Rivayete göre yarı efsanevi filozof ve şair olarak bilinen Giritli Epimenides, çocukken otlattığı koyunlardan biri kaybolunca onu aramaya başlar.
Bu arayıştan yorulunca bir mağarada uyuyakalır. Uzun yıllar sonra uyandığında çevresindekileri ihtiyarlamış halde bulur.
Kendisine Zeus tarafından verilen bu uzun ve derin uykunun karşılığında bir içgörü ile uyanır.
Denis Diderot, Okuyucu Kitabın Kendisidir adlı yazısında Epimenides'e atıfta bulunarak benzer bir adamdan bahseder.
Diderot'nun anlattığına göre adamın biri kendisini bütünüyle aptallaştıran derin bir melankoliye kapılmıştır.
Bu hâl, kırk yıl sürer. Ölümünden birkaç yıl önce aklı başına gelir, artık Epimenides'in uykusundan uyanmıştır. 1
Eugenio Borgna, melankoliye dalmış ruhun karanlık gecesini ve tecrit halini "kapısız ve penceresiz bir ‘ben'in sınırlarında taşlaşılan olumsuz yalnızlık" olarak şöyle tanımlar:
Öyle yalnızlıklar, öyle içsel yalnızlık deneyimleri vardır ki, büyük anlam ve emek ufuklarına tutkuyla dalmış yaşamlarda su yüzüne çıkarlar ve bunları, ancak bu deneyimleri acı içinde yaşamakta olan kişiler anlayabilir. Bu durumda, görünüşün ötesine geçmeyi, kaygının ve umutsuzluğun gölgelerini, karanlık gecelerini, kendi kendimizle acıklı bir diyalog mahiyetinde olan yalnızlığı algılamamızı sağlayacak bir çift göz yoktur. 2
İnsanın yaşamın zorlukluklarıyla başa çıkmak için ihtiyaç duyduğu kavrayışı öğreten yol, çoğu zaman içinde panzehir gibi ölümün aromasını barındıran deneyimlerden geçer.
Uyku, rüyalarla bir süreliğine gündelik akıştan kopuş, duyguların dönüşme serüveni, acı, kayıplar, zorluklar, hastalıklar, yas, melankoli gibi kaçınılmaz ortak deneyimlerimiz "paylaşmak", "tekâmül etmek " ve onlardan bir "hisse" çıkarmak üzerinden bizi dünya üzerinde kalmaya ikna eder.
Bu uzlaşma zemininde, çoğu zaman bize bakan bir çift gözün; şahit ya da refakatçinin varlığı ya da yokluğu, bireysel hikayelerimizin seyrini değiştirebilmekte ve bu gözle irtibata geçmek, kaybolduysak bulunmak ve fark edilmek arzusuyla da irtibata geçmek anlamına gelmektedir.
Bu ihtimalin olduğu yerde edebiyat, kendi gücü ve sınırları nisbetinde yoksunluğun orta yerine bir çift göz açmak için zamanın içine doğru yapılmış bir müdahale olarak karşımızda duruyor.
Edebiyat, insanı sayısız deneyim olasılıklarının sunulduğu bir evrene kabul eder.
Sınırlarına ve derinliğine vakıf olamadığımız sonsuz anlam boşluğuna bir çift göz oyar, insanı, yaşamı için fenerler sunan içgörü ile arasındaki kavrayış mesafelerini kaldırmaya davet eder.
İşin Aslı Judit ve Sonrası, Yürek Yangını ve Buda'da Bir Boşanma romanlarının yazarı olan Sandor Marai, bu ikinci evreni kurabilen büyük yazarlardan biridir.
Romanlarında karakterlerine, Epimenides'in uykusuna benzer bir uyku verir ve bizlerin okur olarak rüya kayıtlarını tutmamıza müsaade eder.
Romanların sonunda karakterlerle eşzamanlı olarak uyanırız, onlar uykudan uyanırken biz de uykunun anlatısından uyanır ve kayıtlarımızı kendi yaşam tecrübemizle temize çekeriz.
Marai, 1900 yılında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu topraklarında dünyaya gelmiştir.
Yüzyılın ilk çeyreğinde savaşın gölgesinde buhranlı bir atmosferde gazetecilik ve eleştirmenlikle yazı hayatına başlamış fakat politik nedenlerle Macaristan'ı terk etmek zorunda kalmıştır.
Paris, Londra ve Salerno'dan sonra Kanada üzerinden ABD'ye geçmiş ve 1989 yılındaki intiharına kadar ABD'de yaşamıştır.
Elliden fazla roman yazmış, ölümünden sonra yeniden keşfedilerek romanları birçok dile çevrilmiştir.
"Yaratacak bir şeyi olan yalnızdır" der Marai, kurduğu evreni Tanrısal bir çağrışımla selamlayarak, "Daha yalnız olunurdu/ olmasaydı yalnızlık" der Emily Dickinson yalnızlığı yaratılmışların katına çekerek.
Marai'nin romanları bu iki yalnızlık çeşidinin merhaleleri arasında ilerler. Karakterlerini geometrik düzlemde üçgen ilişkilere yerleştirir.
Dönemin savaş atmosferi, kişilerin yaşamını doğrudan ve dolaylı etkilerken, romanların merkezinde karakterlerin birbirlerinin ruhlarında verdikleri iktidar savaşı vardır.
Kendi içlerinde ve dış dünyaya karşı açtıkları cephelerde uzun süre pusuda bekler, savaşır, yenilirler, vatanlarını terkeder ya da ona ihanet ederler, kaybedilmiş topraklara geri dönerek, hünerleri ve zaaflarıyla yüzleşirler ve tüm bunları yaparken zamanı cömertçe hatta israfa varan bir cömertlikle harcarlar.
Ufukta görmek istedikleri her şey bekleyişin sisinde müphem görüntülere bürünmüştür, tutku inatçı bir yürek dalgınlığı olarak dikkati esir almıştır.
Karakterleri mücadelelerine, hırslarına ve şüphelerine yenik düşüren, ellerinde bayrak gibi yıllarca taşıdıkları sorular en sonunda yarıya indirilmiştir.
Anlatacak hiçbir şeyleri kalmayana kadar içlerini döker, yaşantılarında kaçırdıkları detayları yine kendi hikayelerini anlatırken yakalarlar. Yas, yorgun bir kabul ve içgörü ile huzurumuzdan ayrılırlar.
İnatçı, kemirgen ve kaderlerine çapraz adımlar attıran soruların cevabını ötekinin cevaplayacağı günü beklerken, aslında kendi hayatları ile cevaplamış olduklarının ayırdına varırlar.
Rüya kayıtlarının ilkini Buda'da Bir Boşanma romanında, Yargıç Komives'in ertesi gün göreceği boşanma davasının taraflarından biri olan Doktor Greiner'in, Yargıcın evine yaptığı gece ziyaretindeki talebini öne çıkararak tutabiliriz: Bir Gece Yarısı Mahkemesi.
Greiner'in bir gece yargıcına ihtiyacı vardır. Kürsüden inen, davanın parçası olan, yukarıdan bakarak değil, yasaların prizmasından geçerek değil, başka türlü bakan bir yargıca ihtiyacı vardır.
Onun yargıcı biraz savcı, biraz avukat olmalıdır. Yani tam anlamıyla "tarafsız" bir yargıç olmalıdır. 3
Bu sıra dışı mahkemeyi görünür olarak bu romanında, görünmez olarak da diğer iki romanında da kurmuştur Marai.
Gece, yaşamın kurallı, olağan akışı askıya alındığında, gündüzün bakışı dinlendiğinde açılan üçüncü bir göz gibidir.
Bu üçüncü göz ilişkilere, olaylara, sırlara yeni bir anlatım ve kavrayışla yaklaşmayı gerektirir.
Yürek Yangını romanında ise General'in 41 yıl önce ayrıldığı arkadaşı Konrad bir gece vakti dönmüştür.
Tan yeri ağarana kadar süren bir yüzleşme gerçekleşmiş, iki eski dost gecenin içinde, senelerin ve bekleyişlerin kabuklarını soyup, duyguların bütün çıplaklığına bakmışlardır.
Adeta ava gittiklerinde aynı kadına duydukları tutkunun silahının uzun bir ayrılığı ve savruluşu ateşlediği gün gibi, birikmiş bütün cümlelerini vahşi hayvanlar gibi gecenin ormanına salmış, ölümün ve kucaklaşmanın iç içeliğini seyretmişlerdir.
Nitekim Macarcada öldürmek ve kucaklamak kelimeleri arasında hem benzerlik hem de sesli uyumu vardır: öles ve öleles. 4
İşin Aslı Judit ve Sonrası kitabında ise Marai, aynı hikayenin üç ayrı kişinin ağzından anlatıldığı üç bölüme yer vererek, hikayenin kör noktalarına, örtük ve itiraf edilmemiş taraflarına ışık tutmuş, karakterlerine uzun uzun söz hakkı vermiş okurun dikkatini kalbin ve düşüncelerin gece tarafına çekmiştir.
Yazarın, İşin Aslı dediği nokta, bu yönüyle Buda'da Bir Boşanma'daki duruşmayı andıran bir gece duruşmasıdır.
Okur burada, uykusundan alıkoyulan ve "tarafsız" olması beklenen Yargıç Komives'tir.
Ve yine orada anlatılan her şey biraz da okurun kendi hikayesinin yansımasıdır. Biraz Peter, biraz Ilonka biraz Judit olmadan terkedilemeyecek bir mahkeme salonudur Budapeşte.
Szekely halk baladından yazarın alıntıladığı kısım, üç romanında da olduğunu farzettiğimiz mahkeme salonunun duvarında asılmaktadır:
Gündüz bina ettiğin, gece yıkılır.
Biz bu kayıtlara Gündüz Vassaf'ın Cehenneme Övgü kitabından bir cümle daha ekleyebiliriz:
Yaşam gecenin konusudur. 5
Kayıtlara düşeceğimiz ikinci notu Ingeborg Bachmann'ın "Faşizm ikili ilişkilerde başlar" cümlesinden yola çıkarak bir soru olarak düşebiliriz:
İkili ilişkiler nerede başlar?
İnsanların birbirlerinin ruhlarında iktidar kurma hevesi ya da dürtüsü uykudayken uyandırılan bir canavar mıdır, yoksa insan bunu kendi içinde, kendi krallığında, kendini parçalara ayırarak zaten yapmakta iken, öteki ile karşılaştığında yapmak istediği bir devir teslim töreni midir?
Thomas Bernhard'ın otobiyografik kitabı Kiler'in girişinde söylediği gibi;
"Öteki insanları ters yöne giderek mi buluruz?"
"Nizami olmayan bir şey arıyordum" der Peter, Bernhard gibi, Judit ile karşılaşmadan önce.
Yürek Yangını'nda General'in askeri disiplinini bozan, onu gerçek savaşlar yerine hatıralarıyla savaşmaya, düelloya çağıran Buda'da Bir Boşanma'da, Doktor Greiner'a karısı Anna'nın rüyalarının derinliğini saplantılı bir şekilde merak ettirip, onu türlü bedensel ve ruhsal hastalıklara maruz bırakan tutku, ötekini tam olarak nerede arıyor?
Kendi benzerinde mi, olamadığı kendi zıttında mı? Kendi birikiminin zirvesinde mi, kendi yoksulluğunda mı?
Yazarın kendi ifadesiyle, sonsuzluk süresince bir kaza ya da bir ruhun freninin patlaması. Tutkunun hazin geçidi. Bu acıdan nasıl pay üstleniriz?
Diderot'un yazısındaki melankoliye gömülmüş adam gibi, bu üç romanda da karakterlerini Epimenides'in uykusuna yatıran Marai'ye göre de okuyucu kitabın kendisi olabilir mi?
Rüya kayıtlarında geniş yer tutan tutkunun doğurgan olduğu iki şeyden bahsedebiliriz: Melankoli ve soru.
Tutkunun içinde tam teslimiyetle kalmış ve uzun süre susmuş insanların biriktiği iki başlıktır bunlar.
İlki sessizliğin ve kendi başınalığın hüzün odasındaki ağırlığı, ikincisi ise açılması beklenen pencerenin pervazındaki karanlığın genişliğidir.
Marai'nin usul usul biriken soruları şunlardır:
Kibir, şefkat, sadakat, tevazu ve sevgi ile tutkunun teatral yanı nasıl bir ilişki içindedir?
Aşkın taraflara mucize yaratma vazifesi yüklemesine karşın trajik yanlış anlamalarla sonuçlanan hikayelerde, vücutlar ve ruhlar birleşik kıtalar gibi birbirini ebediyen hatırlar mı? 6
Kalplerimizde ne kalıyor; Hayatın anlamı bütün soruların önemini yitirdiği bu ikincil soruda mı gizlidir?
Öldürdüklerimiz (öles) ve kucakladıklarımız (öleles) arasındaki sinsi bir anlaşmadan doğan tutkunun sürgününde, kalbin gerçek ve asıl sorusunu yaşamımızla cevaplayarak perdeleri aralamamız ve kendimize bakmamız mümkün müdür?
Tutku, soruları çoğaltan, kaynağını gizemli tutan yapısı ile insanın yaşam dairesindeki merkezine ulaşması için büyük ateşleyici ve büyük kül olarak karşımızda duruyor.
Kavranılamaz olanı kavradıklarımızdan daha büyük bir tutku ile düşünüyoruz. Tutkunun ölçekleriyle oynamak istediğimizde, yaşamın ölçeklerinde kendimizi savrulmuş buluyoruz.
İnsan odur ki, kaybolmuşluğunun, uykudalığının, ya da uyanmakta oluşunun çıkış kapısını ve zamanını bilmediğinden o enginliğin içinde yalnızlığını kusursuzca tecrübe eder.
Bu tecrübe şekli, ona bakan, onu kavramış sonsuz bir yaşam gözünün farkedilişinde seyrelir. Çıkış ve ışık bir hatırlatmadır.
İnsanın şafağa doğru mağarada uyuyakalmış çocukluğuna, büyük bir 'günaydın' büyük bir 'buradaydım' hâlidir ki, insan çocukluk, gençlik, orta yaş ve ihtiyarlık denen tereddütlü evreleri bir anda kavrar ve bu kavrayış kavrayamadıklarının özlemini içerir.
Gece duruşması ve rüya kayıtları biterken anlarız ki, insanın iyi bir yargıç, iyi bir okur, iyi bir düşçü olması için öncelikli olarak kibri kırılmalıdır: Hayatı hikayelerimiz kadar anlayabiliriz, kimseye kendi yaradılışının ettiği yardımdan fazlasını yapamayız ve öteki üzerinden aldığımız mesafe, kendi yol alma gücümüzün son esneme noktası kadardır.
Henri Lefebvre, Ritimanaliz kitabında evrenden çekip çıkardığımız şeyin yine kendi karşılığımız olduğunu söyler.
Ona göre kendimize geri döner, onu aşar ve başkalaştırırız. 7 Kayıtlarını tuttuğumuz romanlarda da tekamülün ritmi benzer bir şekilde işler.
İnsan yalnızlığına şahit bulduğunda karanlık bölünmüştür. Epimenides, uykusunu hepimizin rüyalarından pay alarak sürdürmektedir.
Marai, romanlarında bize gördüğümüzün büyük ve kolektif bir rüya olduğunu hatırlatır ve bizi kendi mağaramızda daldığımız uykudan uyandırmak için omuzlarımıza dokunur.
Bizde biriken dünya eskimiştir ama söz konusu kavrayış olunca yine Lefebvre'nin dediği gibi
Şafak daima yenidir. 7
Notlar:
1. Uwe Fleckner , Mnemosyne'in Hazine Sandıkları , Umur Yayınları, Ocak 2017
2. Eugenio Borgna, Ruhun Yalnızlığı, s: 108, YKY Yayınları, Ocak 2018
3. Sandor Marai, Buda'da Bir Boşanma, s:100, YKY Yayınları, Haziran 2022
4. Sandor Marai, Yürek Yangını, s:107, Gendaş Kültür, Kasım 2003
5. Gündüz Vassaf, Cehenneme Övgü, s:22, İletişim Yayıncılık, 1997
6. Sandor Marai, İşin Aslı, Judit ve Sonrası, YKY Yayınları, Ekim 2020
7. Henri Lepebvre, Ritimanaliz, s:110,115, Sel Yayıncılık, Şubat 2018
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish