Heterodoks iktisadın ne olduğunu iktisatçılar anlattı: Enflasyon hedeflemesini değil tam istihdamı savunuyoruz

Ortodoks, yani daha genel kabul görmüş görüşü savunan iktisatçılar ile farklı görüşteki heterodokslar, Hazine ve Maliye Bakanı'nın karmaşık açıklamasıyla gündeme gelmiş gibi görünse de iki grup arasındaki görüş ayrılıkları hep vardı

"Ben ekonomiden anlamıyorum" diyorsanız işleri sizin için daha karmaşık hale getirelim: 
 

Neo klasik ekonomi düşüncesinden epistemolojik bir kopuşu temsil eden heterodoks yaklaşım, günümüzde giderek ön plana çıkan davranışsal ekonomi ve nöro ekonomi ile daha fazla önem kazanmaktadır.


Ekonomi deyince yıllardır "Dolar ne olur?", "Kiralar düşer mi?", "Bu eve o fiyat istenir mi?" "Bir kilo domatese neden 30 lira veriyorum?" konu başlıklarını tartışan yurdum insanı, Merkez Bankası'nın ve Fed'in faiz oranları ünitesine yeni geçmişti ki Hazine ve Maliyet Bakanı Nureddin Nebati'den yukarıdaki açıklama geldi. 

Uykusuz dergisi, bu açıklamanın halk nezdindeki yankısını bir kapak tasarımıyla şöyle özetledi: 
 


Nebati'nin 30 Eylül'de İstanbul'da gerçekleşen "Ekonomik Dönüşüm ve Yeni Paradigmalar Zirvesi"nde söylediği bu sözlere bir diğer yanıt da İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi bölümünden sınıf arkadaşı Dr. Aslan Yaman'dan geldi. 

Aynı zamanda Zafer Partisi'nin Ekonomiden Sorumlu Başkan Yardımcısı olan Yaman, Nokta TV'ye verdiği röportajda Nebati'nin cümlesindeki kelimeleri tek tek açıklayarak söze başladı: 
 

Epistemoloji, bilgi sosyolojisi demektir. Böyle bir düşüncenin sosyolojisi olması lazım gelir ki biz öyle bir şeyi henüz görmedik. 

Ayrıca ortodoks, heterodoks yaklaşımlar iktisatta çok kullanılmakla birlikte ortodoks, "kitaba bağlı" demek. Heterodoks da "kitaba bağlı olmayan" demektir. 

En çok da din terminolojisi üzerinden görünür. Mesela tarikatlar, heterodoksi hareketlerdir. Ortodoksi hareketler, "doğrudan kiliseye bağlı olanlar" olarak nitelendirilir Hıristiyanlıkta. 

Bunların hepsini yan yana getirdiğimizde şu sonuç ortaya çıkıyor: Klasik iktisattan düşünce olarak ayrılan ve kitaba bağlı olmayan bir düşünce akımı var. Bu düşünce akımı kitabın söylediğinden farklı işlemler yapıyor. 

Örneğin enflasyon yukarı çıktığı zaman faizlerin de yukarı çıkması gerekir ki parasal bir sorunu parasal bir tedbirle çözebilesiniz. Nureddin ‘parasal olan bir sorunu parasal olmayan bir tedbirle çözeceğim' diyor. 

Buraya kadar mantıken anlaşılabilir ancak asla görülmüş bir şey değildir. Bunun varacağı iki yer var; ya insanları sefalete sürüklersiniz ya da kamu hazinesini tamamen yok edersiniz. 


"Heterodoks iktisat" kavramının tartışması esasında Hazine ve Maliye Bakanı'nın açıklamasıyla başlamadı. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Twitter hesaplarında ağırlıklı olarak ekonomistleri takip edenler hatırlayacaktır ki bilhassa Merkez Bankası'nın faiz kararları sonrası tartışmalar, heterodoks ve ortodoks iktisatçıların farklı görüşleri etrafında yoğunlaşıyordu. 

Independent Türkçe, heterodoks iktisadın hangi konu başlıklarında neyi savunduklarını yine heterodoks iktisatçılardan dinledi: 

1- Heterodoks iktisat nedir?

Ekonomist Dr. İlhan Döğüş, heterodoks ve ortodoks iktisatta kavram çatışması olduğunu kabul ederek, net ve kesin sınırları olmadığını söyledi. 

Döğüş temel olarak ortodoks iktisadın, neo klasik iktisadın bir türevi olan, okullarda ve üniversitelerde öğretilen hakim paradigma olduğunu belirterek, "Heterodoks iktisat ise ona itiraz eden yaklaşımların üst şemsiyesi. Keynes ve Marx'ın arasında bir yerde duran post-Keynesyen yaklaşım da bunlardan bir tanesi" dedi.  

Yalova Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Baki Demirel ise çok fazla heterodoks okulun olduğunu, yalnızca heterodokslar ve ortodokslar arasında değil, heterodoksların kendi içinde de farklı görüşlere sahip olduğunu hatırlatıyor. 

Eski Hazine Müsteşarı Dr. Mahfi Eğilmez ise 2013'te "Kendime Yazılar" adlı blogunda "ortodoks" kelimesinin Yunanca orthos (doğru) ve doxa (inanç, öğreti) sözcüklerinden oluşup "doğru inanç" anlamına geldiğini, "heterodoks"un ise Yunanca heteros (farklı) ve doxa sözcüklerinden türeyerek "farklı inanç" anlamında olduğunu hatırlatarak ortodoks ve heterodoksu en genel anlamda şu başlıklarla ayırıyor:
 


2- Arz ve talep ilişkisi

İlhan Döğüş'e göre iki akımın ayrıldığı ilk yer ekonomi arz yönlü mü talep yönlü mü oluşu. Yani arzın mı yoksa talebin mi daha belirleyici olduğu. 

Ortodoks iktisat, maaşların düşmesi, dolayısıyla maliyetlerin gerilemesi, buna ek olarak vergilerin düşmesiyle yatırımın tetikleneceğini, ekonominin büyüyeceğini savunurken, heterodoks iktisatçılar, "Bir kişinin alım gücü olmalı ki firmalarda satabilme umudu olsun. Bu da üretimi tetiklesin, yatırım yapsınlar" diyor. 

Post Keynesyen ekonominin temel unsurunu efektif talep ilkesinden bahseden Döğüş, "Benim bir malı istemem bir talep. Ancak efektif değil. O malı alabilecek param olması lazım" ifadelerini kullandı.  

3- Para nedir?

Dr. İlhan Döğüş'ün açıklamasına göre neo-klasik yaklaşım parayı, üretim ve tüketim sürecinden bağımsız, nötr, Merkez Bankası tarafından belirlenen bir mefhum olarak görüyor. 

Yani para bir nevi, takas unsuru. Elinizdeki fazla domatesi hem domates ihtiyacı hem fazla patatesi olan biriyle takas etmeniz her zaman mümkün olmayacağına göre devreye para giriyor. 
 

İlhan Döğüş
Eşitsizlik, finans ve iktisat politikası Dr. İlhan Döğüş'ün temel araştırma konuları/ Fotoğraf: gorus21.com


Döğüş, "Post Keynesyen yaklaşım ise şöyle diyor" dedi ve şunları söyledi: 
 

Tamam paranın bir takas rolü var ama kapitalist ekonomide paranın daha büyük bir rolü var: Para, bir değer saklama aracıdır ve likit bir varlıktır. 

Yani kapitalist üretimde sermayedar, şirket sahibi araba ürettiği zaman daha çok araba biriktirmek için değil, daha çok para biriktirmek için üretim yapıyor. 

Onun kâr yapmaktaki motivasyonu para biriktirmek. Çünkü yarın bir gün bir şey olduğunda fazla arabayı götürüp pazarda likite çeviremeyecek. 

O nedenle para üretim süreçlerinde nötr değil, belirleyicidir. Takas olmanın ötesinde bir fonksiyonu vardır. 


4- Para nasıl ortaya çıkar? 

Ortodoks iktisat anlayışına göre mevduat kabul eden ticari bankalar, bu mevduatların bir kısmı ile rezervlerini oluştururken, kalan kısmıyla kredi kullandırıyor. Heterodoks iktisatçılar ise bu görüşe karşı çıkıyor. 

Baki Demirel, "Bankalar kredi vererek mevduat yani para yaratırlar yani mevduat toplayıp kredi veren aracı kurumlar değillerdir" dedi.  

Bankaların krediyi yoktan yarattığını söyleyen İlhan Döğüş ise "Diyelim ki sizin bir vadeli mevduat hesabınız var. Sizin paranızı banka bana veremez. Bu yasak" diye konuştu ve şu örneği verdi: 
 

A kişisi B kişisinden 1000 lira borç istedi. B kişisi de havale yaptı. B kişisinin banka hesabında eksi bin lira, A kişisinin banka hesabında artı bin lira yazar. Bu, A ve B arasındaki borç sözleşmesidir. 

A ve B kişisi arasında yaratılan borç sözleşmesi, A ile banka arasında yaratılan borç sözleşmesinden çok farklı. Banka, para yaratabilen bir entite. 

Muhasabe hesabında sol taraf alacaklar yani aktifler yer alır. Firma olarak makine, nakit, teçhizat, bina, araba elindeki stok mallar yani sahip olduğum şeyler, aktiflere kaydediliyor. Sağ tarafta ise pasifler, yani borçlarım bulunuyor. 

Mevduat bankanın bana karşı yükümlülüğüdür. Banka kredi verdiği anda bilançonun hem sağ hem sol tarafına giriş yapılıyor. Yani bilançsosu büyüyor. 

Ben size borç verdiğimde benim mevduatımdan sizin mevduatınıza geçer, toplam para miktarı değişmez ama bankadan borç aldığınızda para miktarı artar. 


"Banka sizin paranızı sizin izniniz olmadan bir başkasına veremez" diyen Döğüş, "Siz mevduat sahibi olarak paranızı vadesinden önce bankadan geri istediniz. Banka size şunu diyemez: Ya ben sizin paranızı Ahmet beye verdim kredi olarak. E o da batırdı. Sizin para da gitti kusura bakmayın" ifadelerini kullandı ve şöyle devam etti: 
 

Siz yeni bir banka kurdunuz. BDDK'dan izin aldınız. Sizin elinizde hiç mevduat yok. Ben sizden kredi istiyorum. Siz bana kredi veremeyecek misiniz?

Bu para yoktan yaratılıyor. Aslında para bir borç sözleşmesidir. Banka krediyi yoktan yaratır. Kredi, bankanın benim adıma ödeme yükümlülüğünü üstlenmesidir. 

Merkez Bankası'nın şu aşamada rolü yok. Merkez Bankası sonraki adımlarda devreye giriyor. 


Döğüş, bu kapsamda, bu yıl Nobel Ekonomi Ödülleri'ne layık görülen akademisyenler Douglas Diamond ve Philip Dybvig'in tezine de karşı çıktığını kaydetti. 

Finansal krizlerde bankaların rolüne odaklanan Diamond ve Dybvig'e göre mevduatlar, bankaların yükümlülükleri (günün birinde mevduat sahiplerine ödeyecekleri borçları) iken bankanın varlıkları, uzun vadeleri projelere giden kredilerden oluşur. 
 


Bankaların varlıklarının uzun bir olgunlaşma dönemi vardır çünkü kredi kullananlara kredi geri ödemelerini erken yapmak zorunda olmayacakları konusunda taahhüt verir. Diğer yandan bankanın yükümlülükleri ise kısa bir olgunluk dönemine sahiptir çünkü mevduat sahipleri istedikleri zaman paralarına ulaşabilirler. 

Diamond ve Dybvig, "Banka, uzun olgunlaşma sürecine sahip varlıkları kısa olgunluk sürecine sahip banka hesaplarına dönüştüren bir aracıdır" diyor. Bu nedenle, Diamond ve Dybvig'e göre bankalar parayı havadan değil, borç verdikleri uzun vadeli yatırım projelerinden sağlarlar. 

5- Faizler 

Ortodoks iktisat düşüncesine göre kredi talebiyle tasarruf arzının kesiştiği yerde "doğal faiz oranı" oluşuyor. 

Heterodokslar buna da karşı çıkıyor. Doç. Dr. Baki Demirel, "Faizin piyasada belirlenmediğini aslında dışsal olduğunu savunuyoruz. Dışsal ne demek? Merkez Bankası tarafından belirleniyor" görüşünü dile getirdi. 

İlhan Döğüş'e göre ise kredi yoktan yaratılıyorsa bu durumda kredinin maliyeti de arz eğrisi de olmuyor. 
 

faiz
Fotoğraf: Envato


"Ben bankaya gittiğimde kredi faizini kabul ediyorsam ve ödeyebileceğimi gösteriyorsam, krediyi alırım" diyen Döğüş, "Krediler mevduattan verilmediği için kredi talebiyle mevduat arzının kesiştiği doğal faiz oranı yok" yorumunu yaptı. 

Döğüş'e göre kredinin yoktan yaratıldığının bir diğer gösterge, Merkez Bankası faiz indirince bankaların da faiz indirmesi:
 

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, son iki aydır faiz indiriyor. Aralıkta yüzde 14 olan politika faizi, temmuzda yüzde 13'e, ağustosta yüzde 12'ye indirildi. 

"Piyasa faizlerinin düşmeyeceği" söylendi ama düştü. Ortodoksların anlatımına göre kredi faizi, tasarruf arzıyla kredi talebinin kesiştiği yerdedir. 

Geçen temmuz ayında mevduat yüzde 20 seviyesindeydi. Peki bankalar aptal mı üç ay önce yüzde 20 ile topladığın mevduatı şimdi yüzde 12-15'e veriyor. Zarar yapması lazım. Aksine kârları içinde faiz gelirlerinin payı arttı. 

ABD merkez bankası faiz artırdığında ABD bankalarının faiz artırmaması lazım. Onların mantığına göre ABD merkez bankası faiz artırdığında da ABD bankalarının faiz artırmaması lazım. Çünkü ABD bankalarının ellerinde aşırı mevduat var ve kredi talebinin çok altında. Mart ayında bu yana Fed her faiz artırdığında bankalar da faiz artırdı. 

Faiz, Merkez Bankası tarafından belirlenen dışsal bir faktördür. Kredi arz ve talebiyle değil. Niye? Kredi yoktan yaratıldığı için kredinin banka için maliyeti sıfır. Yoktan yaratılan bir şeyin maliyet eğrisi olmaz. Arz eğrisi olmaz. 


6- Faiz ve döviz ilişkisi 

Heterodoks ekonomistlere yönelttiğimiz sorulardan biri de faiz ve döviz ilişkisiydi. 

Dr. İlhan Döğüş, Türkiye gibi ithalata bağımlı ülkelerde ithal girdilerin üretimdeki payının yüksek, dolayısıyla faizin kura kurun da fiyatlar üzerinde etkisinin güçlü olduğunu kabul ediyor. 
 

türk lirası reuters
Fotoğraf: Reuters


Ancak kendisinin faizi artırmaktan da yana düşürmekten de yana olmadığını söyleyen Döğüş, "Çok oynamamak lazım" yorumunda bulundu ve şunları kaydetti: 
 

Ama şu da var: Kurla faiz arasındaki ilişki de artık eskisi kadar güçlü değil. 

Merkez Bankası son iki aydır faiz indiriyor, kurlar eskisi gibi sıçramıyor. Bunda kur korumalı mevduatın da rolü var tabii. 

Ama ben kuru düşürmek için şunu öneriyorum: Türkiye'nin kendi yapısal, politik, hukuk, güvenlik ve ekonomik istikrar gibi temel meseleleri çözmesiyle yabancı sermaye çok istiyorsa Türkiye'ye gelebilir. 

Şu an Amerikan faizleri ile Türk faizleri arasındaki fark yüzde 20 düzeyinde. O kadar yabancı yatırımcı gelmiyor. Eskiden yüzde 5'ti daha çok geliyordu. 

Amerika'nın kur derdi yok. Ama orada da mesela enflasyonu düşürmek için faiz artırmayı öneriyorlar. İngiltere bir yıldır, ABD yedi aydır artırıyor ama enflasyon düşmüyor. Çünkü faizlerin onların sandığı kadar fiyatları üzerinde bir rolü yok. 


7- Yatırımlar 

Döğüş'e göre yatırımlar faiz düştüğü için değil, mallara olan talep arttığı için artıyor. 

Faizi indirmenin ekonomiyi canlandırmayacağını söyleyen ekonomist, faizi sert artırmanın da ekonomiyi kolay resesyona sokacağını savunuyor. 

"Yatırımların faize duyarlılığı yoktur" diyen Doç. Dr. Baki Demirel de yatırımların talep beklentilerine duyarlı olduğunu, talep beklentilerinin ise enflasyon için değil yatırımlar için önemli olduğunu belirtti. 
 

Baki Demirel
Yalova Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Baki Demirel/ Fotoğraf: Twitter


Demirel'e göre, 'faizi düşürelim ya da artıralım' diyenler aynı iktisadi düşünceye sahip. "Hepsi ortodoks bakıştır" tespitini yapan Demirel, "Faizler düşürerek yatırımları artıramazsınız. Bu yüzden kamu, istihdam ve gelir yaratmalı. Bu üretimi artıracak ve fiyat istikrarına yöneltecektir" ifadesini kullandı. 

8- İstihdam 

Ortodoksların doğal faiz oranı gibi doğal işsizlik oranı savunusu olduğunu da söyleyen Döğüş, şöyle devam etti: 
 

Mevcut faiz oranı, doğal faiz oranının altındaysa ve güncel işsizlik oranı doğal işsizlik oranının altındaysa ekonomide enflasyon olur. O yüzden Merkez Bankası, faizi yükseltip, işsizliği de arttırıp enflasyonu baskılamalı" diyorlar. Ama şöyle bir sorun var. Doğal faiz oranı diye bir şey yok. Doğal işsizlik oranı diye de bir şey yok. 

Çünkü emek piyasası bir hocamın deyişiyle patates piyasası değildir. Emek arzıyla, emek talebinin kesiştiği bir ücret düzeyi de yok. Emek piyasası dediğimiz şey kendi başına emek arzı ile emek talebinin kesiştiği bir yer değil, daha ziyade mal ve hizmet piyasasının bir türevidir.


İlhan Döğüş'e göre firmalar, "talep canlanacak, ben malımı satabilirim" ümidine sahipse ve kapasiteleri yetmiyorsa işçi alırlar. Firma tam tersini düşünüyorsa üretimi kısıp işçi çıkartır. 

Döğüş bu konudaki tezini şu sözlerle izah etti: 
 

Neoklasik iktisat şunu söylüyor: İşçiler, maaşlarının düşmesine razı gelmedikleri için işsizliğe sebep oluyorlar. "Yani ücretler düşerse maliyetler düştüğü için firmalar daha çok işi çalıştırır" diyorlar. 
 

işkur işsizlik
Fotoğraf: İHA


Benim firmamın işçilik maliyetlerinin düşmesi benim kârlılığımı artırır. Ama benim firmamda çalışan işçi başka firmadan mal alıp tüketiyor. Başka firmanın işçisi de gelip benim malımı tüketiyor. Ben işçilik maaşlarını düşürürsem benim işçim, sizin malınızı alamaz. Siz işçi çıkaracak mısınız? Çıkaracaksınız. Ne oldu? İşsizlik yine arttı. 

Dünyanın her yerinde reel maaşlar düşüyor. Çünkü nominal maaşlar, enflasyon kadar artmadı. İşsizlik azalıyor mu? Hayır. 

Yunanistan'da kriz sonrası nominal maaşları düşürdüler. Reel de değil. İşsizlik azaldı mı? Hayır. Tersine arttı. 

Ben ne zaman işçi alırım? Mallarıma olan talebin kapasitemin üzerine çıkacağını düşündüğüm zaman. 


Doç. Dr. Baki Demirel'e göre istihdamın artırılması kamu eliyle olmalı. 

Asgari ücretin en az yoksulluk sınırına (23 bin 600 TL) yakın olması gerektiğini belirten Demirel ücret artışlarının enflasyonu artırmayacağını aksine ücret artışlarının enflasyonu takip ettiğini söylüyor. 

Demirel, "Dolayısıyla burada enflasyonun üzerinde ücret verilmesi, enflasyonla mücadeleye iyi bir katkı olacaktır. Çünkü üretimleri ve yatırımı artıracak bir talep yaratabilir. Ücretler sözleşmelerle belirleniyor. İki tarafın da güçlü olması gerek. Bunun için güçlü sendikalar olmalıdır" diyor. 

9- Enflasyon

Yalova Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Baki Demirel, Merkez Bankası'nın tek başına enflasyon, büyüme ve istihdam gibi sorunları çözemeyeceğine inandıklarını söyledi.  

"Para politikasını merkeze almıyoruz. Bizim yaklaşımımız, bölüşüm temellidir" diyen Demirel'in açıklamasına göre enflasyon değil, tam istihdam hedeflenmeli. 

Tam istihdam hedefinin işsiz insanlara iş bulacağını, bunun da gelir yaratacağını vurgulayan Demirel, "Yaratılan bu gelir, talep beklentilerini artırır. Bu da yatırım ve üretimi artıracaktır" görüşünü paylaştı. 

Demirel'e göre yoksulluk arttıkça enflasyon artıyor. Çünkü yoksulların talep ettiği gıda, temizlik gibi mallar enflasyon artışını hızlandırıyor. 

"Dayanıklı tüketim mallarına talebi artıracak bir gelir modeli yaratmak lazım" diyen Demirel, "Düşük faiz politikasının istihdam yaratmadığı açık. Yoksul ülkeye yabancı yatırımcı da yerli yatırımcı da gelmez. Yoksulluğu azaltmak lazım" değerlendirmesinde bulundu. 
 

ekonomi ekmek enflasyon Reuters
Eylül enflasyonu TÜİK'e göre yüzde 83,45, Enflasyon Araştırma Grubu'na (ENAG) göre yüzde 186,27/ Fotoğraf: Reuters


Maliyetleri, dolaylı olarak enflasyonu düşürmek için ücretlerin düşürülmesi gerektiği görüşüne karşına çıkan İlhan Döğüş de "Siz işsizliği arttırınca insanların harcama kapasitesini daraltıyorsunuz. Bu sefer ne oluyor? Ben işsiz kaldığım zaman hayati olan ürünleri tercih tüketmekte sınırlı kalıyorum" dedi. 

Gıda, barınma, temizlik, faturalar gibi ürünler, Döğüş'ün bahsettiği ürünler ve bunların talebi esnek değil. Yani fiyatı artsa bile tüketimde çok fazla kesinti yapılamıyor. 

"O yüzden devlet alkole, tütüne, şekere, benzine zam yapıyor. Çünkü onların fiyatı ne kadar artarsa artsın talebi çok sert düşmüyor" diyen Döğüş, "Bunlar hızlı şekilde yeniden üretilebilir ürünler de değil. Gıdayı hemen üretemiyorsunuz, bir konut üretmek için iki yıl lazım. Talep, enflasyonist ürünlere kayıyor" dedi ve şunları ekledi:  
 

Ancak işsizlik düşerse ve gelirleri artarsa insanlar, erteledikleri beyaz eşya, kıyafet, mobilya, ayakkabı vs gibi ürünlere kayar. Bunlar, talebi arttığında üretimi artıran sektörler. Bunlara da dezenflasyonist ürünler diyebiliriz. 

Dünyanın her yerinde faiz arttı, işsizlik artırıldı, neden enflasyon düşmedi?

Yani talep düştüğünde her firma fiyat düşürmüyor. Talep arttığında da her firma fiyat artırmıyor. Bu o ekonominin kompozisyonuna bakar. O ülkede ekonomi ne kadar emek yoğun üretim ne kadar gıda, yani yoksulluk düzeyi vesaire gibi. 


10- Maliye politikaları

Heterodokslara göre bütçe açığının kapatılması, kamu harcamalarının kısılmasından geçmiyor. Zira iddialarına göre devlet, kamu harcamalarını kısınca piyasada vergilendirecek gelir düşerken işsizlik de artar. 

Bütçe açığının faizleri artırmayacağını savunan İlhan Döğüş, şunları ifade etti:

"Devlet, harcama yaptığında para yaratır. Devletin harcama yapması için öncesinde vergi toplamış olmasına ihtiyacı yok. Kendi parasını basan bir entite olarak devlet ve merkez bankası, batmaz. Eğer kamu harcamaları istihdamı, yatırımı tetikleyecek alana yönelirse, kendi kendine finanse eden, kendisine geri dönen yatırımlar olacağı için bütçe açığını da arttırmaz. Artırsa bile ekonomiyi stabilize edecek faktörler devreye girer." 

Türkiye'de şu anda kriz nedeniyle talebin daraldığını hatırlatan Döğüş, "Böyle bir ortamda hangi firma o riski üstlenir de ekonomide çarklarını döndürmek için yatırım yapar?" diye konuştu ve sözlerini şöyle sürdürdü: 
 

Devlet, batmayacak bir entite olarak devreye girip ekonominin kriz dönemlerinde toparlanmak için yatırım ve istihdamı arttırdığı zaman bunu kim harcayacak? Yine hanehalkı. 

Gittim ayakkabı gömlek aldım. Kimden aldım? Özel sektörden. Bu da her seferinde vergilendiriliyor. Yani devletin bir birimi harcaması ekonomide bir buçuk lira yaratıyor. 


Baki Demirel, doğal tekellerin ve elektrik, doğalgaz gibi kamusal malların kamunun elinde olması gerektiğini vurguladı.

"Bunların özelleştirilmesini yanlış buluyoruz" diyen Demirel'e göre özel sektöre ARGE desteği yerine kamu girişimleri, kamunun doğrudan yatırım yapacağı teknolojik gelişmeler daha önemli. 
 

bankalar  iStock
Fotoğraf: Reuters


Demirel, "Kamu yatırımları arttıkça kamu açıklarının aynı zamanda özel sektör kârlılığının bir parçası olduğunu ve özel sektörün de yatırımlarının artıracağını söylüyoruz. Özel malları özel şirketler üretir ama kamusal malları ve doğal tekeller kamunun elinde olmalıdır" değerlendirmesini yaptı. 

"Biz bölüşümden üretimden yana bir model öneriyoruz" diyen Demirel, şöyle devam etti: 
 

Bu modelin merkezinde maliye politikası var. Aşırı rantların, aşırı kârların ve aşırı kazançların vergilendirilmesi var. Aynı zamanda servet vergisi var. 

Biz şuna da inanıyoruz: Bankalar krediyi yoktan yarattığı için aslında yoksulların, öğrencilerin ve tarımcıların borçları da silinebilir. Bunu silmek için de servet vergisi gereklidir. 

Bunun için küresel uzlaşı gerekiyor. Kaynak olarak değil, muhasebe esasına dayandırarak silinenin karşısına bir şey konulması gerekiyor. 

Bu gelişmeler olacak yoksa dünya ekonomisinin içine girdiği girdaptan çıkması zor görünüyor. 


İlhan Döğüş ise büyük şirketlere yönelik vergi aflarına kimsenin ses çıkarmamasını eleştirdi.  

"Bir yandan da Kredi Yurtlar Kurumu'nun borçlarının silinmesi, dar gelirlilerin borcunun silinmesi ya da istihdamın arttırılması, faizi arttıracak bütçe açığını arttıracak diyorsunuz" ifadelerini kullandı Döğüş. 
 

borç işçi çalışan AP
Fotoğraf: AP


Benzer şekilde kurumlar vergisinin düşürülmesinin de yatırımları etkilemeyeceğini söyleyen İlhan Döğüş, şu örneği verdi: 
 

Kurumlar vergisini düşürmek, yatırımları tetiklemez. Çünkü mesela ben 100 lira kâr yaptım. Kurumlar vergisi yüzde 40. Bana kaç kaldı? 60 lira. Kurumlar vergisini yüzde 30'a düşürdünüz, bana 70 lira kaldı. Bana daha fazla kâr kalacaksa niye yatırım yapayım ki?

Tersine kurumlar vergisini yüzde 30'dan yüzde 40'a artırırsanız, ben 70 lira vergi sonrasi kâr yaparken 110 lira kâr yapmalıyım ki yüzde 40'ı inince 70 liralık eski kâra döneyim. 

Maliyetlerin düşmesi yatırımları tetiklemiyor. Şu an işçilik maliyetleri düşük. Yatırım canlanıyor mu? Hayır. Kârlar aşırı arttı. Firmalar devasa kar açıkladılar.

Maliyetler düştüğü için artan kârlar yatırımı tetiklemiyor. Talebin artacağına dair beklentiler, yatırımı tetikliyor. O yüzden talep daha belirleyici. 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU