"Toprağın tomografisini çekiyoruz" demişti jeofizik mühendisi Engin Erçetin, yangın bölgelerine sunacakları ücretsiz su arama hizmetini açıklarken.
28 Temmuz-12 Ağustos 2021 tarihleri arasında Türkiye'nin 53 ilinde çıkan 250'den fazla yangının vurduğu yerlerden biri de Erçetin'in büyüdüğü Fethiye'ydi.
Yalnızca Erçetin değil, ülkenin dört bir yanından binlerce insan yangını söndürmek için ya sahadaydı ya da ellerinden gelen tüm yardımı afet bölgesine göndermeye çalışıyordu.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Engin Erçetin, 2021 yılında Independent Türkçe'ye yaptığı açıklamada kurucusu olduğu şirket Geoteknik Zemin Araştırmaları'nın bölge halkının yanan zeytinlik, bademlik gibi alanlarında ücretsiz olarak su arayacaklarını söylemişti.
Erçetin ve ekibi, Türkiye'nin gördüğü en büyük yangınlardan tam bir yıl sonra su bulduklarının, hatta bir alanda su sondajı yapıldığını müjdesini verdi. Bu elbette güzel haberdi ancak bu noktaya varılana kadar ki süreç, Türkiye gerçeklerinin de bir "tomografisi" niteliğindeydi.
"Halk son bir yılda bilinçlendi"
Nisan 2018'de Muğla'nın Fethiye ilçesinde kurulan Geoteknik Zemin Araştırmaları'nın kurucusu Engin Erçetin, aynı zamanda Fethiye Kent Konseyi'nin de bir üyesi.
32 yaşındaki jeofizik mühendisi, büyüdüğü Fethiye'ye beş yıl önce taşındıktan sonra bir de "Afet Gönüllüleri Projesi"ni başlatmıştı.
İleri dağcılık eğitimi almış, yangın ve deprem anında belediyelerle koordineli olarak çalışan, AFAD'dan akreditasyonları olduğu için kriz sahalarına girebilen bir ekibe sahip bu topluluk, son bir yılda eğitimler vermeye de devam etti.
"Yangınlardan sonra son bir sene içerisinde halkta bir bilinçlenme olduğunu gördük. Her yangında artık bir tepki oluştuğunu görüyoruz" diyor Erçetin son bir yılın kazanımlarını anlatırken.
Mahalli oluşumlarda ciddi anlamda eğitim almak isteyen insanların olduğunu belirten Erçetin, devlet ve belediyelerin kanalından ise çok fazla yardım alamadıklarını söylüyor.
Binlerce dönümlük yerde su araması yapıldı
Erçetin'in "su arama" projesi ise yangınlar olmasa bile oldukça elzem.
Zira Akdeniz ve Ege bölgelerindeki yer altı suları uzun süredir azalma eğiliminde. Avrupa ve Akdeniz havzasında 42 üye devletin üye olduğu Akdeniz için Birlik (The Union for the Mediterranean/UFM), Türkiye'de yaz yağmurlarının yüzde 30'a kadar azalacağını öngörüyor.
2021'deki yangınlardan önce Türkiye, yılın ikinci yarısına, yani hasat dönemine Urfa'dan Konya'ya, Mardin'den Diyarbakır'a kadar kuraklık haberleriyle başlamıştı.
Erçetin, "İnsanlar, yer altı suları çekildiği için doğal kaynaklarla kendi topraklarını sulayamaz hale geldiler" diyor.
Tüm bu nedenlerle bu projeyi başlatan Erçetin'in öncelik verdiği alanlar ise vatandaşın yanan zeytinlikleri, badem ve incir ağaçlarının olduğu yerlerdi. Orman vasfındaki bölgeler ise Tarım ve Orman Bakanlığı'nın kontrolünde.
Yaptıkları iş suyu çıkarmak değil suyu arayıp bulmak olan Geoteknik Zemin Araştırmaları, son bir yılda büyüklüğü onlarca dönümü bulan 5-6 parselde araştırmalar yaptı.
50 ya da 100 metrede su buldukları da oldu. Ancak mevzu su sondajına geldiğinde bunu, o işin uzmanı şirketlerin yapması gerekiyordu.
Ancak bu, zaten yangınlarda çok fazla arazisini kaybetmiş köylü için çok büyük maliyet anlamına geliyordu.
İş suyu bulmakla bitmiyor...
Bir kere her şeyden önce sondajı yapacak aracın tükettiği mazot, geçen yıl 7,5 lirayken bu yıl 26 lirayı geçmiş durumda.
"Köylüye '50 metrede, 100 metrede çok güzel su görünüyor' dememe rağmen tercih etmediler" diyen Engin Erçetin, sondajın metresinin 300-350 lirayı bulduğunu söylüyor.
Sondaj yaptırılıp su çıkartılsa bile bir de bunun borulanması, dalgıç pompasının alınması gibi masraflar ekleniyor.
Su aradıkları yerin ABD'li birine ait olduğunu öğrendiler
Geoteknik'in araştırmaları sürerken, kendilerinden yaklaşık 12 dönümü bulan bir araziden arama talebi geldiğini anlatıyor Erçetin.
Bu arazinin bir yabancıya ait olduğu bilgisinin ise daha sonra öğrenildiğini şöyle açıklıyor genç mühendis:
Bir mimar aracılığıyla bir alanda çalışma yapmam istendi. Bunu ücretsiz yapacağımı ve bu konuda ne kadar hassas olduğumu söyledim.
Ancak sonradan parsel sahibinin ABD'li bir yatırımcı olduğunu, bölgede ekolojik tarımla beraber bir mikro-iklimlendirme çalışmasının yürütüleceğini öğrendik.
Ben köylüye, yerliye, hayvancılıkla uğraşacak insanlara yardımcı olmak için topa girmiştim. Yurtdışından bir yatırımcının burada bir aksiyon alacak olması beni biraz demoralize etse de söz verdiğim için kararımı değiştirmedim.
Küçük seraların kurulacağı, yenilenebilir enerjiyle beraber bir sistemin oluşturulacağı bölge için benim de uzmanlığıma başvurdular.
Söz verdiğim gibi ücret almadım ancak ruhsatlandırma gibi devlet işlerine verilen harcırah vs gibi maliyetleri müşteriden talep etmek durumunda kaldım. Kendileri kabul etti. Neticede aramaya başladık.
Erçetin'in açıklamasına göre arazi, yandıktan sonra bir ABD'li tarafından satın alınmıştı.
Bu kişi, su bulunduktan sonra bu araziden su çıkarılmasını da kabul etti. Sondajı yapan şirket, 220 metreye kadar inerek suyu yer yüzüne çıkarmayı başardı. Bölgede yakın zamanda iki sondaj daha yapılacak.
Engin Erçetin bu operasyonlar için ABD'li yatırımcının katlandığı maliyeti ise şu şekilde açıklıyor: Sondajın metresi 250 lira. Bunun üzerine borulama maliyeti, motoru vs koyduğunda ikiyle çarpmak gerek. Tüm bunlar en az 150 bini bulan bir maliyet. Oranın yerlisi bunu yaptıramıyor maalesef.
"'ABD'li yatırımcı, Bill Gates'in ortağıymış' dedikodusu çıktı"
Köylüye olmasa bile doğaya bir yardımı dokunduğunu düşünen Erçetin'i endişelendiren ise iki konu var.
Bunlardan ilki, toprağını canlandıramayan köylünün bu arazileri satmaya başlaması.
Diğeri ise "ABD'li yatırımcı" olduğunun duyulmasıyla bölgede artan fiyatlar ve kulaktan kulağa yayılan "şehir efsaneleri".
"Bir laf çıktı. Güya bu yatırımcı, Bill Gates'in ortağıymış. Dedim ‘benim niye haberim yok bundan'" ifadelerini kullanan Erçetin, yerel halka derdini anlatmakta zor anlar yaşamış:
Konu bir anda bambaşka bir yere gitti. Beklemediğimiz engellerle karşılaştık. Mesela biz sondajı yaparken yine su kullanmak durumundayız. Bir tanker 1000 lira para isterken adam bir anda 5 bin lira istemeye başladı.
Oraya beş yıldızlı otel yapılacakmış gibi laflar da çıkmaya başladı. Ben Fethiye'nin yerlisi olduğumdan, köylüyle daha yakın iletişimde olduğumdan insanlara ne yaptığımızı tane tane anlattım.
Genç ağaçların köklerine kadar kuruduğunu anlattım. Toprakta tutunamıyor. 100 yıllık ağaçlar olsa belki köklerinde yaşam olma ihtimali olabilirdi. Kökleri kurumamıştır canlıdır.
Fethiye çok fazla müteahhit ve yatırımcı geliyor. Onlar geldikçe köylüde "yerler elimizden gidecek" korkusu başlıyor. Ya karşı çıkmalar oluyor ya da herkes elindeki evini, arazini birken beşe satmaya çalışıyor.
"Hayatta kalmak için krizi fırsata çevirmeye çalışıyorlar"
Engin Erçetin, köylünün endişesini anladığını ancak desteklemediğini not düşüyor.
"Hayatta kalmak için krizi fırsata çevirmeye çalışıyorlar. ‘Madem döngü böyle ilerliyor' deyip o döngünün bir parçası oluyorlar" diyor Erçetin:
Diyelim ki bir yer 1 milyon liraya satıldı. O rüzgârla birlikte yan tarafları 1 milyon 100 bin liraya, 1 milyon 200 bin liraya satılmaya başlıyor. Aslında uzun vadede kendileri kaybediyor.
Fethiye'de sıkıntı yaşadığımız nokta, kırsal alanların villalaşma, tesisleşme, otelleşmenin yoğun olması. Köylüler de bundan çok şikayetçi.
Bir otel yapılıyor olması, onların gözünü korkutuyor ve bir domino etkisi yaratıyor. İnsanlar yerlerini satmaya başlıyor. Eski topraklarından uzaklaşıp saçma yerlerde kiraya çıkıyorlar.
"İnsanların yaşama sevinci kalmadı"
Erçetin'in açıklamasına göre yangın sonrası yerli halk yeterli yardımı göremediği için arazisine yatırım yapmak istemiyor.
Rehabilitasyonun köylünün imkanlarıyla olması çok zor. Bu durum da insanları parsellerini satışa çıkarmaya, hatta müteahhide vermeye bile itiyor.
"Çocukluğumdan beri gölgesinde oturduğum ağaçlar gitmiş. İnsanların yaşama sevinci kalmadı" diyor Engin Erçetin.
"İşin kolayına kaçıp, kimyasallara başvuranlar oldu"
"Tek başlarına toprağı canlandırmak isteyen var ama ellerinden belli bir yere kadar geliyor" diyen Erçetin'in açıklamasına göre diğer bir tehdit de "işin kolayına kaçılması".
Verim almak için pesitistlerin, kimyasalların kullanımına dönüyorlar. Organik tarımdan uzaklaşıyorlar.
"İnsanlar bir anksiyete sıkıntısı yaşadığı zaman, uzun vadede sağlıklı bir yaşam tesis etmek yerine hemen prozacı verelim geçelim" der gibi oluyor.
Toprağı da ilaç tedavisiyle rehabilite etmeye çalışanlar oldu. Bu, kısa vadede vatandaşın maddi olarak kendini domatesi patlıcanı ekilebilir hale getiriyor ama toprağa ne kadar faydasının olacağı ziraat mühendislerinin bileceği iş.
"Doğa sanki geçen seneki yangını kompanse etmek istiyormuş bu sene çok yağış oldu"
Tüm bunların yanı sıra bölge, toprak kayması riskiyle de karşı karşıya.
Erçetin'in geçen yıl Independent Türkçe'ye açıkladığı gibi alüvyonal zemine sahip topraklarda ilk 5-10 metre boyunca bir dolgu tabakası var. Ardından ana kaya geliyor.
Ana kaya suyu geçirmeyen bir kütle ilk 5-10 metrelik alüvyonal zemini tutan da ağaçlar oluyor. Bu ağaçlar yanınca, yağışlar olduğunda toprakta suyu tutabilecek hiçbir şey yok.
Ağaç ne kadar büyükse kökü de o kadar derinde yer ediyor su tutmak için. Ağaç yandığında kökü de yüksek ısıya maruz kaldığı için kuruyor.
Kökünde canlı yaşam kalmayınca suyu tutma oranı düşüyor. Su tutma oranı düştüğü zaman topografik eğim ne tarafaysa o tarafa doğru bir akış meydana geliyor.
Bu sene, geçen yılın aksine çok fazla yağış olduğunu hatırlatan Erçetin, Seydikemer gibi bölgelerde toprak kayması olduğunu ifade ediyor:
Bu sene çok ciddi bir yağış oldu. Doğa sanki geçen seneki yangını kompanse etmek istiyormuş gibiydi. Yangınlardan önceki kış neredeyse hiç yağış olmamıştı. Ben bütün kış arazideydim. Ancak yangınlardan sonraki kış, o kadar çok yağış oldu ki ben neredeyse hiç arazi çalışması yapamadım.
"Çıkan petrol ya da maden olsaydı devlet oraya el koyardı"
"Yer altı zenginliği parsel sahibinin midir yoksa halkın mıdır?" konusunun yer bilimlerinde uzun süredir tartışıldığını da sözlerine ekliyor Geoteknik Zemin Araştırmaları'nın kurucusu.
"Bana kalırsa halkındır" diyen Erçetin "Yer altı zenginliği dediğimiz şey, yer yüzünde yaşayan tüm zenginliklere yani doğaya ait olmalı. Bir parselin içerisinde yer alan yer altı suyunu o kişinin suyu olduğu anlamına gelmiyor. Su sıkıntısı yaşanacak olması çok ciddi bir konu. Bunun paylaşılabilir olması, yer sahibi nezdinde kalmaması gerekiyor bana kalırsa" açıklamasını yapıyor ve ekliyor:
Çıkan petrol ya da maden olsaydı devlet oraya el koyardı. Yer altı suyu olunca parsel sahibi ilgileniyor.
Vatandaşın travmatik sürecini rehabilite etmek için devlet kanallarıyla belediyelerin, STK'ların bu bölgede insanlara yardımcı olması gerekiyor. Hiç değilse maliyetlerin yarısı karşılanmalı.
Bizim yaptığımız su arama işi maliyetin sadece yüzde 5'i. Bu projeye güzel bir düşünceyle başlamıştım ancak elimdeki uzmanlığı vermekten başka benim de sonrası için maddi durumum yok.
Yangını yaşamış yerlerde toprak kayması analizleri de ücretsiz yapılacak
Engin Erçetin, tüm olumsuzluklara rağmen umutlu.
Geçen yıl başlattığı sosyal sorumluluk projesini geliştirmeyi hedefliyor.
Daha önce, Atlas Okyanusu'nun belli bir bölgesindeki deniz tabanı topoğrafyasının hidrotermal dolaşıma etkileri için ısı ve sıvı akışı modellemesi, NASA ve Harvard Üniversitesi'nin veritabanına alınan Erçetin, İstanbul Üniversitesi'nde devam ettiği doktora tezinde "stabilite analizleri, toprak kaymaları, heyelanlar" ile ilgili modelleme çalışmalarına başlamış durumda.
Bundan sonra araziye gittiğinde heyelan risklerinin hesaplanması ve "gelecek 5 ya da 10 sene içerisinde" toprak kayması riskinin ne olacağı gibi modelleme çalışmaları üzerinde çalışacak.
Genç jeofizik mühendisi, "Bunu da yangın yaşamış yerlerde su aramanın yanı sıra stabilite analizleri, toprak kayması analizleri bu tip çalışmaları ücretsiz olarak yapacağım" diyerek açıklıyor gelecek planlarını.
Geoteknik Zemin Araştırmaları ne yapıyor?
Engin Erçetin'in daha önce de açıkladığı gibi kurucusu olduğu şirketin yangın alanlarında verdiği hizmet, su arama hizmeti. Su bulunduğunda sondaj kısmı ise diğer şirketlere ait.
"Su aramalarında da maden aramalarında da petrol aramalarında da yaptığımız belli bir alanı taramaktır" diyen Erçetin şöyle açıklıyor:
Yani doktorluk gibi düşünürsek, biz kisti belirliyoruz. Biyopsiye gidecek numuneyi çıkarmak bizim işimiz değil.
Benzer şekilde inşaat öncesi zemin etütlerinde ya da arkeolojik kazılar öncesi yerin altındaki saklı kalmış bölmeleri, odacıkları araştırabiliyoruz.
Su aramalarında toprağın altına elektrik akımı gönderiyoruz. Suyun olduğu yerde elektrik iletkenliği yüksek, özdirenci düşüktür.
150-200 metre derinliğe kadar nerelerde muhtemel su vardır, nerelerde yoktur araştırabiliyoruz.
Özdirenç sürekli olarak artış gösteriyorsa "burada kesinlikle su yoktur" diyebilme yetisine sahibiz ama tabii ki bilimin genel kuralı olarak yanılma payımız da var.
© The Independentturkish