktada iktidara gelmeden içine düşülen bu koltuk kapma yarışı, partinin bütün değer setlerini tahrip etme potansiyeli de taşıyor.
CHP'den geriye kalan sadece tarihi parti olma misyonu olmamalı. Türkiye'nin bu kadar derin toplumsal ve iktisadi sorunlar yaşadığı bir dönemde CHP, biraz da coğrafya partisi olmalı.
Yani Türkiye'nin normalleştiği ve demokratik rekabetin tesis edildiği bir ortamda CHP, sosyal demokrasiyi nasıl iktidar yapacağını ve bu krizleri refahı ve mülkiyeti tabana yayarak nasıl aşabileceğini şimdiden tartışmalı.
Yoksa kişilere indirgenmiş bir tartışma zemini ve koltuk kapma yarışının koltuğu kapana da bir faydası olmayacağı günlere gebeyiz.
Türkiye'de iktidar değişmezse koltuk, kapanın elinde kalır. Çünkü böylesi bir ortamda CHP'nin önünde de kendisinin edilgen olacağı muhtemel iki yol belirir:
- En az HDP kadar marjinalize olduğu ve hiçbir siyasi elitinin özgürlük garantisi olmayan bir siyasi atmosfer,
- CHP'nin bütünüyle otoriterleşmiş rejim tarafından dünyanın gözündeki meşruiyetini yitirmemek için yeniden inşa edilmesi.
Dolayısıyla kişilere indirgenmiş bu tartışmadan sıyrılıp, önce hürriyet ortamını tesis etmenin ancak bu iktidarın gitmesiyle mümkün olduğunu hatırlamalıyız.
Sonra ise mücadelede edilgenleşmek değil, bu kez etken olmanın Erdoğanizmin ve türevlerinin yegane panzehiri olduğunu unutmamalıyız.
Aksi hâlde, Arjantin'de Peron'un gidip Peronizmin ikide bir iktidara gelmesi gibi, Erdoğan gitse de Erdoğanizmin geri dönebileceği gerçeğini hatırda tutmalıyız.
Ayrıca kişilere indirgenmiş bu tartışmadan popülist liderlerin kârlı çıktığı gerçeğini hatırlayarak, bunun yalnızca mevcut Cumhurbaşkanını memnun edeceği gerçeğini unutmamalıyız.
Çünkü Özpek'in de ifade ettiği gibi "Peygamberlerin cirit attığı muhalefet bölündükçe (Erdoğan) daha da arzulu şekilde iktidara asılacak. Zira, muhalefetin savaşı, Mekkeli kervan sahiplerine değil Romalı bir kumandana karşı."
Bunca deneyimden sonra Türkiye demokrasisi, mevcut kahramanı bir yenisiyle ikame etmeyi değil, kahramanlar siyasetinden kurtulmayı bekliyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish