Google’ın bir yapay zekâ mühendisini, bir robotun bir hissiyatı olduğunu ve ‘kendinin farkında olduğunu’ belirtmesi nedeniyle görevden aldığı haberi sansasyon yarattı ve birçok soruya kapı araladı.
Yapay zekâ, insan beyninin entelektüel gücünü çoktan aştıysa, sınırları nerede çizeceğiz? Makine kendisinden isteneni uygulamak için yeterli mi, yoksa icada mı bağlı? Yaratıcı, bir mucit ise, makinenin arkasındaki bu adam kim ve ne istiyor? Tüm bunlar, ‘terminatör’ tarzında, sizi gülümsetebilecek ve bilim kurgu filmlerini andıran sorular. Ancak gerçek şu ki bu tür sorunlar, yapay zekâ yaratıcılık alanında özellikle de edebiyat alanında kullanılmaya başlandığından beri Batı toplumlarında şimdiden tartışma alanına girdi bile.
Yazarların hayal güçleri, bu tür konulara yönelmiş durumda. Fransız Philippe Vassy, dünyanın gündemine oturan program “Script reGenerator” hakkında “The Display Version” adlı romanı yazdı. Antoine Bello, aşk romanları yazmak için programlanmış, ancak özgürce yazmak için mucidine isyan eden ‘Ada’ adlı robotu kaleme aldı. Anthony Altman ise ‘Son Roman’ kitabında, derisinin altına yerleştirilen çip sayesinde kendisi yerine roman yazan Victoria’yı anlattı. Bugün bu tür deneyler aslında sahada var ve bazıları başarılı oldu. 2016 yılında Japonya’daki Hakodate Üniversitesi’ne bağlı Yapay Zeka Laboratuvarı tarafından çıkarılan ‘Bilgisayarın Roman Yazacağı Gün’ başlıklı roman, bin 450 katılımcı arasında düzenlenen bir edebiyat yarışmasında finalistler listesine girdi. Hatta Tahkim Kurulu, çalışmayı ‘son derece organize bir roman’ nitelendirmesiyle aday gösterdi. 2018 yılında Jean Boett, New York ve New Orleans arasındaki bir yolculuk sırasında bir Cadillac model bir araçta yapay zekâ aracılığıyla yazılan ilk roman olan Yolda’yı yayınladı. Son zamanlarda dünya, hayretle Elon Musk’ın Open Al şirketi tarafından geliştirilen edebi ve şiirsel üretimi keşfetti. Bu eserlerin edebi değerini incelemeden önce, yalnızca ‘endüstriyel edebiyat’ fikrine karşı güçlü bir çekince olduğunu hatırlamak önemli. Çünkü bu fikir, Freud’un ‘edebi yaratıcılığı’ sinir hastalığı benzeri bir duruma benzetmesine neden olan, tanımlanamayan veya tahmin edilemeyen karmaşık insan deneyimlerinin ve duygularının bir sonucu olarak, kolektif belleğin edebiyat hakkında çizdiği tabloyla çelişmekte. Yazar Lawrence de Villar, ‘Erkekler ve Robotlar’ adlı kitabında, “Hangi makine Jane Austen ya da Emily Bronte’un karmaşık duygu tarzını, Flaubert’in ironisini, Tolstoy ya da Stendhal’in karşılaşma sahnelerinin yaratıcılığını taklit edebilir? İnsan ruhundan ve yaratıcı hayal gücünden yoksun bir edebi metni, algoritmaların talimatları ve hesaplamaları ile değiştirdiğimizde ne olur?” ifadelerine yer veriyor.
Paris-Saclay Üniversitesi’nde kültür ve yapay zekâ araştırmaları direktörü Pascal Maujan, ‘Robotik kitaplardan korkmalı mıyız?’ başlıklı makalesinde ‘bir makineye yazma görevini devretme’ fikrini kabul etmenin zorluğuna dikkati çekti. Maujan, “Büyük heykeltıraşların ve ressamların atölyeleri bu ilkeyi yüzyıllardır bilip uygulamışsa, yapay zekâ programlarının yazıldığı çalışma tarzı da yazarın ideal imajıyla çelişir. Yazar, gecenin karanlığında dünyadan izole olarak yazan ‘yalnız dahi’ veya ‘olağanüstü yaratıcı’dır. Yaratıcılığımızı bir robota dış kaynak olarak sağlama fikrinin, ahlaki meşruiyete uyması zor görünüyor. Dolayısıyla yapay zekanın edebiyat alanındaki ürünleri; müzik ya da resim ve yedinci sanat alanında gözlemlenenin aksine, ideolojik dışlamayı tanıyor” değerlendirmesinde bulundu.
Bu tür ürünleri reddeden tavırlar, diğerlerine göre gerekçesizdir. Fransız yazar Jerome Gham, “Yapay zekanın edebiyat alanında kullanımından neler elde edebileceğimizi ayırt etmeliyiz. İnsan ürünü zannedilen yazılar alabiliriz, ya da tam tersi insanların üretemeyeceği yazılar alabiliriz. Yapay zeka, insan üretimini taklit etmek yerine, insanların üretemeyeceği, onu farklı kılabilecek, kavram ve fikirleri çağrıştırabilen ya da sadece kendini beğenilmek üzere sunabilen ‘farklı sanat’ diye adlandırabileceğimiz edebiyatlar yaratacaktır” dedi. Diğer sorun ise bu makineler için ‘yaratıcılığın’ atasını tanımanın güçlüğüdür ki bu meşru bir konumdur. Robotların çalışması için insan müdahalesine ihtiyaç duyduğunu varsayarsak, yani yaratıcılık sürecinde bağımsız değillerdir. Peki yaratıcı kimdir, programlayan insan kimdir, romanı ya da şiiri yazan robot kimdir? Lawrence de Villar, ‘Erkekler ve Robotlar’ adlı kitabında bu soruları şöyle yanıtlıyor; “Derin öğrenme sistemiyle çalışan robotlar, bir veri tabanı kullanır. Yaratıcı çalışmalar üretmek için bundan ilham alır, programdaki şekilleri, kalıpları ve bileşenleri yeniden birleştirir. Bu nedenle bu robotlar, basit araçlar olarak kabul edilemez. Onlar da yaratıcı oluyorlar, çünkü insan müdahalesi olmaksızın sanatsal içerik üretmek için bir yaratıcılık biçimi kullanıyorlar” ifadelerini kullandı. Bu sorun, ‘Edmond de Belamy’nin Portresi’ olayında çözüme kavuşturuldu. Öyle ki yapay zekâ programı tarafından oluşturulan bu tablo, Sotheby’s müzayedesinde 400 bin dolardan fazlaya satıldı. Eşsiz olan durum ise, katılımcıların beğenisini kazanan tablonun matematiksel bir denklemin imzasını taşıması. Çünkü projeyi yöneten yapay zekâ mühendisleri ve sanat uzmanlarından oluşan ekip, programda kullanılan denklemin bu şaheserin tamamlanmasını sağlayan denklem olduğunu belirtti.
Ancak günümüzde yapay zekanın edebiyat alanında ortaya koyduğu en büyük zorluk, ‘geleneksel yazarların ertelemelerinden ve artan finansal taleplerinden bıkan yayıncıya makinenin vaat ettiği’ finansal kâr ve büyük kazançlar tarafından temsil ediliyor. Bu durum, algoritmaların haber hikayeleri ve kısa haber bültenleri yazmak için kullanıldığı elektronik gazetecilikte de yaşanıyor. Roman yazarı Catherine Lang, EgyBook’a verdiği bir röportajda, “Romanın tanınmış bir yazarın imzası olacağı bir gelecek hayal edebilirsiniz. Ancak yazma görevi, yazarın üslubunu ve ifadelerini hafızasında tutan ve yazılarını çok özenli bir şekilde taklit eden yapay zekâ programına emanet edilmiş olabilir” dedi. Bu durum, yazarların yapay zekâ kullanarak yazmalarına yardımcı olan ve uygun kelimeyi bulmayı sağlayan bir ‘akıllı’ sözlükte temsil edilen ‘Genario’ adlı bir uygulamayla Fransız girişim şirketi ‘Start Up’ tarafından öneriliyor. Bu akıllı sözlük, milyonlarca hikâyeden oluşan sanal bir kütüphanenin yanı sıra, hikâyenin niteliği, karakterlerin doğası ve etkileşimlerini analiz etmek için tablolar aracılığıyla doğru stili ve ritmi bulmak için binlerce kelime arasında dalmaya izin veriyor. Peki tüm bunların içinde yaratıcılık nerede? Bu durum, yapay yazının bir gün insan yazısının yerini alacağı anlamına mı geliyor? İyimserler hayır diyor, ama yayıncılık ve kitap dünyasında yapay zekanın hakimiyetinden kaçış yok. Bugün olan şey, kitapçılarda okuduklarımızı algoritmaların bizim için seçmesidir. Almanya merkezli ‘Anket’ internet sitesinde olduğu gibi, belirli tablolar ve sayılarla en ‘başarılı’ olabilecek romanı bizim için tahmin ediyor. Nihayetinde bu algoritmaların hesaplamalarına yenik düşen gelecek nesillerin yazarları, herkesin ‘ideal’ romanın peşinden koşması nedeniyle, kendilerini özgünlük ve çeşitlilikten yoksun benzer literatür sunarken bulabilirler. Yazar Anthony Altman, ‘Son Roman’ romanının kahramanları aracılığıyla aynı soruyu gündeme getiriyor. Öyle ki bir karakter, “Yazmak için kendi yerimize robotları kullanırsak bize ne olur?” diye soruyor. Arkadaşı ise şöyle cevap veriyor; “Dinozorlar gibi olacağız, kitaplarımız sergilenecek, müzelerde.”
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Şarku'l Avsat